İçe kapanma
Bir insanın kendilik duygusunun oluşması, bununla beraber duyduklarına, gördüklerine, kendi deneyimlerine, duygularına güvenmesi, ihtiyaçlarını benimsemesi, bunları var oluşunun temel yapılarına dönüştürmesi, bebeklikte annesinin ona yaptığı yatırımla başlar. Bu yatırımın ilk 9 ayda, anneyle bütünleşme dönemindeki bölümü kendilik oluşumu için kullanılır. İçe kapanmaya yatkınlık da aslında kendine ve ihtiyaçlarına yatırımı zayıf olan insanlarda görülür; temel olarak yakınlığa, ilgiye, bir insana olan ihtiyacın hissedilmez hale gelmesiyle başlar. İçe kapanan insanın ya kendi gerçeğine, bununla beraber ihtiyaçlarına yatırımı azdır ya da sevgi nesnesine karşı duyduğu büyük miktardaki narsisistik öfke ona olan ihtiyacını yok saymaya dönmüştür. Dolayısıyla içe kapanan kişilerin iki grup oluşturduğunu söyleyebiliriz: Kendilerine yatırımı az olanlar ve narsisistik öfkesinin kendi ihtiyaçlarını yok etmeye yönelttiği insanlar.
Her iki içe kapanma biçiminde de yapı bebeklik sürecinde oluşmuştur. İhtiyaçların benimsenmesindeki sorunla birlikte görülen ilk “içe kapanma” biçiminde bebek annesinden sevgi almış ama ondan ihtiyaçlarına karşı, ona ihtiyaçlarıyla bağlanacak kadar duyarlılık görememiştir. Sonuçta da insanlara bağlanma kapasitesi düşük bir çocuk haline gelmiştir fakat bu yapıdaki insanlar birçok entelektüel, felsefi konuya bağlanabilir ve o konuda derinleşebilirler. Bunun yanı sıra, bir duyarsızlığa ve sevgisizliğe maruz kaldıklarında ihtiyaçlarını hissedemez hale gelir, insan ilişkilerinden çekilirler. Ağır bir biçimde içlerine kapandıklarında hayatla bütün ilişkileri bozulur. Herhangi bir şeye yatırım yapamadıkları için hiçbir şeyle meşgul olamamaya başlarlar ve en ağır durumda hayatla bütün bağları kopar. Bu yapıdaki insanlara “şizoid yapılı” denir.
Diğer içe kapanma biçiminde tabloya sevgi nesnesine karşı hissedilen büyük bir narsisistik öfke (haset) yol açar. Çok yoğun ihtiyaç duyulan sevgi nesnesine (primer nesne-anne) karşı hissedilen yok edici öfke kişinin (bebeğin) kendisine, kendi ihtiyaçlarını yok etmeye dönmüştür. İhtiyaçlarından kurtulmak kişinin sevgi nesnesinden uzaklaşabilmesini ve böylece hasedin oluşturacağı daha büyük bir yok edici öfkeden korunmayı sağlar.
İçe kapanan insan dışarıdan bakıldığında yalnızlaşmış, dünyadan kopmuştur fakat içerden bakılınca kimseye ihtiyaç duymayan, bağlanmak zorunda olmayan, kendisini çok yukarılarda hisseden, tam bir özgürleşme duygusu ile seyreden bir narsisistik doyum söz konusudur. Sevgi nesnesinden neredeyse coşkulu bir kurtulma hali ve sevinci, anneyle bütünleşmenin yetersizliğinin göstergesidir. Normal bir bebeklik yaşamış bir insanda böylesine yalnızlaştırıcı, bağsız, bağlantısız kalma hali yok olma ve kaybolup gitme korkusu yaratır. Sevgi nesnesinden kurtulma arzusu muhtemelen her bebeğin içinde vardır, her bebek bir yandan annesine bağlanırken bir yandan da ondan kurtulmak ister ama bebek büyüdükçe bu taraf küçülür. Ancak narsisistik sistem küçülemiyorsa, sevgi nesnesinden kurtulma ihtiyacı sürer.
Bir duruma içe kapanma diyebilmek için kişinin ihtiyaçlarına ve durumuna karşı duyarsızlaşması, merak ve sevgi duygusunda bir kayıp olması ve buna bağlı olarak dış dünyaya karşı ilgisizliğin gözlenmeye başlanması gerekir. Bu durumda kişinin canlılığı da azalır. Böyle bir tablonun içine sürüklenmekte olan bir hasta, ruh halini “buzların arasına sıkışmış gibiyim, sanki üşüyorum ama bir yandan da çok sakinim. Soğuk, tatlı bir yorgunluk veriyor ve derin bir uykuya doğru çekiyor,” diye anlatıyordu. Demek ki katlanılmaz bir kendini kötü hissetme durumuna yol açan sevgi nesnesinden kurtulmanın bir yolu da ona duyulan ihtiyaçtan kurtulmaktır. Fakat böyle bir durumda ihtiyaçlar öfke duyulan kişiden çekilip başka bir kişiye yönlendirilemediği için, ihtiyaçların bizzat kendisi yok edilmektedir. Ancak daha önce de söylediğim gibi, bu tablonun oluşmasında kimseye bağlı olmama, kendi kendine olabilme, neredeyse Allah gibi olma narsisistik fantezilerinin de çok önemli bir rolü vardır.
İhtiyaçlarını yok etmekten kaynaklanan bu klinik durumda kişinin kendisiyle ilişkisi kopmuştur; kendini hissedememektedir. Bu bir anlamda kendisine annelik yapmaktan da vazgeçmektir. Kendimizle ilişkimiz büyük ölçüde ihtiyaçlarımızı hissetmek ve bunları karşılamayı becermek üzerinden yürür. Kendimizle ilişkimiz bozulunca, hiçbir şeyle ilişki kuramaz, dış dünyaya yatırım yapamaz hale geliriz. İçe kapanmada ortaya öyle bir durum çıkar ki, yangından kurtulmanın çaresi buzlar arasında bir tür uykuya çekilmekte aranır. Gerçekten de gerek yok edici öfkenin anlattığım düzeyde artması, gerek ihtiyaçların yok edilmesi en ağır durumlarda akıl hastalığına yol açar.
Katatonik şizofrenide içe kapanmanın en ağır biçimini görürüz. Katatonik kişi günlerce bir heykel gibi hareketsiz kalabilir ve bu sırada oluşacak kas ağrılarını, acıkmasını, susamasını hiç fark etmez. Katatoninin başlangıcında kişi karşısındaki kişiden etkilenmekten kurtulmaya çalışmaktadır çünkü etkilenme, ruhsal yatırımın tamamen etkilenilen kişiye kaymasına ve kişinin kendiliğinin kaybedilmesine, yok olmasına yol açacak bir tehlike halindedir. Bu yüzden kişi cansız bir nesne gibi olmak ister. Bunun yolu da ihtiyaçsız, bir taş parçası gibi, heykel gibi olmaktır. Canlılarla cansız olanlar arasındaki fark bebeklik sürecinde öğrenildiği için, cansız nesneler, regresyon düzeyi ancak çok gerilediğinde canlı gibi telakki edilir. Katatonik şizofrenide ise hasta canlı ile cansız arasındaki farkı algılar fakat aslında kendisi cansız gibi olmak istemektedir. Kendiliğini kaybetme korkusu bir heykel gibi sert ve etkilenmez olma ideali oluşturur ve hasta giderek hiçbir ihtiyacını hissetmez hale gelir. Bu tabloda her şey olabileceğine, canlılarla cansızları birbirinden ayırsa da cansız olabileceğine inanan bebeksi bir fantezinin izlerini görürüz.
İnsanın cansız bir nesne gibi olmak, hiçbir şeyden etkilenmemek istemesi bir anlamda ölümün yüceltilmesi demektir. Hiçbir ihtiyacı olmadan, hiçbir şeyden etkilenmeden var olabilmek bir tür idealdir. Ölümün bu türden idealizasyonu ağır bir narsisistik içerik taşır. Nekrofili (ölü sevicilik) denilen ağır sapkınlık biçiminin özünde mutlaka bu idealizasyonun payı vardır. Bu durumda “ölü,” âşık olunmayı en fazla hak eden sevgi nesnesidir.
İçe kapanmanın hafif şekillerinde engellenme, beklentilerin karşılıksız kalması, duyarsızlığa maruz kalmak gibi nedenler görülür. Bu duruma “küsme” de diyebiliriz. Bu durumda içe kapanma ağır bir tehlike oluşturmaz, hastalığa yol açmaz. Durgunlaşma ve keyifsizlik neredeyse sevgi nesnesiyle sorun yaşayan herkeste az ya da çok görülecek bir durumdur ve en çok yalnızlaşmaya, bazen de içki içme eğilimine sebep olur.