Kin, genellikle narsisistik bir yaralanmaya cevap olarak oluşan bir öfke biçimidir. Narsisistik öfke, zaten tabiatı gereği orijinal ruhsal enerjiye yakındır ve kişi, buna yol açan varlığı bu dünyadan yok etmek ister. Onunla aynı dünyada yaşamakta olmak yaralanmanın sürmesi anlamına gelir. Aşağılanma, küçümsenme, küçük düşürülme, narsisistik yaralanma oluşturacak durumlardır fakat bazen hastanın kin duyduğu insan hiçbir şey yapmadığı halde de bu öfke oluşur. Ağır narsisistik şişkinlikleri olan insanlar yenilmeyi de narsisistik bir yaralanma olarak yaşarlar; kin, bu tip durumlarda da ortaya çıkabilir. Diğer yandan, bir insan, özellikleriyle karşısındaki insanda haset duygusunun uyanmasına yol açıyorsa, onun kinine maruz kalabilir çünkü hasedin uyanması kimi insanlarda bütün narsisistik dengenin allak bullak olmasına yol açar. Böyle bir durumda kişi haset ettiği insanın iyiliğini isteyemez, ona gizli bir düşmanlık besler.
Kin duygusu, bu öfkeyi uyandıran insanın görünür bir eylemi sonucunda oluşan bir zarardan kaynaklanıyorsa, kişi intikam almak ister, öfkesi ancak intikamla hafifler. Bazen böyle bir intikam bütün hayatın amacı haline gelebilir, kişinin kimliğinin bir parçası olur. Onu intikam almaktan alıkoyan tek şey, kanunlar veya toplum tarafından cezalandırılma korkusudur. Böyle bir korkunun olmaması ise kişiyi suç işleyecek hale getirebilir.
Kin, kişinin karşısındaki insandan yatırımını çekmesine yol açmaz, hatta yatırım artar, sadece çok öfkeli bir biçime dönüşür ve kişinin narsisistik öfke rezervuarı büyükse ve tümüyle belli bir kişiye karşı hissedilen kine dönüşürse tam bir takıntı haline gelebilir. Böyle bir durumda, intikam alınmak istenen kişi tartışmasız olarak bu insanın hayatındaki en önemli kişidir. Bu kadar büyük bir kinin narsisistik özellikleri fazla olan insanlarda olabileceği açıktır. Bir insanın hayatındaki en önemli kişiyi çok büyük bir yok edici öfkeyle yatırımlandırılmış olması onu kendisini bile sevemez hale getirir; insani kalitenin çok düşmesine yol açar. Ancak bu durumun, belki daha yaygın olabilecek bir öfkenin tek bir nesneye bağlanması ve kişinin dünyasındaki diğer insanların daha az öfkeye maruz bırakılması gibi bir savunma işlevi görebileceği de akılda tutulmalıdır.
Geçmişinde paranoid içerikli psikotik atakları olan ve bu nedenle hastaneye yatırılmış bir hasta, 20 yıl önce maruz kaldığı bir cinsel taciz olayı ile aşırı bir meşguliyet gösteriyordu. Tacizci kişiye müthiş bir kin duyuyordu. Olay çıkarmak için onun yaşadığı şehre gitmek, onu ailesine karşı rezil etmek, bütün hayatını bozmak gibi fantezileri vardı ve devamlı beddua ediyordu. Bu konuda söylenen, sağduyu içeren her yaklaşımı şiddetle reddediyor, söylenenleri tacizciyi korumak olarak nitelendiriyordu. Bu kinin, hastanın diğer ilişkilerini sürdürebilmek için bulduğu bir yol olduğu açıkça görülüyordu. Hasta, öfkesini ağırlıklı olarak tacizciye bağlayarak, dünyasını oluşturan insanlara ve durumlara kaymasını önemli ölçüde engellemiş, bu sayede emeklilik yaşına kadar çalışabilmiş, ailevi ilişkilerini sürdürebilmişti.
Kin, kişinin iç dünyasının öfke içeriğinin artmasına, sevgi kapasitesinin azalmasına ve bununla beraber ruhsal kalitenin düşmesine yol açabilecek bir duygu olmasına rağmen, bütün narsisistik içerikli durumlarda olduğu gibi, çok kolay benimsenen bir duygudur; bu nedenle, kişi bu duygunun yok edici niteliğini bir tehlike olarak algılamaz. Oysa bir insana büyük bir kin ve nefret duymak, kişinin kendisi de dahil bütün insanlara karşı duyabileceği sevgiyi bozar. Ötekileştirme türü bir savunma söz konusu olduğunda, bütün kötülükler bir kişiye yansıtılarak diğerleri, kişinin kendisinden saydığı insanlar daha çok sevilebilir hale getirilmiş olur. Bu durumda, nefret edilen kişi insanlıktan çıkarılmıştır, dolayısıyla ona duyulan nefretin diğer insanlara yansıması ihtimali de ortadan kalkmıştır. Oysa kin söz konusu olduğunda, kin duyulan kişi insandır, üstelik üstünlük sağlamıştır ve ancak üstünlüğü elinden alınarak ya da o kişi yok edilerek rahat edilecektir.
Olağan koşullarda bir suçun cezasız kalması, adaletin yerini bulmaması öfkenin kine dönüşmesine yol açabilir. Adalet sisteminin doğru çalışmamasının insanların sevme kapasitesini bozacak kesin bir etkisi vardır. Toplumların maruz kaldıkları kıyımlar, işkenceler, adaletsizlikler, ayrımcılıklar, ötekileştirilmeler sadece o an yarattıkları zararla kalmaz, sonrasında, travmaya neden olan kişilere karşı kin duymaya ve nefretle dolmaya da yol açar, hatta kuşaktan kuşağa aktarılarak yeni kuşakların da bunlardan etkilenmesi söz konusudur.