BİREYLEŞME

Birey ve bireyleşme terimi, günümüz Türkiye’sinin anlam dünyasında ve günümüzün Türkçesinde, çoğu zaman bir insanı olumlamak veya insandaki olumlu bir gelişimi ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Birey terimi bu anlamda kullanıldığında, çoğu zaman kendini bulmuş, kendi gibi olan, kendi doğrularına göre yaşayabilen, özgürleşmiş birini tanımlamaktadır. Birey terimi, daha nadir olarak da bencil, kimseyle yardımlaşmayan ve dayanışmayan, kendinden başkasını düşünmeyen, yardım etmeyi reddeden, kimseye hayrı olmayan birisini anlatmak için olumsuz bir anlam yüküyle kullanılmaktadır.
Gerçekten de birey, kendi kendisinin sorumlusu olmayı, başına gelenlerin nedenlerini kendisinde aramayı, kendi gücüne dayanarak yaşamayı, varlığını kendini geliştirerek ve yeterliliğini artırarak sürdürmeyi seçmiş kişidir. Hayatındaki en önemli ideallerin başında kimseye muhtaç olmamak gelir. Birey, muhtaçlığın özgürlüğü yok ettiğinin farkındadır. Başka bir insana bağımlılık, bireyleşme idealinin gerçekleştirilememesi anlamına gelir ve kişinin kurtulması gereken bir durumdur. Bağımlılık ve muhtaçlık kendi doğrularına göre olamama, otonom bir birim haline gelememe, özgürleşememe anlamına gelecektir.
İnsan, diğer bütün canlılardan çok daha uzun süre ebeveynlerine bağımlı olan bir varlık olarak ancak kendi ayakları üzerinde duracak hale gelebildiğinde bireyleşebilir. Her insan, içinde otonom olma, muhtaçlıktan kurtulma, özgür olma ihtiyaçları taşımasına rağmen, her insan erişkinlik çağına geldiğinde mutlaka birey olma aşamasına gelmez ve birey olmaya kalkışmaz. Bazı toplumların yaşam koşulları veya kültürel özellikleri bireyleşmeyi imkânsız hale getirebilir. Genel olarak dayanışma gereksinimi çok yüksek olan ekonomik ve tarihsel koşullarda bireyleşme engellenir; itaat etmeye, biat etmeye uygun insan yetiştirilir.
Bir insanın duygu dünyasında oluşan birçok duygu bireyleşme arzularını beslerken, birçok başka duygu da insanı içinde bulunduğu sisteme uyum sağlamaya ve kendisinden beklenenleri yapmaya, kendisinden beklendiği gibi olmaya, yani bireyleşmeden vazgeçmeye doğru iter. Bireyleşme, hayatla başa çıkma yeterliliğine sahip olmayı ve bunun sonucunda oluşan ayrılma kapasitesine sahip olmayı gerektirir. Bu özellikler oluşmadıysa, yalnız kalma ve kaybolma korkuları ağır basar ve kişi başkalarının kendisini benimsemesine duyduğu ihtiyaç nedeniyle kendisi olma cesareti gösteremez, kendisinden beklenenleri yapmaya çalışır, yani bireyleşemez.
Ayrıca içinde yaşanılan dünya fazlasıyla destekleyici, sahip çıkıcı, kabul edici, dayanışmacı olduğunda üyelerini büyümeye, kendilerini geliştirmeye zorlamaz. Böyle bir sistem, üyelerinden belli bir işlevi yerine getirmelerini bekler, onların ruh halleriyle ilgilenmez. Bu niteliklerdeki toplumlar, hem çocuklarının dış dünyaya yönelmesini sağlayacak güçte çocuk yetiştirmezler hem de çocuklarını kendilerinde tutma eğilimleri gösterirler. Bu koşullarda yetişen kuşaklar, çoğu zaman, içinde büyüdükleri toplumsal bütünlüğün parçası kalma tercihinde bulunurlar. Klan ve aşiret geçmişinden tam kopmamış birçok geri kalmış ülke kültüründe bu dayanışmacı nitelikler ağırlık kazanır; insanlar çocuksudur ama sistem tek tek insanların hayatını kolaylaştıracak biçimde oluşmuştur ve toplumun fertleri arasında bireyselleşme arzuları oluşmaz.
Açlık, ağır fakirlik, dış dünyadan gelen şiddete maruz kalma tehlikesi gibi yaşam koşulları tek tek insanların hayatta kalabilmesini imkânsız hale getirebilir. Bu şartlarda, doğal olarak insanlar ancak güçlü bir dayanışmanın hüküm sürdüğü bir bütünlük içerisinde kaldıklarında hayatta kalabilirler. Kişinin içinde yaşadığı toplumla uyumunun hayatta kalmanın en büyük garantisi olduğu bu koşullar, bireyselleşmeyi engeller. Bu yaşam koşullarının çok ağır olması durumunun insanlık tarihinin büyük bir kısmını kapsadığını biliyoruz. Bu yüzden, geçmişin koşullarında bireyleşebilmek çok az insana nasip olmuştur. Bireyleşmenin yaygınlaşması, toplumların zihniyetinin değişmesine yol açan birçok başka nedenin yanında, bir yandan da bilim ve teknolojinin gelişmesi yaşam şartlarının düzelmesiyle ilgilidir. Bu yüzden, bireyleşmenin yaygın olarak modern çağlara ait bir insan özelliği olduğunu söylemek gerekir.
Ayrıca sadece büyük toplumun değil, insanın içinde büyüdüğü daha küçük toplumun, yani aile sisteminin özellikleri, aile içinde çocuktan beklenenler ve çocuğun aile sistemi içinde üstlendiği rol, çocuğun kişilik gücü, onun bireyleşmeyi seçebilmesinin ve sürdürebilmesinin belirleyicileri olacaktır. Genel olarak, yaşlılarla birlikte büyük aile içerisinde büyüyen çocuklar daha itaatkâr yetiştirilirler; çocukların kendileri olmaları istenmez. Onlardan beklenen işlevi yerine getirmeleri, uslu olmaları, sorun yaratmamaları, büyükleri memnun etmeleri beklenir. Anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük aileler, çocuklarının çocuk olmalarına, doğal olmalarına, içlerinden geleni yapmalarına daha çok izin verirler. Bu ortam, gerek anne babanın birbirine, gerek çocuklara daha fazla sevgi taşıdığı ve çocuğa kendisi olma hakkı tanıdığı için çocuğun bireyleşebilmesini kolaylaştırır. Bireyleşmenin önünün açıldığı ailelerde anne babanın amacı çocuklarını hayata hazırlamaktır; çocuklarının yeterliliğini artırmaya, onların iyi bir eğitim almasını sağlamaya yatırımları yüksektir. Bireyleşmenin önünün kapatıldığı sistemlerde ise çocuğun aileye hizmet etmesi ve aileyi memnun etmesi beklenir.
Genel olarak bireyleşmenin özendirildiği toplumlar, dayanışmacı toplumlara göre daha yaratıcı, daha özgün ve farklı olma cesareti gösterebilen insanlar yetiştirir. Bu toplumların yetiştirdiği insanların ruhsal malzemesi ve kişilik özellikleri üretkenlik, yaratıcılık ve cesaretin artmasını sağlar. Bu özellikler, bu toplumların bilimin, teknolojinin ve sanatın gelişimine katkılarını artırır. Bireyleşmeyi özendiren toplumların kendi insanlarına verdikleri değer, diğer toplumlardan daha fazladır; hukuk sistemi devleti değil bireyi koruyacak şekilde oluşur. Zaten bireyler de haklarını korumayı öğrenerek ve haklarına duyarlı olarak yetiştirilirler. Bireyleşmiş insanlardan oluşan toplumlara uygun yönetim biçimi demokrasidir. Zaten demokrasi ile yönetilen toplumlarda da toplumsal ideal kendine özgü, yaratıcı, katılımcı, başkalarına saygılı, özgür ruhlu bireyleşmiş insan yetiştirmektir. Demokratik toplumların geleceği bu idealin oluşturulabilmesine bağlanmıştır.
Otoriter toplumlar ise bireyleşmiş insanı kendisi için bir tehdit olarak algılar; otorite için birey post modern bir saçmalıktır ve sistemin kalıplarını bozduğu için son derece tehlikelidir, başı bir an önce ezilmelidir. Otoriter toplumlar, içine sinmeyene itiraz eden korkusuz insanları sevmez, onları yok etmeye çalışır. Onları anarşist, terörist, bozguncu gibi terimlerle tanımlayarak ötekileştirmeye ve marjinalize etmeye çalışır. Otoriter toplumun ideali, iktidar sahiplerinin doğrularını tartışamayan, dünyaya onların gözünden bakan, onların sevdiklerini seven, onların gösterdiklerine düşman olan itaatkâr insan yaratmaktır. Otoriter toplumlarda birey olmanın bedeli, hele toplumu yöneten hâkim ideoloji kişi tarafından benimsenmiyorsa, çok yüksektir. Otoriter toplumlar insanlarını korkutarak, onları çocuklaştırarak varlıklarını sürdürürler. Bu yüzden otoriter toplumların insan malzemesi bir süre sonra kalitesini kaybeder; toplum uzun vadede, başındaki çobandan korkan bir sürüye dönüşür, yaratıcılığını ve dinamizmini kaybeder. Otoriter toplumlarda insanların ve daha sonra da toplumun karakterinde bozulma olur. İkiyüzlülük, sahtelik, sinsilik, güce tapınma, güçlüye yaranma arzusu, çıkarcılık, zayıf olanları ezme eğilimi, açık ve örtülü şiddetin artması yaygınlaşır. Sevgi, merhamet, şefkat, vicdan, ahlak azalır.