Bireyleşmenin insan ruhundaki dinamikleri

İnsanın ruhsal gelişmesi iki temel eksen üzerinde gerçekleşir. Bu iki eksen birbiriyle etkileşim içerisindedir ve birindeki gelişme diğerine de yansır ve birindeki aksama diğerinin de aksamasına yol açar. Bu iki eksenden ilki, “sevgi nesneleriyle ilişki ekseni” (anne-bebek ilişkisiyle başlar, anne-çocuk, baba-çocuk olarak sürer) diğeriyse “kendilik oluşumu ekseni”dir. Bireyleşme sürecinin kesintisiz sürmesi, her iki eksenin de büyük sorunlar taşımaması halinde mümkündür. Aksi takdirde bireyleşememiş, çocuksu, kendini bulamamış, kendinden beklenenleri yaparak yaşamaya çalışan bir insan oluşacaktır.

Sevgi ilişkisi ekseni
Bebeklik dönemi, bir insanın ruhsal malzemesinin ve temelinin oluştuğu son derece önemli bir dönemdir. Bebeğin sağlıklı bir insan olmasının sağlanması açısından en önemli husus, bebeğe onu doğuran annenin bakmasıdır. Bebeklik dönemi, bir yaş civarında bebeğin yürümeye başlaması ile biter. Yürümeye başlayan bir yaşındaki çocuk, kendisinin annesine ihtiyacı olmadığına, her istediğini yapabileceğine ve kendisine bir şey olmayacağına inanmaktadır. Bu unsurlardan oluşan fanteziye, omnipotan fantezi denir.
Bebek, dokuzuncu aydan itibaren annesinin kendisinden ayrı bir varlık olduğunu anlamıştır ve onun gibi olmayı gerçekleştirmek istemektedir; onun gibi konuşabilmek, onun gibi hareket edebilmek ve ona ihtiyaç duymamak arzusuyla kavrulmaktadır. Bebek, annesinin ayrı bir varlık olduğunu anladığında aralarındaki yeterlilik farkı bebekte ağır ve yakıcı bir haset duygunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Haset duygusunun açığa çıkması bebeğin kendisini bir hiç olarak hissetmesine ve büyük bir gerginliğe yol açar. Bu duygunun ortaya çıkmasına sebep olana (anneye) karşı da onu yok etmek isteyen büyük bir öfke hissedilir. Ama bebeğin yok etmek istediği anne, bebeğin kendisinin hayatta kalabilmesini sağlayan, onu rahatlatan, onun gerginlikten ve öfkeden kurtulmasını sağlayan varlıktır aynı zamanda. Böylece dokuz aylık bebek, hasediyle annesini yok etmek isterken, bir yandan da ona çok büyük bir ihtiyaç duyar; onu yok etmek istediği için kendisini günahkâr olarak niteler. Bu durumda anneden uzaklaşabilmek veya anneye benzemek haset duygusunun hafiflemesini sağlar.
Böylece bebek, dokuzuncu aydan itibaren bir varlığa aşırı ihtiyaç duymanın ve ona muhtaç olunduğu için ondan uzaklaşamamanın yarattığı çaresizliği ilk defa deneyimlemiş olur. Bebeğin annesi gibi olup ona ihtiyaç duymaktan kurtulmak istemesi, ilk otonom olma denemesidir.
Yürümeye başlama ile 12. ay civarında başlayan dönemde bebek, annesine duyduğu ihtiyacı inkâr eder ve kendi yeterliliğini abartır. Kendisini “omnipotan” zanneder. (Kadir-i mutlak olma). “Omnipotans”, her istediğini yapabileceğine, hiç kimseye ihtiyacı olmadığına ve kendisine hiçbir şey olmayacağına inanma fantezisine verilen isimdir. 12 ayla 18 arasındaki dönemde bebek bu omnipotan fanteziyi gerçekleştirmeye, annesine ihtiyaç duymamaya, ondan bağımsız olmaya çalışır. Bu arada yüzlerce defa düşer, yüzlerce defa elini, ayağını sıkıştırır, kafasını oraya buraya çarpar. 6. ayın sonunda çocuk, hayatın çok tehlikeli ve acımasız olduğunu kabul eder ve annesinin kendisini korumasını ve tekrar himayesine almasını temin etmek üzere annesine yapışır. Çocuk bu altı aylık sürede korunmaya, kollanmaya, beslenmeye, bakılmaya ihtiyacı olduğunu kabullenmiştir.
Çocuk, bu 6 aylık dönemde haddini öğrenmek, dış gerçeklik karşısında tek başına kaldığında korunmasızlığını, acizliğini görmek adına büyük bir adım atmış olur. Çocuğun maruz kaldığı zorlanma, annesine tekrar büyük bir ihtiyaç duymasına, annesini gözünde büyütmesine ve onu omnipotan olarak algılamasına yol açar. Annesi ile ilgili tanımı, “Annem her istediğini yapabilir, anneme hiçbir şey olmaz, annem beni korudukça bana da bir şey olmaz”, halini alır. Bu kabul, arkasından, çocuğun yeterliliğini artırırsa annesi gibi olacağını ve tehlikelerden korunmanın yolunun ustalaşmak olduğunu düşünmesini sağlar.
Böylece 18. ayına gelen çocuk, birçok gerçeklik kavrayışını edinmiş olur: “Hayat tehlikelerle doludur, kendisi bu tehlikelerle baş edememektedir, bu yüzden annesinin sevgisini kaybetmemelidir, annesi gibi olabilmek için kendisini geliştirmesi ve birçok şeyi ondan öğrenmesi gerekir.” Bir çocuk 18. ayında bu kavrayışları oluşturduysa, içinde bireyleşme arzusu oluşmaya başlayacaktır. Muhtaç olmaktan, bağımlı olmaktan kurtulmanın yolunun kendisini geliştirmek olduğunu fark etmiştir. Omnipotan olduğu fantezi dünyasından koparak kendini geliştirme yolunda yürüyebilen çocuk, çocukluğu boyunca kendini geliştirmeye çalışır. Oynadığı oyunlar bile gelecekte üstleneceğe rollere hazırlanma amaçlıdır. Sağlıklı yaşanan bir çocukluk sonrasında, ergenlik çağında kişi aileden uzaklaşabilecek, kendisine arkadaşlarından bir dünya kurabilecek, gelecekte ona zarar veren ortamlardan ayrılabilme kapasitesi oluşturacak ve karşı cinse yönelebilecektir.
Sevgi ilişkileri ekseninde çocuk daha sonraki hayat dönemlerinde babasına yönelecek ve bu sefer babasını omnipotanlaştırarak (benim babam en güçlüdür) onunla da onu hayata hazırlayan bir deneyimin yaşayacaktır. Baba, erkek çocuk için ona doğruları öğreten ve uygulatan, ona oluşturabildiklerini yaşayacağını anlamasını sağlayan, yeterliliğini artırabilmesi için örnek olan ve yardım eden bir ustadır. Kız çocuk için ise karşı cinsle ilk teması oluşturan bir sevgi nesnesidir. Bir sevgi nesnesi olarak babanın sevebileceği birisi olmak, kız çocuğunun kendi cinsiyetini benimsemesinde, kişiliğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynar.
İnsan ruhu, sağlıklı bir biçimde gelişecekse, yürümeye başladığında hissettiği omnipotansı annesine aktaracaktır ve ona bir süreliğine bağımlı olmaya razı olacaktır. Daha sonra anneye aktarılmış omnipotans babaya aktarılabiliyorsa, çocukların gelişimi hızlanarak sürecektir. Çocuğun kendisini omnipotan zannederken hissettiği coşku, özgürlük duygusu, içinden gelenleri yapabilmesi hiçbir zaman unutulmayacaktır. Normal gelişmede, kaybedilen omnipotan fantezilerinin yerine özgür olma, yeterli ve güçlü olma, kimseye boyun eğmeme idealleri konur. Bu idealleri kaybetmemek, bireyleşmenin sürdürülmesinin motorunu oluşturur. İnsanın bebeklik ve çocukluk çağı boyunca oluşan dünyası bu idealleri taşır. Kişinin içinde yaşadığı toplumun zihniyet dünyası bu idealleri besler veya nankörlük, başına buyrukluk olarak tanımlanarak engellenmeye çalışılor.

Kendilik oluşumu ekseni 
İnsan yavrusu, başka hiçbir canlının maruz kalmadığı bir travmayla, “hiç olma” deneyimiyle bu dünyaya gelir. Bebek, doğumla beraber anne karnındaki “Bölünmez Bütünlüğün Parçası” olma halinden bir hiç olmaya kayar. Bu yüzden, insan yavrusu yeniden olmayı, var olmayı gerçekleştirmek zorunda kalır. “Kendilik” dediğimiz ruhsal oluşum, hiç olmanın ardından yeniden olmanın adıdır.
Bebek başlangıçta bir kendiliğe sahip değildir; anne karnındaki hale kaydığında kendisini her şey olmuş gibi algılamakla, öfkesi arttığında doğumdaki hiç olma hali arasında gidip gelir. Başka bir deyişle, öfkesi artınca, içindeki gerginlik büyüdükçe “hiç oluyor”, huzurlu olduğunda yeniden “her şey” olmaktadır. Bebek büyüdükçe bir bedeni olduğunu, ihtiyaçları olduğunu, iyi halleri ve kötü halleri olduğunu, bir dışı ve içi olduğunu anlamaya başlar. 9. ayda annesinin kendisinden ayrı bir varlık olduğunu anladığında “ben” ve “ben olmayan” kavramları gelişmeye başlar.
Çocuk, “ben” kavramını kullanmaya başladığında taslak kendilik oluşmuştur. Kendilik, aslında insanın bedenine, ihtiyaçlarına, algılama sistemine, duygu dünyasına ve hissettiklerine, sahip olduklarına yaptığı bütün ruhsal yatırımları içerir. İnsan bütün bu kendilik unsurlarına yaptığı ruhsal yatırımla bu dünyada var olmayı, bu dünyaya ait olmayı ve varlığını sürdürmeyi becerir. İnsanın kendiliğine ruhsal yatırımı yeterli değilse, kendi gördüklerine, kendi hissettiklerine inanamaz ve güvenemez; dünya içinde önüne gelenin kullandığı bir eşya gibi olur. Bu durum aslında bir “hiç olma” halidir; hastalıktır.
Çocuğun sağlıklı bir kendilik oluşturabilmesi için ona değer veren, onun ihtiyaçlarına duyarlı, onun beden bütünlüğünü korumasına yardımcı olan (onu düşme, yanma gibi fiziksel zararlardan koruyan), onun algı sistemine güvenen, onun kendisinden ayrı bir varlık olarak algılayan, ona önemli miktarda ruhsal yatırım yapan bir anneye ihtiyacı vardır. Annenin bu işlevine “aynalama” denir. Çocuk, annesini bir ayna olarak kullanarak annesinin kendisine yapabildiklerini kendisine yapmayı öğrenir. Anne, bebeğine büyük bir ruhsal yatırım yaptığıysa bebekte bu durumda sağlıklı bir kendilik oluşur.
Sağlıklı bir kendilik oluşumu, çocuğun kendisini değerli hissetmesini sağlar, dünyada bir başkasına benzemeyen, benzersiz (unique) bir varlık olduğu algısını yaratır. Bu durumda çocuk, kendisini değerli hissedebilmek için çok mükemmel ve harika birisi olmaya çalışmaz, kendisini kimseden üstün görmez, insanlarla kendisini kıyaslamaya gereksinmez.
Sağlıklı bir kendilik oluşumu, kendi gibi olmayı, hakiki olmayı, nasılsa öyle görünmeyi, abartmamayı, yapaylaşmamayı, kimseyi kandırmamayı, dürüst olmayı bir ihtiyaç haline getirir. Anneleri tarafından gerçekten sevilmiş, onlarla bir ilişki yaşayabilmiş insanlardaki hakikilik duygusu çok önemlidir; hakikiliklerinin bozulmasına izin vermezler. Her türlü yapaylık ve abartı onları rahatsız eder. Sağlıklı bir kendilik duygusuna sahip olan bir insan, özellikle hakikilik ölçülerini bozduğunda rahatsız olur, pişmanlık duyar, bu ölçülerin bozulmasının kalitede büyük bir eksilme oluşturduğunu fark eder. Böylece, temelde hakikiliğini kaybetmeme ihtiyacının yattığı kendi gibi olmak, kendi doğrularına uygun olmak, kendi içinden geldiği gibi yaşamak gibi ancak yüksek bir bireyleşme ile erişilebilecek değerler birer ruhsal hedef haline gelir.
Sevgi ilişkileri ekseninde insanın karşısındaki insanı olduğu gibi, onu kendisine ait kılmadan, onu bir parçası haline getirmeden, onun iyiliğini ve gelişmesini isteyerek sevebilmesi aşamasına gelmesi ve yukarıdaki ölçütleri (hakikilik, dürüstlük, hakikat sevgisi) karşılayan sağlıklı bir kendilik oluşumu çakışır ve birbirini besler. Zaten bir insan kendisini sevemeden başkalarını sevemez, başkalarına duyduğu sevgi, kendisine duyduğu sevgiyi besler. Aynı şekilde, başkalarına karşı gaddar olmak, insanı kendisine karşı da çok acımasız yapar. İlahi adalet, “ne yapıyorsan kendine yaparsın” der.
Sevgi ilişkileri ekseninin ve kendilik oluşumu ekseninin ele alınması hakikat sevgisi, hakikilik, dürüstlük gibi sevgi duygusunun nihai ürünleri olan duyguların bireyleşmeyi kişinin gündemine oturttuğunu ve kendini gerçekleştirebilmenin tek yolu haline getirdiğini söyleyebiliriz.