Yalancı bireyleşme

Bireyselleşme, kişinin kendisinin diğer varlıklardan ayrı bir varlık olduğunun ve temel olarak ne oluşturabiliyorsa, hak ettiği neyse onunla yaşayacağının, mutlu ya da mutsuz olmasının tamamen kendi sorumluluğunda olduğunun kabulünü içerir. Başkalarından alınanlarla veya hak ettiğinden fazlasıyla yaşamak insanı ya bağımlı, ya çıkarcı yapar. Birey haline gelmiş kişi, kişisel mutluluğun parayla, şanla, şöhretle oluşamayacağını tam anlamıyla kavramıştır ve hayatı vicdanla, ahlakla, doğrulukla ve sevgiyle yaşamaya çalışır.
Yalancı bireyselleşmede ise esas amaç başkalarından üstün olabilmektir. Birey giderek sürüden koparken, yalancı bireyleşme kişiyi sürünün önde gideninden olmaya zorlar. Bu durumda kişi, kendi çıkarını en iyi şekilde gözetmeyi hedeflemektedir. Kendisi ile başkaları arasına çektiği sınır, başkalarını ötekileştirecek ölçülerdedir. Onlar öteki oldukları için kandırılabilirler, onlara yalan söylenebilir, onlara ne kadar az verip onlardan ne kadar çok alınıyorsa o kadar doğru yapılıyordur. Onlara ilişkin bir vicdani muhasebe, ahlaki bir tutum gereksizdir. Bunlar ancak bizden olanlarla ilişkilerimizde gereklidir.
Gerçek bireyselleşmede kişiyi yöneten duygu sevgi iken, yalancı bireyselleşmede kişiyi yöneten duygu haset ve hasetin türevleridir. Rekabet, yenme ve zarar verme arzusu, herkesten üstün olma arzuları hasetten türer. Haset duygusu, denetim altına alınamadığında sevgi kapasitesinin azalmasına yol açar. Yalancı bireyselleşmenin sonuçları kişinin herkesten üstün olma arzusunun onu bencilleştirmesi, amaçlarına uyan yalancılığı ve insan kandırmayı doğal bulmaya başlamasıdır. Bu yüzünü toplum içerisinde belli etmemek zorunda olması, giderek kişiyi yapay ve sahte hale getirir. Bütün bu tutumlar kişiyi acımasız ve umursamaz olmaya zorlar ve giderek önce kendisine, daha sonra içinde bulunduğu topluma yabancılaştırır. Kişi kendisine, başarılı olmaya, her zaman yüksek bir performans göstermeye mecbur olan bir makine muamelesi yapmaya başlar. Hem yakınındaki insanlar hem de kendisi onun kafasındaki mükemmel resmi oluşturmaya çalışan, buna mecbur edilen oyunculara dönüşürler.
Bütün bu özellikler ciddi bir karakter bozukluğu ve sevgi ilişkisi yaşayamayacak bir yapıya dönüşmek anlamına gelir. Bu insanlar, kendilerine ait olmayan ya da kendi parçaları olmayan birisine ruhsal yatırım yapamaz hale gelirler. Herkes ve kendileri giderek mükemmellik idealini gerçekleştirecek araçlara dönüştükleri ve eşyalaştıkları için sevme kapasitesi tamamen kaybedilir. Bu durumda sevginin yerini narsisistik amaçlar almıştır ve hem kişinin kendisi hem de yakınındakiler yok olmaktadırlar.
Genel olarak kişinin gerçek anlamda bireyleşebilmesi için kendi ayaklarının üzerinde durmaya, kimseye muhtaç olmamaya ve özgür bir varlık olmaya büyük bir ihtiyaç duyması gerekir. İnsanı otonom olmaya zorlayan bu duygusal ihtiyaçların oluşması kişiyi kendisi olmaktan vazgeçmek zorunda kalacağı bir dayanışma sisteminin parçası olmaktan çıkarır. Yalancı bireyleşmede ise rekabet duyguları, başkalarından üstün olma arzuları, çevresindeki herkesi rakibi olarak görmek ve onlarla yarış içinde olmak kişiyi dayanışma içinde olmaktan uzaklaştırır. Bu rekabetçi duyguların dayanışmayı imkânsız hale getirmesi, yanlış bir biçimde, sanki bireyleşmeyi kolaylaştırıyormuş gibi değerlendirilmelerine yol açmıştır.