Ülkemizdeki durum

Ülkemizde birçok aile sistemi yan yanadır ve bazen iç içedir. Toplumuzun özellikle kırsal alanında geleneksel dayanışma sistemini sürdürmeye çalışan aile tipi, (geleneksel aile-büyük aile) hâkimdir. Büyük şehirlerde geleneksel dayanışma sisteminden çıkmış, karıkoca ve çocuklar üzerine kurulan ve hayatı kendi kapasiteleri ile yaşamaya çalışan (modern aile-çekirdek aile) yaygındır. Büyük şehirlerde, daha Batılı bir eğitim almış genç kuşak arasında küresel kapitalist dünya ile bütünleşmiş eşlerin beraberce statülerini yükseltmeye çalıştıkları tüketim toplumu aile sistemi giderek yaygınlaşmaktadır. Birçok aile ise melez durumdadır. Kendi ayakları üzerinde durabildiklerinde çekirdek aile iken, bir kriz durumunda desteğe ihtiyaçları arttığında geleneksel aile sistemine kayan, gelir düzeyleri yüksekken tüketim ve statü gereksinimlerine göre yaşayan, statülerini kaybettiklerinde birbirleriyle dayanışmaya yönelen birçok aile vardır.
Geleneksel aile sisteminde yaşlı kuşağın ağırlığı fazladır çünkü çocuklarının bir düzen kurabilmesini ve bu düzeni sürdürebilmelerini büyük ölçüde onlar sağlamışlardır ve ekonomik gücü ellerinde tutarlar. Genellikle büyükler ve evlendirdikleri çocukları birbirlerinden kopmamışlardır veya aynı evde yaşarlar veya ayrı evlerde yaşasalar bile ekonomik alış veriş sürüyordur; bütçeler tam anlamıyla ayrılmamıştır. Erkek çocuğunun anneleri ve babaları, gelinlerinden kendilerine hizmet etmelerini beklerler. Bu sistemde geleneklere uymak, ailenin doğrularına uygun yaşamak önemlidir; geleneklere uygun davranmayan, kendi doğrularına göre yaşama iddiasında olan sistem dışına atılır. Anlaşıldığı gibi, bu sistem çocukların bireyleşmesini istemez, bunu bir tehlike olarak algılar; kendi geleneklerine ve doğrularına göre davranılmasını, yaşanmasını bekler.
Bu sistemde yetişen gençler dış dünyadan, kendilerini doğru idare edememekten, sistemden dışlanmaktan korkacak şekilde yetiştirilirler. Bu sistemde yetişen insanlar yeterince bireyleşmedikleri için, büyük şehirlerde yaşadıklarında bir dayanışma sistemine ihtiyaç duyacaklardır. Bu dayanışma sistemi yaygın olarak akrabalıktır, bazen hemşerilik, bazen de dini bir cemaat olabilir.
Geleneksel sistemin yetiştirdiği insanların yetiştirilme tarzı olarak günümüzün dünyasının gerçeğine uygun olmamaları onları kendilerine uygun daha dayanışmacı başka bir dünya kurma mecburiyetine itmektedir. Dayanışmacı bir sistem güvenlik ihtiyacına cevap verir ama karşılığında kişinin kendi doğrularını bırakıp sistemin doğrularına göre davranılmasını bekler. Kişinin kendini idare etme deneyimine sahip olmaması onu önemli kararların verilmesi aşamalarında bir “baba”ya ihtiyaç duyar hale getirir. Bu ruhsal yapılanma kendini “baba”ya itaat etmek zorunda hisseder ve kendi doğrularını oluşturmayı engeller. Bütün bu özellikler, çocuk kalındığı anlamına gelir ve sevmekten çok ihtiyaçlı olmak sonucunu doğurur. Dayanışma sistemleri insanları çocuk bırakır ve sevme kapasitesinin oluşumunu yavaşlatarak insanların özel hayatlarını bozar. Kadınla erkek arasındaki kalıcı sevgi ilişkisi, erişkinlere özgüdür; çocuksu olup kalıcı bir aşk ilişkisi yaşayabilmek mümkün değildir.
Geleneksel aile sistemi bireyleşmeye izin vermez. Çünkü bireyleşme ile geleneksel aile sisteminin dokusu birbiriyle uyumlu değildir ve bireyleşen geleneksel sistemden kopar.
Çekirdek aile sistemi, aileyi oluşturan kadınla erkeğin birbirlerini sevdiklerinden emin oldukları ve kalıcı bir ilişki götürebileceklerine inandıkları için kurulur. Eşler birbirlerinden cinsel rollerine uygun sorumluluklar almalarını ve birbirlerini tamamlamalarını bekliyorlardır. Kadının kadın gibi olması, erkeğin erkek gibi olması beklenir. Eşlerin amaçları birlikte bir hayat kurmak, hayatın altından birlikte kalkmaktır. Genel olarak gençler birbirlerini seçtikten sonra kızın ve erkeğin aileleri tanışırlar. Eşler, başlangıçta ailelerinden destek alsalar da beraber yaşayacakları hayatı kendileri finanse edeceklerdir. Çekirdek aile, başlangıcından itibaren bir sevgi ilişkisi olarak kurulur ve sağlıklı ve kalıcı bir cinsel hayatı amaçlar. Bu aile sisteminde çocuklar, karıkocanın birbirlerine hissettikleri sevginin ürünüdürler ve sevgiyle büyütülürler.
Çekirdek aile daha çok erkeğin kazancı ile geçindiği için, aile reisi erkektir. Ama aile reisliği otoriter bir mahiyet taşımaz, önemli kararlar birlikte alınır. Kadının da aile içinde bir iktidar alanı vardır, o alanda son söz kadına aittir. Koca, bu çerçeve içerisinde aileyi karısıyla tam bir işbirliği içerisinde yönetir. Bu sistemde kadının annelik işlevini benimsemesi beklenir; çocuklara üç yaşına gelene kadar annenin kendisinin annelik yapabilmesi son derece önemlidir. Bu yüzden erkek, kendisinden dış dünyanın altından kalkmayı bekler, eşi, çocuklar yuvaya gidebilecek yaşa geldikten sonra çalışır. Erkeğin babası aileyi yönetme konusunda herhangi bir yetkiye sahip değildir; baba olarak sevilir, sayılır, gerektiğinde sahip çıkılır.
Çekirdek aile sisteminde erkeğin aile reisi olması ona ailenin imkânlarının dağıtılmasında öncelik vermez. Tam tersine, ailede en küçükler, en zayıflar, en ihtiyaçlılar önceliklidir, önce onlar düşünülür, baba en büyük olduğu için imkânların dağıtılmasında en sona kalır. Çekirdek aile sisteminde baba sistemi adalet ve sevgiyle yönetebiliyorsa, çocuklar sağlıklı bir biçimde ve bireyleşerek büyürler.
Çekirdek aile sistemi, tamamen kadınla erkeğin birbirine duyduğu sevgi üzerine oturduğu, beraberce aralarındaki sevgiyi üretmeye ve bununla hayatı anlamlandırmaya çalıştığı için ruhen çok gelişmiş olmayı gerektirir. Bu sistem insanların narsisistik ihtiyaçlarına değil, sevgi, saygı, yakınlık, birbirinin iyiliğini isteyebilme, birbirine değer verme gibi gerçek ihtiyaçlarına yönelmiştir. Yapaylık, abartma, gösteriş, övünme, tembellik, rahatına düşkünlük, kendini beğenmişlik çekirdek aile sisteminin yürümesini imkânsız hale getirir. Bu yüzden, bu sistem yoğun olarak 1950’li yıllarda denenmesine rağmen, insanoğlunun sevme kapasitesi yeterli olmadığı için yürümemiştir. Ruhen yeterince gelişmemiş, sevgi kapasitesi eksik insanlar aralarındaki sevgiyi canlı tutamazlar, birbirlerine ruhsal yatırımlarını sürdüremezler ve birbirlerinden sıkılmaya başlarlar. 1950’li yılların filmlerinde, hayatın kadın erkek sevgisi üzerine kurulmaya çalışıldığı, aşkın yüceltildiği net olarak görülür.
Günümüzde çekirdek aile sisteminin yerine, eşlerin daha çok statülerini yükseltmek için bir ortaklık gibi bir araya geldiği evlilikler yaygınlaşmaktadır. Bu aile sistemine, “tüketim toplumu aile sistemi” diyorum. Çoğu zaman bir ortaklık gibi kurulan bir sistemde, eşler arasında birbirine ruhsal yatırım yeterince olmadığı için, böyle bir sistem aile vasfına da erişmemektedir. Böyle bir sistemde çocuk, eşlerin “hiçbir şeyleri eksik kalmasın, fotoğraf tamamlansın” ihtiyacına cevap vermektedir. Çocuk, kendisine yeterli ruhsal yatırım yapılmadığı için bakıcılara bırakılmaktadır, sıklıkla değişen birçok bakıcı arasında çocuk sahipsiz kalmaktadır; anne kendi derdinde, baba kendi derdinde olmaktadır.
Daha işlevsel olabilen tüketim toplumu aile sisteminde anne ve baba çalışmakta ve başarılarını ve sahip olduklarını artırmaya uğraşmaktadır. Mutlu olabilmenin sahip olduklarını artırmaktan, istediklerini elde etmekten, statülerini yükseltmekten geçtiğine neredeyse iman etmişlerdir. Bu inanç kalıbı günümüzün küresel kapitalizminin “motto”sudur. Bütün saygı, sevgi, dürüstlük gibi değerlerin yerine geçmiştir. Böyle bir sistemin çıkarlar üzerine oturduğu ve sevgisiz bir varoluşu dayattığı açık olarak görünmektedir. Nitekim bu sistemde kadın ile erkek arasında cinsel hayat çok kısa süre içinde tükenir. İki taraf da beraber daha başarılı olacaklarına inanıyorlarsa, çıkarları örtüşüyorsa, her biri kendi işinde, kendi arkadaş çevresinde, akşamları bilgisayarlarının veya televizyonlarının başında yaşar giderler.
Böyle bir sistemde yetişen çocuklar, aslında annesiz babasızdırlar. Onların çok ağır sorunlu olmasından başka bir olasılık yoktur. Küreselleşmiş kapitalist sistem tepeden tırnağa yapaydır, bir görüntüden, bir fotoğraftan ibarettir. İnsanlar kendi gerçek ihtiyaçlarını unutup sadece narsisistik ihtiyaçların peşine takıldıklarında aslında sanallaşmaya ve yok olmaya başlarlar.
Başlangıçta sadece canlı bir varlık olan insan yavrusunun hakiki bir insana dönüşmesini sadece hakiki insanlardan oluşan hakiki bir ortam sağlayabilir. Giderek dünyanın imaj ve marka dünyası haline gelmesi, insanların çıkarlarını duygularının önüne koyması ve her şeyin bu denli sanallaşması aileyi yok ederek insan kaynağının kurumasına yol açacaktır. Ya da tüketim toplumunun insanlık için oluşturduğu tehlike kapitalist sistemin sonunu getirecektir.