Yansıtma mekanizması

Anneye karşı hissettiği haset duygusunun yarattığı gerginlik o denli büyük bir sıkıntıya yol açar ki, bebek, öfkesini inkâr etmeye ve yansıtacak dış nesneler bulmaya mecbur kalır. Bu sıkıntının nedeni, bebeğin annesine karşı bir yandan büyük bir yok edici öfke hissederken, diğer yandan da büyük bir ihtiyaç duymakta olmasıdır. Bebeğin anneye duyduğu ihtiyaç onunla kutsal bir bütünlüğü oluşturmak, onunlayken her şeyin anlamlanması, o yanındayken canlanmak, kendini hissetmek ve var olabilmek gibi derin bir ruhsal içerik taşır. Bebek neredeyse, sadece anneyle birlikteyken ruhsal olarak oluşabilmekte, içi dolmakta ve anlamlanmaktadır.
Bebek böylesine bağlı olduğu anneyi yok etmek istediği için kendisini olabilecek en büyük cezalara layık bir varlık olarak algılar. Bütün bu duygu karmaşasına, bir de anneyle kendisini karıştırmaktan, annesinin kendisini yok etmek istediğini sanmasından kaynaklanan güçlükler eklenmekte, tüm bu duygular devamlı hareket halinde, birbirinin peşi sıra bebeğin iç dünyasında dönüp durmaktadır. Böyle bir durumda bebek ya yansıtma mekanizmasını kullanmayı becererek bu karmaşanın dışına çıkacak ya da yeni doğmuş bebek gibi, yeniden kendisinin “her şey” olduğuna inanmak zorunda kalacaktır.
Yansıtma mekanizmasının kullanılabilmesi için bebeğin orijinal ruhsal enerjisinin mutlaka az ya da çok ayrışmış, öfke içeriğinin azalmış olması gerekir. Aksi takdirde orijinal ruhsal enerjiyle ancak görünüşleri bile olmayan, tanımlanamaz, enerji gibi, sis gibi, insanı içine çekip yok eden varlıklarla dolu bir dünya yaratılır. Bu dünya algı ve tanım dışı olduğu için ondan kaçmak, baş etmek gibi bir olasılık yoktur, burada yaşayabilmek mümkün değildir. Böyle bir dünyanın içinde olmak, “yok oluş” demektir.
Orijinal ruhsal enerjinin öfke içeriği azaldıkça bu yansıtma nesneleri de biçim kazanır ve görülebilir, işitilebilir, fark edilir hale gelir. Bebeğin annesine karşı hissettiği, öfke içeriği bir miktar azalmış hasedin yansıtılma nesneleri de, insan yiyen canavarlar olacaktır. Böylece, 9 aylık bebek, annesine duyduğu öfkenin bir kısmını kendi yarattığı nesnelere yansıtmaya başlar ve yansıttıklarını da dış dünyaya atar. Bu, bebeğin içinde bulunduğu koşulların değiştiği anlamına gelir. Bebek artık anneye karşı daha az öfkelidir fakat bu sefer de dış dünya daha tehlikeli bir hale gelmiştir. Bebek kendisine zarar verecek, parçalara ayıracak şeylerden korkmaya başlar. Yalnız kalamaz hale gelir, gece uykuları bozulur. Bunlar, biraz daha büyüdüğünde korkacağı insan yiyen canavarlar, çocuk kanıyla beslenen yok edici varlıklar gibi imgelerin daha da korkutucu, ama görülebilen ve kaçılabilen ilksel taslaklarıdır. Böylece bebek, annesine karşı hissettiği yok edici öfkeyi, dışarıdan kendisine yönelebilecek büyük bir tehlikeye, korkuya dönüştürmüş olur.
Bu korku öylesine gerçeküstü bir nitelik taşır ki, bununla baş etme çabası ilkel kavimlerdeki primitif dinlerin oluşmasının en önemli nedenlerinden biridir. Bu korkutucu nesnelere karşı koruyucu ruhları veya totemleri, daha sonra da Tanrıları yardıma çağırmak için yapılan uzun ibadetler ve kurban törenleri, Tanrılara sunulan hediyeler dinlerin temelini oluşturur. Dinlerin özünde, daha önce deneyimlenmiş olan “iyi anne”nin kalıcı bir inanç sistemi haline getirilmesi yatar.
Aslında 9-12. aylar arasında bebeğin annesine karşı duyduğu hasetle başlayan dönem yoğun bir ruhsal zorlanma yaratır ama bebeğin bulduğu yol, yani sevgi nesnesini yok etmek yerine dış dünyadan dehşete kapılmayı seçmek ve sevgi nesnesinin himayesine sığınarak yakın olabilmenin koşullarını yeniden oluşturmak, insanı bir kültür varlığı haline getirir. Buradaki kritik seçim, aslında hasedin yok edici enerjisini uygun bir manevra ile geçiştirmektir. İnsanın bir kültür varlığı olabilmesinin, kalıcı ilişkiler kurabilmesinin en önemli belirleyicisi, hasedini tehlikeli olmaktan çıkarıp çıkaramamış olmasıdır. Zaten bunu yapamaması akıl hastalığına yol açar.
Böylece bebek, yansıtma mekanizması sayesinde annesiyle birlikteyken hasedin oluşturduğu büyük gerginliği yaşamaktan kurtulur. Tersine, tehlikelerle dolu bir dünyada annesinin yanında kendisini daha güvende hisseder fakat bir yandan da annesinin neler yapabildiğine bakarak ona benzemeye çalışır. Aslında bebek, annesinin “her şey” olmasına katlanamamakta, içten içe “her şey” olmaya hazırlanmaktadır, ancak bunu kendisine kanıtlayabilmek için yürümeyi ve konuşmayı öğrenmesi gerekmektedir. Bebek 9-12 ay arasında bütün ruhsal enerjisini anneye benzemeye çalışmak ve yeniden “her şey” olabilmek için seferber eder. Yürümeye başladığında, kaybettiği fantezisini yeniden yaratabilmek için tekrar seferber olacaktır.
Hasedini -öfke içeriğinin çok yüksek olması nedeniyle- yansıtamaması halinde bebeğin büyümesi durur. Öfke içeriğinin çok yüksek kalmasının hemen her zaman sebebi, anne-bebek bütünleşmesinin yaşanamamasıdır. Bu gibi durumlarda bebek ya annesiyle bütünleşmesini sürdürmeye ve ayrı varlıklar oldukları gerçeğini inkâr etmeye çalışacaktır ya da kendisinin her şey olduğuna inanmayı sürdürecektir. Annenin ayrı bir varlık olduğunun inkârı, “iç gerçeklik” ile “dış gerçekliğin” birbirinden ayırt edilememesine yol açar. İnsan bu durumda kendi hissettikleriyle başkalarının hissettiklerini birbirinden ayıramaz. Örneğin kendisine öfkeliyse, herkesin kendisine düşman olduğunu zanneder. Bazı akıl hastalarında görülen tablonun arka planını bu içerik oluşturur.