Nesne yatırımları
İHTİYAÇ YATIRIMI
Bir insana yönelen en ilksel yatırım, ihtiyaç yatırımıdır. Bebek, annesine önce ihtiyaçlarıyla bağlanır, ancak bebeğin birçok ihtiyacı da ona gösterilen duyarlılıkla oluşur. Sözgelimi iyi annelik almış insanlar hassastır, nüansları ayırt ederler, kendilerinin farkındadırlar; yetersiz annelik almış insanlar ise ince farkları, ayrıntıları ayırt edemezler, öfkelerinin, sıkıntılarının yeterince farkında değildirler. Bu iki insan arasındaki farkı oluşturan, ihtiyaçların benimsenme düzeyidir.
Anne bebeğine büyük bir ruhsal yatırım yapabildiyse ve onunla bütünleşme ilişkisi kurduysa, onun gerginliğini ve huzursuzluğunu giderebilir; onun varlığı bebeğin sakin ve huzurlu olmasını sağlar. Bunun yanında, bebekte gerginlik oluşturabilecek sıcak, soğuk, gürültü gibi her tür fiziksel etkene karşı koruyucu bir kalkan oluşturur; acıkma, susama, üşüme, terleme gibi, bebekte içsel gerginlik oluşturabilecek nedenleri ortadan kaldırır. Bebek, bütün bu işlevleri nedeniyle anneye bağlanmaya ve böylece acıktığını, susadığını, üşüdüğünü anlamaya başlar; annesine ihtiyaçlarını belli etmeyi öğrenir. Böylece bebek, annesine ihtiyaçlarıyla bağlanır. Bu nitelikteki bağlanmayı, iyi annelik almış 3 aylık bir bebekte gözlemeye başlayabiliriz.
Bebek, annesiyle ilişkisinde giderek yakınlık ihtiyacı, ilgi ve dikkati kendi üzerinde toplamak gibi ruhsal ihtiyaçlar da geliştirmeye başlar. Bebek/çocuk kendi ihtiyaçlarını benimsedikçe, bu ihtiyaçlara yaptığı ruhsal yatırım arttıkça, bunları karşılamasını beklediği kişiye olan bağlılığı ve yatırımı da artar. Böylece çocuk gelişirken, kendisine ve ihtiyaçlarına yaptığı yatırım arttıkça bağlanma kapasitesi ve sevgi nesnelerine olan yatırımı da artar. Bebeklik ve çocukluk dönemindeki bağlılıklarımız, büyük ölçüde ihtiyaç yatırımlarıdır.
Daha ileriki yaşlarda insan yetersiz kalıyorsa, kendi kendini idare edebilme becerileri gelişmemişse, yalnız kalmakta zorlanıyorsa, bağlılıkları yine büyük ölçüde ihtiyaçları üzerinden olacaktır. Yetişkinlik dönemindeki ihtiyaç ilişkileri karşılıklı bir sevgi ilişkisi olma vasfını kaybetse bile bir türlü sonlandırılamaz. Birbirlerine ihtiyaçlarıyla bağlanmış olan insanlar ayrılamazlar çünkü ilişkiye ve ilişkide oldukları kişiye, yalnızlık gibi nedenlerle oluşabilecek “kendini kötü hissetme” durumlarına karşı savunma oluşturmak veya hayat karşısında hissettikleri korkularının azaltılması gibi işlevler yüklemişlerdir.
Ancak insan, büyük bir ihtiyaç yatırımıyla bağlandığı kişiye yüksek bir ruhsal yatırım yapmış da olsa, onu tam anlamıyla sevemez çünkü ihtiyaç duyan ile ihtiyaç duyulanın ilişkisi, asimetriktir; bir taraf fazla ihtiyaçlı, öbür taraf daha fazla sevebilen bir durumdadır. Böyle olduğunda, ihtiyaçlı olanın diğerine haset etmesi kaçınılmazdır; onun iyiliğini isteyemeyeceği gibi, onun da kendisine çok ihtiyaç duymasını ister. Bir kadın erkek ilişkisinde, özellikle fazla ihtiyaçlı olan erkekse, ilişki sevgi ilişkisi mahiyetini muhafaza edemez çünkü bir kadının, çocuğu yerine koyduğu bir insanı koca olarak görmesi mümkün olmaz.
DÜRTÜSEL YATIRIM
Hatırlanacağı gibi, yeni doğan bebeğin dürtüleri tamamen öfkeyle karışık haldedir ve bir nesneye yönelme ve bağlanma niteliği taşımaz. Haz duymayı sağlayacak ve bağlanabilecek bir saf dürtü alanı ancak “ayrışma süreci” sonrasında oluşacaktır. Bu dürtüler bebeğin vücut yüzeyinde, teninde ve ağzındadır. Dürtüleri artıp da vücut yüzeyinde dürtü oluştuğunda, bebek kucağa alınma isteği göstermeye başlar. Annesinin kucağında olmaktan, yıkanmaktan, altının temizlenmesinden hoşlanır. Ayrıca beslenme sırasında haz aldığını ve iştahlı olduğunu da gözleriz. Bunun anlamı, bebeğin annesine ve beslenmeye olan ruhsal yatırımının artmış olmasıdır.
Haz almaya yönelik dürtülerin oluşması, bebeğin bağlanma kapasitesini artırır ve yakınlık duygusunun oluşmasına yol açar. Uyanan bebeksi dürtü, bir başka ifadeyle, bebeğin vücudunun dış yüzeyinde yoğunlaşmış haz alma kapasitesi içeren dürtü, onun bütünleşebileceği ve yakınlık hissedebileceği bir insana ihtiyaç duymasına ve ona yönelmesine yol açar. Bebeksi dürtü, dürtünün yöneldiği insanla yakınlık duygusu oluşturur ve bütünleşme ilişkisi yaşamaya yönlendirir. Bu yüzden, anne bebeği bu düzeye getirebiliyorsa, haz kapasitesi ve dürtüleri oluşan bebekler ilk 3 aydan sonra anneleriyle bütünleşme ilişkisine girerler.
Çocuk onu büyütebilen ve ruhen geliştiren bir ortama sahipse, dürtüleri 3 yaşından sonra cinsel bölgelerde yoğunlaşmaya başlar. Cinsel bölgelere erişmiş olan dürtü daha önceki ağız, vücudun yüzeyi ve bağırsak sisteminde yoğunlaşan dürtüden farklı olarak dış dünyaya yöneliktir ve çocuk doyum nesnesini dış dünyada aramaya başlar. Bu durum çocuğun sevme kapasitesinin artmasına ve normal gelişmede karşı cinsten ebeveyne âşık olmasına yol açar. Halbuki bebeklik sonrasında, 1-3 yaş arasında dürtüler anal bölgede yoğunlaşmıştı ve çocuk dürtüsel doyumunu kakası ile ilişkisi üzerinden üretiyordu. Dürtüleri vücut yüzeyinde, teninde olduğu dönemlerde kucak isteyen çocuk bu süreçte artık bebekliğe dönmek istemez; büyümüş olmak, kendine yetebilmek, kendisi üzerinde bir denetim oluşturmayı becermiş olmak kendisiyle ilgili algısını değiştirmiştir. Çocuk, yakınlık duygusu içeren bebeksi dürtüyü artık bebekleşmeden yaşamak istemektedir. Bunun yanında, dürtünün cinsel bölgelerle ilgili bir meşguliyet yaratması çocukta, artık birbirinden farklı olduğunu algıladığı bu iki cinsin birbirini tamamlaması arzusunu doğurur.
Her iki cinsten çocuğun da bebeksi dürtüleri anneye daha fazla yöneliktir. Cinsel bölgelerde yoğunlaşan bu yeni dürtüsel kapasite ilk önce, her iki cinsten çocuğun da kendisini en yakın hissettiği insana yönelir; bu kişi çoğu zaman annedir. Bunun ardından kız çocukları, kendi çocuksu algıları doğrultusunda babalarının “tam”, annelerininse “eksik” olduğunu algıladıklarında babaya yönelirler ve dürtüsel olarak onunla tamamlanmak isterler. Erkek çocukları ise dürtülerini annelerinde tutmaya devam ederler.
Cinsel bölgede yoğunlaşmış dürtülerin ebeveynlere yönelmesi, çocukların onlara olan bağlılığını artırır. Dürtülerin bir insana yönelmesi o insana yapılan ruhsal yatırımı artırdığı gibi, ona ilişkin algıyı da değiştirir; yöneldiğimiz kişi daha değerli hale gelir, yüceltilir. Ruhsal yatırım yapılan kişinin nitelikleri, özellikle de sevme kapasitesi uygunsa, ona yönelmiş olan kişinin içindeki bebek uyanır ve bebeklikte yaşanmış bütünleşme ve tamamlanma duyguları yeniden yaşanmaya başlanır. İçimizdeki bebeğin uyanması büyük bir yakınlaşma arzusuyla beraber büyük bir dürtüyü ruhsal alana katar. Bütün bunlar insanın sevme kapasitesinde bir süreliğine büyük bir artış sağlar ve ilişkiye kutsallık katar. Bu etkileri, “aşk” dediğimiz duygu durumunda açıkça görürüz.
Aşkı oluşturan temel dinamik, dürtülerin kısa bir süre içinde ve hızla bir aşk nesnesine yönelmesidir. Bir başka insana büyük miktarda dürtümüzün kayması, karşımızdaki kişiyi yüceltmemize yol açmıştır. Yani kişi olduğu haliyle değil, yüceltilmiş haliyle yatırımlandırılmaktadır. Yüceltmenin düzeyi bir çocuğun annesini ya da babasını yüceltme düzeyine eriştiğinde, aşk bir ruhsal regresyona yol açar. Kişiye yapılan ruhsal yatırım giderek yüceltilmiş ebeveyn imgelerine olan yatırımın niteliğine dönüşür. Bu durumda ruhsal yatırım kişinin kendisine değil de, içimizdeki yüceltilmiş sevgi nesnesinin imgesine yapılmış olur. Bu anlamda, aşkta karşımızdaki kişiyi değil, aslında içimizdeki ideal olanı severiz; sanki içimizde olanı dışarıda bulmuş gibi oluruz. Evet, yoğun bir sevgi duygusu deneyimlenir ama aslında sevdiğimiz şey, dürtü nesnesi vasıfları taşıyan kendi içimizdeki “iyi”dir. Tabii ki böyle bir durumda âşık olduğumuz kişiyi kaybetmekten çok korkar, onsuz bir hayat düşünemez hale geliriz.
Nitekim, yaşama şansı bulunduysa aşk bir süre sonra biter çünkü karşımızdaki insanı gerçek haliyle algılamaya başlarız, yüceltmelerimizi sürdüremez hale geliriz. Bu durumda ya gerçek sevgi başlar ya da kişilerin birbirlerine olan ilgileri tükenerek ruhsal yatırımları çekilir ve bir süre sonra da birbirlerinden sıkılmaya başlarlar. Vazgeçilmez olduğuna inanmak isteyen insanlarda, yani yatırımı narsisistik içerikli olan insanlarda kendilerinden yatırım çekilmesi büyük bir öfkeye ve yaralanmaya neden olur. Yeni bir aşk bulana kadar geride sarsılmış, öfkeli, kırgın, hatta bazen kinlenmiş bir insan vardır.
Aşk halinde dürtü sadece cinsel organlara yönelmez. Büyük aşklarda bebeksi dürtü de harekete geçer. Bu dürtü, cinsellik yaşama arzusuyla beraber bütünleşmeye, birbirine dokunmaya, sarılmaya yol açar. Aşka büyük bir yakınlık yaşama arzusu hâkim olabilir. Burada ve kitabın bütününde “yakınlık” olarak adlandırdığım durumun, duygunun aslında bebeğin anneyle bütünleştiği, hatta giderek onun üzerinden “Bölünmez Bütünlük”ün parçası olduğu yaşantıda hissedilen duyguya yakın olduğunu, kutsallık duygusunun da buradan kaynaklanabileceğini belirtmeliyim. Aşk ilişkisindeki bu bebeksi vasıflar kadınların aşkında daha belirgin olarak görülür çünkü kız çocuğunun gelişiminde dürtü vücutta daha fazla kalır, bu yüzden kadınlar vücutlarıyla daha çok meşguldürler ve bebeksi dürtü oranı dişilerde daha yüksektir.
Dürtü sadece cinsel bölgelerin dürtüsü mahiyetindeyse ilişki daha yüzeyseldir, yakınlık duygusu eksiktir ve birikmiş dürtülerin kullanıldığı yoğun bir cinsellikten sonra daha çabuk biter. Bu anlamda denebilir ki, aşk halinde, bebeksi yanımızla birlikte ilişkiye ruhumuz da büyük ölçüde dahil olur. Bir insanın aşk yaşama kapasitesi, bebekliğinde annesinin onunla kurduğu ilişkiyle doğru orantılıdır. Dürtüler büyük bir ruhsal yatırım potansiyeli sağlar. Yaşlılık dürtülerin zayıflamasına yol açtığı için, yaşlandıkça ruhsal yatırım kapasitemiz de düşer.