Yeni doğan bebek henüz dış dünyadaki herhangi bir varlığa bağlanmamış olduğu için, bütün ruhsal enerjisi narsisistik mahiyettedir; yani kendisine yöneliktir. Zaten bu enerji bir ilişki oluşturabilecek özelliklerde değildir çünkü yöneldiği nesneyi yok etmek ister (orijinal ruhsal enerji). Bebeğin ruhsal enerjisindeki öfke azaldıkça annesine bağlanabilecek bir yatırım kapasitesi oluştuğunu belirtmiştim; narsisistik enerjinin aksine, dış dünyaya yönelebilen bu enerji, nesne sevgisi enerjisidir. Narsisistik enerji ve bu enerjiyle yapılan yatırım ise temelde insanın kendisine yaptığı yatırımdır.
İnsanın esas narsisistik yatırımı kendiliğine, vücuduna, algı sistemine, amaçlarına yaptığı yatırımdır; bu sayede kendimizi bir varlık olarak algılayabilir, güvenebilir, sahip çıkabiliriz. Fakat insanın kendisine yapabildiği yatırım, bebekliği ve çocukluğu boyunca kendisine yapılan yatırım kadardır. Kendine yatırımı az olan insanların narsisistik enerjileri kendini önemseme içerikli fantezilere bağlı kalır. Bu durumda kişi sürekli kendisine fantezilerine uygun biçimde davranılmasını bekler ve beklentilerine uygun davranılmadığında da alınır, öfkelenir, hatta kinlenir ve düşman olur.
Narsisistik enerji büyüklük fantezilerinin dışında ideal bir benlik geliştirmek, ideal özellikler oluşturmak için de kullanılır ve yeterliliğin artmasına hizmet eder. Çocukluk döneminde haset ettiğimiz insanlara benzemek isteriz, onlar gibi olup onlara haset etmekten kurtulmaya çalışırız. Haset enerjisinin yok ediciliği azalmış kısmı özdeşimler için kullanılır ve kişiliğin oluşmasında ve güçlenmesinde önemli bir rol oynar.
Bu yapıcı niteliklerine rağmen, sevgi ilişkisi söz konusu olduğunda narsisistik yatırım karşımızdaki insanı kendi parçamız yaparak, kendimize ait bir varlık olarak telakki edip sevmemize neden olur. Bu da elbette ilişkide birtakım sorunlar yaratır. Bu durumda, kendimize yaptığımız yatırımın bir kısmını narsisistik yatırım mahiyetinden kurtarmadan başka bir varlığa yönlendirmiş oluruz. Parçamız olarak algıladığımız kişinin bizim istediğimiz gibi olmasını veya davranmasını bekleriz doğal olarak. Bu olmadığında öfkelenir ve suçlamaya başlar, onun kendisi olmasına izin vermek istemeyiz.
İnsanın yatırım yaptığı varlığı kendine ait kılmaya çalışmasının nedeni, öfkeli haset enerjisinden kaçınma çabasıdır; bir şey bize aitse, ona haset etmemize gerek kalmaz. Böylece bizim olan, bize ait olan şey/varlık bir parçamız, uzantımız haline getirilmiş olur. Bu yapıdaki insanlar kıskanç olurlar. Kendilerine ait olarak gördükleri varlığın kendilerinden başka bir şeyle ilgilenmesi onları çok öfkelendirir. Bu durum, yatırım yaptıkları nesnenin onlara ait olmadığını, onun başka ilgileri ve meşguliyetleri olan farklı bir insan olduğunu gösterdiği için bir türlü kabul edilemez, öfke uyandırır. Bu kabulü imkânsız hale getiren, yatırımın narsisistik niteliğidir.
Bu anlamda, nesne sevgisi enerjisiyle narsisistik enerji arasındaki fark daha belirgin hale gelir. Bazen de duyduğumuz sevgi ile önemli olma ihtiyacımız birleşir; o zaman kurtarıcı olmaya çalışırız. Narsisistik yatırımlarla sevgi yatırımının iç içe geçtiği bir durumdur bu. Narsisistik kısım ne kadar fazlaysa, bu tutum bizi o kadar sıkıntıya sokacaktır çünkü kendimizi fantezilere kaptırıp önemsemeye kayarak gerçeklikten uzaklaştığımız ölçüde yanlış yaparız.
Sağlıklı bir gelişme çizgisi yaşayan bir insanda bebeklikteki yatırım alanı giderek küçülür. Başkalarını kendimizden ayrı varlıklar olarak algılamamızı ve onlara bu kabul üzerinden yatırım yapabilme kapasitemizi oluşturan nesne sevgisi alanı da yaşla beraber büyür. Ancak yeterli annelik alamamış insanların ruhsal yatırım kapasitesinde narsisistik yatırım alanı fazla kalır. Bağlanma kapasiteleri, bir varlığı kendilerinden ayrı ve farklı olarak algılayarak nesne sevgisi yaşayacak yeterlilikte değildir. Bu durumdaki bir insan çocuk sahibi olmak veya dürtüsel bir sevgi ilişkisi yaşamak gibi bir deneyim içinde ancak narsisistik bir yatırım yapabilir. Ortaya ya çocuğunu kendi uzantısı gibi algılayan ve bu yüzden onun kendisi olmasına izin veremeyen, kendisinden beklediklerini çocuğundan bekleyen bir ebeveyn veya kıskanç bir eş çıkar.
Kırklı yaşlarının başındaki bir erkek hasta çocukluk aşkı olan eşinden sıkıldığını, onunla paylaşacak bir şeyi kalmadığını, cinsel hayatlarının bittiğini anlatıyordu. Her ikisi de evlenmeden önce başka bir flört yaşamamıştı. Hasta, eşinin evlilik süresi içinde kendisini geliştirmediğini, her şeyi ondan beklediğini, kendisininse hem iş hem de aile hayatında çeşitli sorumlulukların altına girerek çok değiştiğini söylüyordu. Hasta eşinden sıkıla dursun, eşi kocasına olan yatırımını sürdürüyordu. Onu rahat ettirmek, ilgisini ve dürtülerini üzerinde tutabilmek için elinden gelen her türlü hizmeti yapıyordu.
Hasta, eşinden ayrılamadığını ama onunla mutlu olma ihtimalinin de olmadığını söylüyordu. Ayrılamama sebebinin de, boşanırlarsa eşinin başka birisiyle evlenmesine veya bir cinsellik yaşaması ihtimaline katlanamaması olduğunu dile getiriyordu. Bir yandan da bu söylediklerinden utandığını, bunun ne kadar büyük bir bencillik olduğunun farkında olduğunu ekliyordu. Hastanın böyle hissetmesine ve ayrılamamasına sebep olan şey temelde, eşinin başka birisiyle cinsellik yaşamasının aslında kendisinin cinsel tacize maruz kalması gibi bir acı oluşturacağıydı çünkü eşine, onun kendisinin bir parçası olduğu şeklinde tamamen narsisistik mahiyette bir yatırımı vardı. Bu hastanın yaşadığı çatışma, birbirleriyle geçinemedikleri halde ilişkilerini sürdürmeye çalışan birçok çift için de geçerlidir. Eşini sevmediği halde ondan ayrılmaya cesaret edemeyen hastanın içine düştüğü çıkmaz, aslında yaygın bir durumdur.
İnsanın kendisine olan gerçek yatırımı düşük olunca, narsisisitik fantezilere yapılan yatırımının fazla olacağını ifade etmiştim. Narsisistik fantezilerin karşılanması yönündeki beklentiler birçok narsisistik ihtiyaç yaratır. Bu kişiler biricik olmayı, vazgeçilmez olmayı, bütün dikkatleri üzerlerinde toplamayı, en önemli, en bilen, en güzel olmayı ve bunun gibi birçok üstünlük simgesini gerçekleştirebilmeyi beklerler. Eğer onlara bu beklentilerine uygun davranılırsa, narsisistik fanteziler karşılanmış olacaktır. Aslında narsisistik ihtiyaçların karşılanması, karşıdaki insanın silinmesine, yok edilmesine yol açar. Sözgelimi eğer bir insan vazgeçilmezse, herkes onun kahrını çekmeye mecbur demektir ya da birisi sürekli en ön plandaysa, başkaları arka planda olacaktır; birisi çok önemliyse, diğerleri önemsizdir.
Bundan da anlaşılmaktadır ki, bir insanın narsisistik ihtiyaçları ne kadar fazlaysa, karşısındaki insanı o kadar silmektedir çünkü narsisistik kişi kendi fantezilerinin/ihtiyaçlarının çekiminden kurtulup da karşısındaki varlığı ve onun ihtiyaçlarını göremez. Özetle, narsisistik ihtiyaçlar kişiyi sevemez hale getirir. Bu yüzden, bir insanın sevilmek, anlaşılmak, paylaşmak, görülmek, fark edilmek gibi gerçek ihtiyaçlarıyla, karşılandığı takdirde karşı tarafı yok eden, silen, değersizleştiren, fartezilerin karşılanması işlevine yönelik narsisistik ihtiyaçlarını aynı kategoride görmemek gerekir.