Ruhsal enerjinin, beslenme dışındaki herhangi bir amaç için kullanılamayan orijinal halinden, hayat içinde çeşitli durumların altından kalkabilmemizi, anne babalık yapabilmemizi, en büyük bağlılıkları yaşayabilmemizi, haz duyarak sevişebilmemizi sağlayacak bir niteliğe dönüşmesi çoğu zaman iç içe geçmiş iki ayrı süreçte gerçekleşir. Bu süreçleri “ayrışma” ve “dönüşme” olarak adlandırmıştım.
Başlangıçta bebeğin yatırım yapabilecek, ilişki oluşturabilecek bir ruhsal enerjisi yoktur; onunki daha çok, yıkıcı bir enerjidir; nesnesini muhafaza edemez. Öfke ve dürtü karışımı halindeki orijinal enerjisi ancak dönüştükten ve ayrıştıktan sonra bebek de annesiyle ilişki kurabilecek hale gelecek ve giderek “bütünleşme ilişkisi” yaşanacaktır. Bu iki yanlı ilişkinin oluşabilmesi için gereken ruhsal malzemeye bebek ancak 3. ayında ulaşır.
Dönüşme sürecinde orijinal ruhsal enerji, bir başka ifadeyle haset enerjisi, bünyesinde eşit miktarda ve birbirinin içinde erimiş halde bulunan öfke ile dürtünün öfke içeriğinin giderek azaldığı bir değişim sürecine girer. Ayrışma sürecinde ise öfkeden tamamen arınmış bir “mutlak/saf dürtü alanı” ile, dürtüden tamamen arınmış bir “mutlak/saf öfke alanı” oluşmaya başlar.
Dönüşmüş enerji, bebeğin bakımı ve beslenmesi sırasında oluşur. Bu enerjinin oluşması için bebeğe annesinin bakması gerekmez. Güvenilir, tecrübeli ve kendisi doğurmasa dahi bir bebeğe yatırım yapabilecek nitelikleri olan, çocuğa karşı sevgi hisseden, iyi niyetli herhangi bir bakıcı dönüşmüş enerjinin oluşmasını sağlayabilir. Beslenme esnasında, besleyen ister doğuran anne olsun ister bir bakıcı, sadece beslenme için kullanılabilen orijinal enerjinin öfke içeriğinde azalma olur. Bunun nedeni, bebeğin beslenme üzerinden, haset enerjisinin niteliğine uygun olarak bir yok etme tatmini yaşamasıdır, dolayısıyla öfkenin yok etme içeriğinde azalma meydana gelir. Böylece, bebeğin bakımı sırasında da öfke içeriği giderek azalan bir enerji alanı oluşmaya başlar.
Dönüşme sürecinde oluşan, öfke içeriği zamanla azalan ama hiçbir zaman yok olmayan dürtüsel enerji, ayrışmış/saf dürtüsel enerjiden farklı olarak bütünleşme için kullanılamaz çünkü içinde mutlaka bir miktar yok edici öfke taşır. Dolayısıyla bu şekilde açığa çıkan dürtü sınırlı ölçüde haz yaratır. Bu enerjiyle uzun süreli bir dikkat yoğunlaşması mümkün olmaz. Kişi çabuk yorulur çünkü yöneldiği nesneyle bütünlük oluşturamaz ve bir süre sonra sıkılır. Söz konusu enerjiyle öfke deşarjı imkânı taşıyan bedensel bir iş yapmak mümkünken, oturarak yapılan kitap okumak, ders çalışmak gibi faaliyetleri sürdürmek çok zordur çünkü ruhsal enerjinin içindeki öfkeyi boşaltmanın en uygun yolu, hareket etmektir. Hareket ederken öfkenin bir kısmını kullanmış oluruz ve ondan kurtuluruz. Ruhsal enerjisi ağırlıklı olarak dönüşmüş nitelikte olan kişi kısa sürede kendisini hareket etmeye mecbur hisseder.
Hayatımızdaki birçok eylem, aslında bir öfke içeriğiyle bir arzuyu içerir. Örneğin bir yerden bir yere giderken, aslında bulunduğumuz yerden memnun değilizdir, olmak istediğimiz yerde olabilmek için hareket ederiz. Başka bir ifadeyle, öfkeden kaçınmak için yola çıkmışızdır. Bir yandan da, olmak istediğimiz yer bizim için bir çekim oluşturmaktadır; varmak istediğimiz yere veya amacımıza yönelik bir ruhsal yatırımımız oluşmuştur. Yatırımın oluşturduğu isteğe ve arzuya onay verdiğimiz için bu zahmete katlanırız. Böyle bir durum, ancak içinde öfke olan bir enerji biçimiyle gerçekleştirilebilir. Nitekim hareket enerjisi, öfke barındıran bir enerji biçimidir. Öğrenmek ise bir içeriği, bilgiyi kendine mal etmenin bir yoludur. Bir sorunsalı çözebilmek, bir zayıflığı ya da yetersizliği aşabilmek için, birilerinin sahip olduğu bir bilgiyi içimize alıp, onların bilgisini kendi bilgimize dönüştürmenin bir yoludur. Yok edici olmayan, kimseye zarar vermeyen ve gıda kadar somut olmayan bir beslenme biçimidir aslında. Öğrenme sırasında kullanılan ruhsal enerji, öfke içeriği çok azalmış, yok ediciliği tamamen ortadan kalkmış ama yine de içine alma, kendine ait kılma gibi, orijinal ruhsal enerji kalıbının devam ettiği bir enerji biçimidir.
Bu tip durumlarda kullanılan ruhsal enerji, bebeklikte, beslenme sırasında orijinal ruhsal enerjinin kullanılması ve böylece bu enerjinin yok edici öfke içeriğinin azalmasıyla oluşur. Demek ki ihmal edilmeyen, iyi bir bakım gören bebek, beslenme dışındaki amaçlar için kullanabileceği bir enerjiye sahip olur. Bu enerjinin en az dönüşmüş kısmı ile bebeğin dokunma, tutma, ağzına sokma gibi belli amaçları gerçekleştirmek için elini, kolunu oynatması, çeşitli kaslarını kullanması mümkün hale gelir. Daha fazla dönüşmüş kısmı ise çeşitli öğrenme amaçları, zihnin geliştirilmesi ve böylece çevre üzerinde bir hâkimiyet sağlamak için kullanılır.
Ruhsal gelişmenin sürükleyicisi ise, ayrışma ile oluşan mutlak/saf dürtü ve mutlak/saf öfke alanıdır. Bu süreci sağlıklı olarak oluşturup ilerletebilecek kişi sadece annedir. Doğumla birlikte paramparça olmuş bebek, sadece kendisiyle “bütünleşme” ilişkisi kurabilecek bir varlık tarafından sakinleştirilebilir. Ancak böyle bir bütünleşme ilişkisi bebeğin doğumla birlikte kaybettiği “Bölünmez Bütünlük”ün parçası olma deneyimini az çok karşılayabilir. Anne ise bebeğini karnında büyütmüştür, onu kendi içinden çıkan bir parçası olarak algılamaktadır ve onunla kurabileceği ilişki, zaten bütünleşme ilişkisi olacaktır.
Anne, ancak akıl hastalığı varsa, gebelik veya lohusalık psikozu geçiriyorsa ya da bebeği benimsemeyi reddediyorsa kendi doğurduğu bebekle bütünleşme ilişkisi kuramaz. Bu durumlarda bebeğe karşı bilinçaltında çok büyük bir öfke vardır. Bunun dışında anne, içinde bulunduğu koşullarda, çoğu zaman kocasına veya kayınvalidesine karşı çok büyük bir öfke taşıyorsa, ruhsal enerjisi çok öfkeli bir içerikte olduğu için bebeğiyle ilişki kuramaz ve bütünleşemez. Yoğun öfke, ilişki kurma kapasitesini ortadan kaldırır.
Bebeğin orijinal ruhsal enerjisinin ayrışmasını sağlayan, annenin bebeğiyle kurduğu bütünleşme ilişkisidir. Böylece, karışım halindeki orijinal ruhsal enerji saf dürtü ve saf öfke olarak ayrışır. Saf dürtü enerjisi yöneldiği nesneyle bütün olmak, aynı olmak ister; kalitesi çok yüksektir, bebekte dikkat ve haz kapasitesi oluşturur ve yıkıcılık içermeyen bir bağlanmayı sağlar. “Dikkat” olarak nitelendirdiğimiz özellik de, saf dürtü enerjisiyle oluşur. Başka bir ifadeyle, herhangi bir şeye dikkatimizi bağlamamız, onunla bütünleşmekte olduğumuz anlamına gelir. Dikkat, zaten ruhsal enerjinin bir nesneye, bir duruma bağlanması, ilgilendiğimiz nesne veya durumla kurduğumuz ilişkidir. Bunu yapabiliyorsak, “dikkatimiz yoğun” ya da “yoğunlaşma kapasitemiz yüksek” demektir. Anlaşılıyor ki, saf dürtü bebeğe hazzın yanında bütünleşebilme ve dikkat oluşturma yeteneği kazandırıyor.
Saf dürtü enerjisinin oluşmasının en önemli sonuçlarından biri, bebekte “haz alma kapasitesi”nin oluşmasıdır. Bebek, başlangıçta ağzından ve vücudundan haz alır. Haz kapasitesi oluşmadan önce bebek için beslenmek bir gerginlik azaltma yoluyken, haz kapasitesi oluştuktan sonra memeden/beslenmekten haz almaya başlar. Aynı şekilde, annesinin kucağında olmak, onun bedeniyle temas halinde olmak ister. Ayrışmış saf dürtü miktarı arttıkça, bebek annesine daha çok bağlanır, annesiyle ilişkisini güçlendirir. Yeni doğmuş bebek annesi kendisiyle bütünleşme ilişkisi kurduğunda sakinleşirken, saf dürtüsel bir alanı oluşmuş bebek bu bütünleşmeyi ister ve kendisi de annesiyle bütünleşerek bu ilişkiye katkıda bulunur. Böylece, daha önce sadece anneden kaynaklanan bütünleşme çabasına bebek de katılmaya başlar. Bebek anneye bağlandıkça, “yok olma” korkusu da azalır çünkü anneye bağlanmak, aslında bu dünyaya bağlanmak demektir ve yok olma korkularının ortadan kalkması için insanın bu dünyanın bir parçası haline gelmesi gerekir.
Yeterince saf dürtüsel alanı oluşmuş bir bebek, gelecekte de cinselliği sadece bir gerginlikten, birikmiş bir ihtiyaçtan kurtulmak için değil, haz alarak yaşayan bir erişkin olacaktır. Saf dürtüsel alanı gelişmiş insanların cinsel hayatları canlı ve aktif olur; bu insanların cinsel gücü fazladır. Neredeyse denebilir ki, ayrışmış ve öfkesiz bir dürtü alanı, gelecekte hayatın en güzel, en anlamlı taraflarını oluşturacak, bir insanın mutlu olmasını sağlayacak en önemli malzemedir. Bu malzemeyle dikkat, ilgi, anlama arzusu, bağlanma ve sevgi oluşur.
Elbette dikkat kapasitesi yüksek, işine, çevresindeki insanlara bağlanabilecek, onlarla ilişki oluşturabilecek, onları anlamak isteyen bir ilgiye sahip bir insan hem sevilecek hem de başarılı olacaktır. Hayatını anlam üzerine kurabilecek bir malzemeye sahiptir; anlam, ne yüksek statü simgelerine sahip olmakta, ne korkusuzlukta, ne de rahat etmektedir; anlam, sevgidedir. Böyle bir insanın bütün meselesi bu malzemeyi doğru kullanabilmektir.