Yeni doğan bir bebeğin orijinal ruhsal enerjisinin iki temel niteliği vardır: Bir şeye ilgi duymak ve ilgi duyduğu şeyi yok etmek. Bu nitelikleriyle orijinal ruhsal enerjinin en uygun kullanım biçimi, beslenmedir; bu amacın dışında kullanılamaz. Zaten yeni doğan bir bebeğin beslenme dışında yapabildiği şeyler sadece yakalama refleksiyle bağlantılı olanlardır. Yakalama refleksi de beslenme sırasında ağzın yaptığını elin yapması gibidir. Bebek, avucuna değen nesneyi tutar ve kendine ait kılar, ağız ve dudaklar da, kendisine dokunan her şeyi içine alarak kendine katar. Bu benzerliğin nedeni, her iki durumda da aynı enerjinin kullanılmasıdır.
Orijinal ruhsal enerji her an bebeğin ruhsal alanında değildir. Örneğin bebek uyurken enerji ruhsal alandan çekilmiştir, bebek anne karnındaki gibidir. Annesinin kucağında meme emerken bebeğin ruhsal alanında bu beslenmeyi sağlayacak kadar enerji varsa, bebek huzurlu bir biçimde emer, fakat ruhsal alanda gerektiğinden fazla orijinal enerji varsa, bebek huzursuz ve gergindir. Bu noktada, “ruhsal alan” kavramıyla ne kastettiğimi anlatmam gerekiyor.
Anne karnındaki bebeğin kendisini “Bölünmez Bütünlük”ün bir parçası zannettiğini anlatmıştım; bu aynı zamanda “her şey olmak” anlamına gelir. Bebek, daha anne karnındayken bile annesiyle arasında bir ilişki oluşmasına ve onunla etkileşim içinde olmasına rağmen, henüz bir benlik bilincine sahip değildir çünkü büyük bütünlükten ayrılmamıştır. Varlığın, “benlik bilinci” dediğimiz, kendisinin ayrı bir varlık olduğuna dair farkındalığı, ancak “Bölünmez Bütünlük”ten koptuktan, “hiç olma” deneyimi yaşandıktan, yani doğumdan sonra oluşmaya başlar. Normal gelişme koşullarında uygun bir büyüme ortamına sahipse, bebek, kendisinin ayrı bir varlık olduğunu ancak 9. ayda kabul edecek hale gelir. Bebeğin doğumla oluşan benlik bilinciyle, kendisini ve dünyayı/annesini ayrı var oluş durumları olarak ayırt etmesi aynı zamana denk gelmez. Bu farkındalık için bir gelişme gerekmektedir.
Bebeğin ruhsal alanının oluşumunu dış dünyayla ilişkisi, gerek dış dünyaya yönelimi, gerekse dış dünyanın başlangıçta anne üzerinden onun ihtiyaçlarına gösterdiği duyarlılık, bu ilişki içinde yaşanan her türlü deneyim ve duygu sağlayacaktır. Ancak doğum travması yatışmadan bebek ruhen var olmaya başlayamaz çünkü travma durumu taşınamaz bir durum oluşturur ve “an”, “şimdi”, “deneyim” başlamaz. Bu durumda bebeğin fantezi dünyası travmayı uzak tutma işlevi görür. Bebek anne karnındaki huzuru oluşturan algısını sürdürmeye çalıştığında, fantezi dünyasına sığınmış olur. Böylece, hâlâ “Bölünmez Bütünlük”ün parçası olduğuna ve kendisinin “her şey” olduğuna inanmış olur; bir yandan annesinin bebeği, bir yandan da “Bölünmez Bütünlük”tür. Annesi her aksadığında fantezi dünyasına sığınacaktır. Böylece bebeğin, özellikle annesiyle olan reel ilişkisi, bu ilişki içinde yaşadıkları ve oluşan duyguları, fantezi dünyası ve daha sonra oluşacak olan zihni onun ruhsal alanını oluşturacaktır.
Bebek, içinde bulunduğu bir anda kendisinin “her şey” olduğuna inanabiliyorsa, tekrar anne karnındaki huzurlu yaşantı oluşur. O sırada bebeğin ruhsal alanında öfke-dürtü karışımı enerji kalmaz. Her şey olduğuna inanma hali, orijinal ruhsal enerjinin, tıpkı anne karnında olduğu gibi ruhsal alanın dışında kalmasına yol açmaktadır. Bebek, ruhsal alanını bu fanteziyle öfkeli enerjiden temizlemiş, anne karnındaki cennete geri dönmüş olur.
Demek ki ruhsal alanda bulunan, öfke ile dürtünün tam bir karışım halinde olduğu ve büyük bir gerginlik, korku ve sıkıntı oluşturabilen öfkeli enerjinin miktarıyla fanteziler arasında doğrudan bir ilişki vardır. Aslında fantezilerin işlevi, orijinal enerjiyi ruhsal yapılanmanın taşıyabileceği, kabul edilebilir sınırlarda tutmaktır. Kısaca, orijinal ruhsal enerji beslenme için kullanılmıyorsa ya da o anda bebeğin ruhsal alanında fazla miktarda bulunuyorsa gerginlik, sıkıntı, öfke ve korku oluşturur. Gerginlik ve öfke arttıkça, durum, bebeğin doğum travmasında yaşadığı yok olma deneyimine benzemeye başlar ve duygu karışımına “yok olma ve hiç olma” korkusu da eklenir. Anne, bebeğine gösterdiği duyarlılıkla ve onunla kurduğu ilişkiyle bebeğin kendisini her şey zannetmesini sağlayabiliyorsa, bebek tekrar öfkesinden kurtulur. Bebeğin açığa çıkan öfkesi ne oranda orijinal travmaya, yani doğum travmasına benziyorsa, kendisini kötü hissetmesinin şiddeti de o oranda artacaktır.
Şizofreni gibi ağır akıl hastalığı tablolarında bu enerjinin ruhsal alanı dolduruşunu, önce müthiş bir gerginliğe ve öfkeye, sonra varlığın kendisini de kapsayacak şekilde her şeyin yok olmasına, bütün yatırımların çözülmesine yol açması şeklinde görürüz. Eğer hasta bir fantezi sistemi yaratıp onun içeriğine tutunabilirse, bu fantezi dünyasında yaşar. Fakat bunu yapamazsa, hastanın bütün yatırımları çekilir ve tam bir sessizliğe ve yalnızlığa gömülür. Akıl hastalıklarında bütün ruhsal alanı kapladığı görülen bu enerji herhangi bir çaba, farkındalık ve irade ile denetlenemez. Ancak anti-psikotik denen ilaçlarla denetlenmesi mümkün olabilir. Ruhsal organizasyonun bu enerjinin açığa çıkmasını engellemek için kullandığı başlıca yol, fantezilere inanmaya çalışmaktır. Bunun için, başta inkâr ve omnipotan kontrol olmak üzere çeşitli savunmalar kullanılır. Daha hafif durumlarda yansıtma savunması kullanılır. Fantezilerin temel işlevi, bu yok edici enerjinin açığa çıkmasına karşı tampon olmasıdır.
Beslenme eylemi, yani “içine alarak yok etme ve içine aldığı şeyi kendisinin bir parçası haline dönüştürme” tam da orijinal enerjinin tabiatına uygundur. Bu nedenle, sadece bu enerjiye sahip olan yenidoğanın beslenmek dışında bir işlev oluşturma kabiliyeti yoktur. Bebeğin yapabildiklerinin artması enerji içeriğindeki dönüşüm sayesinde olur. Bir bebek amaçlı hareketler yapmaya başladığında, örneğin bir nesneyi alıp dikkatlice ağzına götürdüğünde, yine onu yiyip yok etmek istemektedir ama artık nesneye dikkatini bağlayabilmesi, el ve kol kaslarını amaçlı bir biçimde kullanabilmesi için ruhsal enerjisinin içeriğinde öfkesiz ve orijinal ruhsal enerjiden farklılaşmış az öfkeli bir enerji alanı oluşmuş durumdadır. Bir bebek gülmeye başladıysa, annesinin yüzüne bakıp sevinç gösteriyorsa, artık annesine kalıcı bir yatırım yapmaya başladığını, ruhsal alanında öfkeden arınmış bir ruhsal enerji oluştuğunu söyleyebiliriz.
Gerçekten de, ruhsal enerjinin öfke içeriğinin azalıp azalmadığını bebekteki gelişmeye bakarak söyleyebiliriz. Bebekteki her türlü gelişme, ruhsal enerjisinin içeriğinde bir değişim olduğu için gerçekleşir. Bir bebeğin amaçlı hareketler yapabilmesi, anneye bağlanması, anneyle bir ilişki oluşturması ancak ruhsal enerjisinin öfke içeriği azalıyorsa mümkündür. Ruhsal enerji öfkesinin bir kısmından kurtulduğunda, artık bu enerjinin oluşturduğu duygu gerginlik, sıkıntı, korku ve öfke değildir. Örneğin huzursuzluktur, dikkat bozukluğudur. Öfkesi daha da azalmış enerjiyle amaçlı hareketler yapabilmek, öğrenmek mümkün hale gelir. Öfkeden tamamen arınmış enerji ise ilişki kurmak, bağlanmak, haz almak ve daha sonra da sevmek için kullanılacaktır. Ruhsal enerjinin bu değişim sürecini anlamak, insanın insanlaşma ve gelişme sürecini ve akıl hastalıkları gibi insanlık durumlarını anlamanın anahtarıdır.