Omnipotansın anneye aktarılamaması

Kişilik organizasyonunun hayatta kalma becerilerinin artırılmasına yönelmesinin ön koşullarından biri, çocuğun 1-1,5 yaş arasında anneyi bırakıp onun yerine dış dünyayı kendisine yatırım nesnesi haline getirebilmiş olmasıdır. Bu sırada dünyayı keşfetme ve fethetme gayreti içerisinde canı fazlasıyla yanan çocuk becerileri arttıkça tehlikelerin de azaldığını fark eder. Daha önce bir çekmeceyi karıştırırken elini sıkıştıran çocuk, bu olmadan da çekmeceyi karıştırabileceğini öğrenir, düşmeden koşabileceğini anlar. Bu deneyimleri yaşamış bir çocukta yeni beceriler geliştirmek ve kendisini geleceğe hazırlamak veya daha önce öğrendiği bir şeyi tekrar ederek pekiştirmek temel amaç haline gelir. Ancak önce, bunu yapamayan çocukların durumuna değinmekte fayda var.
Çocuğun tehlikeleri, öğrenerek ve kendini geliştirerek azaltabileceğini anlayamaması veya bu anlayışı hayata tam olarak geçirememesi, onun dış dünyaya yönelmesini engeller. Bu durum kendisini çocuğun özelliklerinde gösterir. Ortaya çekingen, ürkek, denemekten kaçınan, bu yeni duruma uyum sağlamakta zorlanan, yabancı bir yere gidildiğinde annesinin yanından ayrılmayan bir çocuk çıkar. Bu çocuk dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu algılamış ve dünyaya yönelmemeyi seçmiştir çünkü deneyip öğrenmeye, bu sırada canının yanmasını göze almaya cesareti yoktur. Bunun bir başka ifadesi, çocuğun onunla güçlü bir ruhsal bağ kurmuş bir annesinin ve yeterince ayrışmış ruhsal enerjisinin olmadığıdır.
Bu durumda çocuk büyük bir olasılıkla bebeksi omnipotan fantezilerini muhafaza etmek zorunda kalır, kendini devamlı kötü hissetmekten ancak bu fantezilere olan inancını sürdürerek kaçınabilir. Gerçeğe yeterince yönelemez ve “kendini kötü hissetmekten kaçınma” üzerine oturan kişilik örgütlenmesi sürer. Kendisini olduğundan daha yeterli ve mükemmel, hatta insanüstü olarak addetmeyi sürdürmek zorunda kalır.
Çocuğun omnipotansını denemeye kalkışmaması ise, omnipotansın anneye aktarılamaması konusunda en sık karşılaşılan sebeptir ve bir yanıyla da ilk hâkim duygunun, “kendini kötü hissetmekten kaçınma” üzerine kurulu kişilik organizasyonunun konusudur. Böyle bir çocuk bebeklik döneminde yetersiz annelik almıştır, dolayısıyla ruhsal alanında fazla miktarda orijinal ruhsal enerji bulunmaktadır. Yürümeye başladığında, bir iki kere canı yandıktan sonra ürkek ve çekingen bir ruh haline kayar çünkü bu çocukların böyle bir durumda “kendilerine bir şey olmayacağına”, “her şeyin onların isteğine göre olacağına” ilişkin fantezileri sarsılır, dahası, “yok oluş” korkusuna sebep olacak bir altüst yaşarlar. Omnipotansını deneyimlemeye çalışan normal çocuğun coşkulu halini böyle bir çocukta görmeyiz. Bu sarsıntı yüzünden ruhsal alana büyük miktarda orijinal enerji çıkar, yok olma korkusunu yaratan da bu enerjidir ve çocuk öfke, korku, gerginlik, sıkıntı karışımı olan kendini kötü hissetme duygusuna geriler. Basit bir düşme sonucunda büyük bir ruhsal sarsıntı yaşayan çocuk deneme cesaretini kaybeder. O zaman kaçınılmaz olarak, hayatla yüzleşme imkânı oluşamadığı için çocuğun omnipotansı fantezi dünyasında kalır.
Bütün ağır kişilik bozukluklarında, sınır vakalarda ve elbette gelecekte psikotik tablolar geliştirecek kişilerde omnipotans fantezide muhafaza edilmiştir. Bu kişiler ruhsal dengelerini “kendilerine bir şey olmayacağı”, “hiçbir şeyin onlar için tehlike oluşturmayacağı” inancı üzerine oturttukları için kolay kaza yaparlar, kendilerini büyük hayal kırıklığı yaşayacakları durumlara çok kolay düşürürler. En kötüsü, derinlerde bu fantezileri sürdürmek gerçeklikle ilişkinin çok zayıf olmasına yol açar. Dış gerçekliğe bir türlü uyum sağlayamaz, hayatın dışında kalırlar. Hayata girmeye çalıştıklarında başlarına gelen olaylar sonucu bütün ruhsal dengeleri, açığa çıkan orijinal ruhsal enerji nedeniyle allak bullak olur. Bu yüzden, hayatın içinde olmayı gerektirecek durumlardan kaçınmaya uğraşırlar; sıklıkla çalışamayacak, arkadaşlık yapamayacak, özel hayatlarını sürdüremeyecek durumlara girerler.
Bebeksi kişilik örgütlenmesinde kalmış çocuğun kavramsal gelişimi ise sadece zihinle ilgili bir durumdur, fakat çocuk ruhen, kendisine bir şey olmayacağına inanmaktadır -omnipotan fantezilerini sürdürmektedir- ama aklı, sözgelimi arkadaşlarını kızdırırsa hayatının zorlaşacağını bilmektedir. Bu durum, yani fantezi dünyasının söyledikleriyle aklın söylediklerinin farklı olması, varlığını giderek akıl üzerinden sürdürmek gibi bir özelliğe de yol açar.
Zihin dış gerçeklikle ilişkiden oluştuğu için, buna uygun olarak yapılanır ve oluşumu gereği dış gerçekliği kabul etmiştir, etmediği durumlarda zaten oluşmaz. Sözgelimi birçok çocukluk psikozu zekâ geriliği zannedilir, çünkü bu çocuklarda dış gerçekliğe yönelim olmadığı için zihin henüz gelişmemiştir. 1 yaşındaki bir çocuğun durumuna baktığımızda, başlangıçta, düşerek canı yandığında böyle bir şey olmamış gibi davranmaya çalıştığını gözleriz. Kalkar, yine koşmaya devam eder, çok canı yandıysa ağlar, kısa süre sonra susar ve bir şey olmamış gibi yapar. Fakat bir süre sonra ya bu inkârı sürdüremeyecektir ya da kendisine bir şey olmayacağını söyleyen fantezi dünyasına çekilecektir. Fantezi dünyasına çekiliyorsa, denemekten vazgeçer; bu, yok edici öfkesinin ve yok olma korkusunun büyük olduğu anlamına gelir. Fakat dış gerçeklikle bağını sürdürebiliyorsa, düşmemek için dikkat etmeye yönelir. Bu son durumda, çocuğun canının yanması, zihninin tehlikeyi kabul etmesini sağlamıştır ama bu sırada, fantezi dünyasında çocuk hâlâ omnipotansına inanmaktadır. Altı ay sonra, 18. ay civarında “kendisine bir şey olmayacağı, her istediğini yapabileceği” fantezilerinden vazgeçecek ve annesine teslim olacak hale gelecektir.
Çocuğun fantezilerinden vazgeçememesi, yani omnipotansını anneye aktaramaması durumunda ise, zihin fiziksel dünyanın tehlikelerle dolu olduğunu, ateşin yakıcı olduğunu, suyun ıslattığını kavramıştır, ama ruhsal içerik, fanteziler “bana bir şey olmaz” demeyi sürdürmektedir. Bu durumda, dış gerçeklikle ilişkiyi sürdürmeyi akıl üstlenir. Kişi her şeyi düşünerek, planlayarak yapmaya yönelir. “Şimdi ne yapmam lazım” sorusu, insan ilişkileri de dahil her an cevaplandırılmaya çalışılır. Kendiliğindenlik, doğallık, içinden geleni dinleyebilmek, en önemlisi de sezgiler var oluşun dışında tutulmaya çalışılır. Böyle bir durumda kişi aklını kullanamasa evden dışarı çıkamaz. Herkesi kendisiyle meşgul zanneder, insanların konuşmalarını, gülmelerini -bir bebek kadar kendi merkezli olduğu için- kendisiyle ilgiliymiş gibi algılar. Bütün yönetimin akla ve zihne terk edilmesini, “bebeksi benlikle ilişkinin kesilmesi” olarak nitelendirebiliriz. Oysa sağlıklı bir insan bebeksi benliği, çocuksu benliği ve erişkin tarafı ile bir bütün oluşturur.
Omnipotansını annesine aktaramamış bir çocuk, daha sonra, 3 yaş civarında ödipal karmaşasını sağlıklı olarak çözemez. Ödipal karmaşanın sağlıklı çözümü, çocuğun karşı cinsten ebeveynini dürtüsel bir sevgi ile sevmekten vazgeçmesini, onun eşi olamayacağını kabullenmesini gerektirir. Omnipotansını aktaramamış bir çocuk bu vazgeçişi yapamaz, her istediğini olabileceğine inanmayı sürdürür. Omnipotansın aktarılması, bir insanın fantezilerinin içeriğinin küçülmesini sağlar ve bunun sonucunda “fantezi sever” olmaktan “gerçeği sever” olmaya giden yolu açar. Kısacası, omnipotansın anneye aktarılamaması çocuğun daha sonraki ruhsal gelişmesinin durması anlamına gelir.