Çocuğun fantezi dünyasının ağırlığının azalması fakat tamamen etkisiz hale gelememesi, ödipal dönemde gerçeklik sevgisi oluşturamamasının en önemli sonucudur. Bu durumda kişi insanları oldukları haliyle değil, ancak kafasındaki ideale (fantezisine) uygunlukları ölçüsünde sevebilir. Bunun da bağlanma, kalıcı ilişkiler kurup sürdürebilme, doyumlu bir cinsel hayat gibi alanlarda hayatın kalitesini düşüren sonuçları olur. Bu çocuklar olanı değil, olmasını istediklerini seven insanlar olacaktır. Gerçeği değil, fantezide olanı seveceklerdir. Bu, ruhsal gelişmenin “çocuksu kalması” olarak nitelendirilebilecek bir durum oluşturur. Ödipal döneme erişmiş olduğu halde “gerçeklik sevgisi” oluşturamamış çocukların durumunu kısaca ele alalım.
Ödipal dönem sağlıklı sonlandığında, çocuk dış dünyanın kurallarına uygun olmayı benimsemiş demektir. Hakkına razıdır, mızıldanmayan, yenilgiyi veya beklemeyi kabul eden bir çocuktur. Diğer yandan ailede, bir sevgi ortamında büyümüş olduğu için dış dünyanın da bir sevgi ortamı olmasını bekler. Kendisi ailede bir haksızlığa, zulme veya adaletsizliğe maruz kalmamıştır, o yüzden dış dünyanın da bu tip sorunlardan kurtulmasını sağlamaya çalışır. Aile içinde oluşan gerçekliği hem kendisini doğru tanımlamasına yol açan unsurlarıyla, hem de kendisini seven, koruyan, sahip çıkan, büyüten özellikleriyle benimsemiştir.
Ödipal sorunlarını çözememiş çocuk ise hep hak ettiğinden fazlasını bekleyecektir. Hakkının yendiğine, aslında görüldüğünden daha değerli olduğuna inanacaktır. Böyle olunca, kardeşleri ve arkadaşlarıyla olan ilişkisinde, okul hayatında bir şeyler istediği gibi olmadığında sanki kendisine haksızlık yapılıyormuş gibi bir duyguyla öfkelenir. Örneğin kardeşinden lafını dinlemesini beklerken ona ağabeylik veya ablalık yapıp yapamadığını sorgulamayacaktır. Bu yapıdaki çocuklarda ilişkilerin karşılıklı olduğu gibi bir kavram oluşmamış ya da oturmamıştır. Karşılıklılık kavramı oluşturmuş bir çocuk sorumluluklarıyla hakları arasında, verebildikleriyle bekledikleri arasında bir ilişki olduğunu anlamıştır. Ödipal sorunlarını çözememiş çocuklarda bu kavram oluşmamıştır.
Ödipal sorunların çözülememiş olması erkek çocuğu korkaklaştırır. Çocuk her ne kadar annesine yönelmiş olan dürtülerini bastırmış da olsa, adını koyamadığı bir korku hisseder. Bu korku, aklına hep kötü şeylerin gelmesi olarak kendini gösterir. Bir arkadaşıyla kavga ettiyse, onun babasının gelip kendisini cezalandıracağından korkar. Birisinin istediği bir şeyi vermediğinde, bu yüzden kendi istediklerinin de olmayacağı düşüncesi gelir aklına. Belirgin olarak vücutça zarar görme korkusu vardır. Saç kestirirken berberin makası batacak, evdeki bıçak bir yerini kesecek, serseriler bir yerini kıracak gibi düşünceler sıklıkla aklına gelir. Bu yapıdaki insanların en belirgin özelliği her zaman her şeyin en kötüsünü düşünmeleridir.
Ödipal döneme girmiş ama hasarlı çıkmış erkek çocuklar hayatın içindedir. Oyun oynamayı, arkadaşlarıyla olmayı severler ama mızıkçılık yapmaya müsaittirler, yenilmek onlarda ciddi rahatsızlık yaratır. Kuralları kendilerine göre yorumlamaya, fırsat bulurlarsa çiğnemeye çalışırlar. Korkularını belli etmeden yaşamayı iyi bilirler. Korkuları onları hayatın dışında tutacak “yok olma korkusu” mahiyetinde değil, “tehlikeler karşısında duyulan korku” niteliğindedir. Yenilgiyi kabul etmekte zorlanmak onları ya çok iddialı ve performans düşkünü yapar ya da çekingen hale getirir.
Erkek çocuk kendisinden daha güçlü olanlar karşısında sinsileşmeye veya “yaranmaya” yönelik bir davranış içine giriyorsa, durum arkadan vurmaya, denk durumda olduğu çocukları devamlı büyüklere şikâyet etmeye, arkadaşlarıyla dayanışmayı reddetmeye varıyorsa, erkek karakterinden uzaklaşır. Erkek çocuklar böyle özellikler taşıyan çocukları aralarına almamaya, onlarla dalga geçmeye başlarlar. Erkek çocuklar birbirinden mert olmayı, korkuya yenilmemeyi, verdiği sözü tutmayı beklerler. Söz konusu karakter bozukluklarını genellikle ağır narsisistik sorunları olan erkek çocuklar gösterir ve bu yapıdaki çocuklar erkek dünyasının bir parçası olamazlar. Erkek çocukların dayanışmacı bir dünyalarının olması birbirleri üzerinde yaptırım uygulayabilmelerine ve birbirlerinin problemlerini denetim altında tutmalarını sağlayabilecek bir baskı kurmalarına olanak sağlar.
Kız çocuklarla erkek çocuklar arasında ödipal dönemin sonunda son derece belirgin farkların oluşması, iki cinsiyetten çocuğun dünyalarının çok farklı olmasına yol açar. Kız çocuktan erkeklere uygun nitelikler beklenirse, çocuğa ciddi bir haksızlık yapılmış olur. Kız çocuklarına ait özelliklerin bazıları, erkek dünyasından bakıldığında olumsuz görünecektir. Örneğin erkek çocukların öfkesi aşırı hareketliliklerinde, oyunlarında, birbirleriyle kavgalarında çok kolay görülür. Halbuki kızlarınki örtülüdür ve görülmez. Bu, kızların “sinsi olduğu”, “oldukları gibi görünmedikleri” şeklinde tanımlanırsa, bir cinsiyet diğer cinsiyetin bakışı ile yargılanmış olur.
Kız çocuklarının ödipal dönemden başarıyla çıkamaması, onların “en güzel”, “en harika”, “en başarılı” olma arzularının sürmesi olarak kendisini gösterir. Bu durumda, fantezilerinde hepsi birer “prenses”tir. Fantezilerine uygun davranış bekledikleri için, alıngan ve çabuk kırılan çocuklardır. Kendilerine kızılmasına katlanamazlar. Bu yapıyla ruhsal yatırımları büyük ölçüde fantezi dünyasında kalmıştır. Bu çocuklar herkesten üstün olma arzularını sürdürürler, beklentileri prenses yerine konmak olduğu için, hayatın altından kalkabilmeleri ve sevgi üzerine bir hayat kurabilmeleri mümkün değildir. Kız çocuklarının aralarındaki yakınlık ancak birbirlerini desteklemeleri ve birbirlerine rakip olmaktan kaçınmaları halinde sürer. Aksi takdirde birbirlerinde kusur ararlar.
Çocukların ödipal sorunlarını çözememeleri, bazen anne babanın anlaşamamasından kaynaklanır. Anne babanın bir sevgi ve işbirliği ortamı oluşturamadığı ailelerde çocukların içlerindeki anne baba imgeleri de birbiriyle ahenk içinde değildir. Bu durumdaki çocukların içlerinde tutarlı bir bütünlük oluşamaz. Böyle bir ortam, çocuğun özdeşim nesnelerini tam benimseyebilmesini engeller.
Görüldüğü gibi, insan gelişme sürecinde aile ortamını içselleştirmekte, ailenin bir temsili de insanın içerisinde oluşmaktadır. İnsanın kendi ailesini kurması anlamına gelen eş seçimi de büyük ölçüde ya orijinal aile içerisinde yaşanmış olanın tekrarıdır ya da daha iyisini oluşturma arzusu ile yapılmaktadır. Bir insan kendi ailesinde oluşturulabilen sevgi ortamının daha azını yaşamaya başladığında mutsuz olur ve ayrılıp daha iyi bir düzen kurma arzusu duymaya başlar. Birçok insanın mutsuz olmasına rağmen bir türlü ayrılamamasının altında, çocukluğunda, ailesinde yaşadıklarının daha fazla sevgi içermemiş olması yatar.