Obsesif kişilik özellikleri, mükemmeliyetçi ve titiz yapıdaki annenin çocuğun tuvalet terbiyesini onun doğal eğilimlerine zıt eğilimler yaratmaya çalışarak çözme çabasından kaynaklanır. Aslında çocuk daha kakasını bırakmaya hazır değilken, iğrendirilerek bırakmaya zorlanmış, örtülü bir şiddete maruz kalmıştır. Elbette annenin bu özellikleri gerek bebeklikte, gerek 3 yaşından sonra hayatın değişik alanlarında etkisini sürdürecek ve çocuğun kişilik yapılanmasını ileride de şekillendirecektir. Bu yüzden, obsesif kişilik özelliğini tuvalet terbiyesinden çok, belli özellikleri olan annelere bağlamak eğilimindeyim. Bu yapıdaki annenin mükemmeliyetçiliğinden ve titizliğinden kaynaklanan problemler en bariz biçimde, kadın 2 yaş çocuğuna annelik yaparken görünür hale gelir. Annenin problemlerini çocuğun yapısındaki hasarda yeniden görürüz.
Tuvalet terbiyesinin daha geç verildiği toplumlardaki insanlar farklı özellikler gösterir. Örneğin bir batı Afrika ülkesi olan Senegal’de çocuğun kakasını kendisinin söylemesi ve bırakması bekleniyor. Çocuklar tuvalet kullanmaya ortalama 4 yaş civarında başlıyor, ondan önce çocukların altını bağlıyorlar. Bu ülkedeki yaşam biçimine baktığınızda, her yerin akşam saatindeki bir pazaryeri gibi olduğunu fakat çöplerden kimsenin rahatsız olmadığını, yemek pişirilen yerle yıkanılan yerin aynı olabildiğini görürsünüz. Bizim temizlik ve düzen ölçülerimize hiç uymadıklarını, bize göre çok pis ve düzensiz olduklarını söyleyebileceğimiz bu insanlar son derece sevecen, yumuşak, iyi niyetli, güler yüzlü, canlı ve neşeliler. Freud’un 1900’lerin başlarında söylediği gibi, tuvalet terbiyesiyle temizlik, titizlik, düzenlilik, hatta mükemmeliyetçilik arasında net bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi gerek insanların bireysel özelliklerinde, gerekse toplumların ve kültürlerin farklılıklarında gözlemleyebiliriz.
Genelde, yoğun iç çatışmaların insan tabiatından uzaklaşarak çözülmek zorunda kalınmasının sonuçları olarak görülen obsesif yapıda kişi sevilebilir ya da mükemmel olmak adına kendi hakikatinden uzaklaşmıştır. Kakaya duyulan büyük ilginin, hatta aşkın kakadan nefret ettirilerek, iğrenilecek bir nesneye dönüştürülerek çözümlenmesi şeklindeki orijinal deneyimin ardından kişi karakterini, bu çözümü kalıcı kılmak ve herhangi bir denetimsizliğe düşmemek üzere şekillendirmiştir.
Bu yapıdaki insanlar bu tutumu çatışma içeren her durumda uygular. Örneğin, aslında çok öfkeli oldukları kardeşlerine karşı aşırı bir düşkünlük, ölçüsü kaçmış bir fedakârlık ve tahammül gösterirler, bu sırada da onları kendi istedikleri gibi olmaya zorlarlar. Bunu yaparken, aslında onları sevebilecekleri bir hale getirmeye çalışmaktadırlar. Sevemedikleri kardeşi sevebilmek için bitmek bilmez biçimde uğraştıklarını görürüz ama aynı zamanda onları sürekli bir biçimde kusurlu ve eksik olarak tanımlarlar. Bu yapıdaki bir insanın gözünde hiçbir zaman mükemmel olamayacak olan, devamlı eleştirilen ve suçlanan kardeşler genelde bu tutumdan zarar görürler.
Obsesif özellikler gösteren insanlar kendi eğilimlerine güvenemedikleri için devamlı kararsızlık çekerler. Bunun nedeni, istekleriyle inandıkları doğruların veya mükemmel olma arzularının sürekli olarak çatışmasıdır. Bunun yanında, bu insanlar için kurallar insanlardan daha önemlidir. Örneğin tertip, düzen aslında hayatın kalitesini artırmak ve hayatı kolaylaştırmak gibi bir işleve sahipken, bu insanların hayatını zorlaştırır ve bazen yaşanamaz hale getirir. Temizlik anlayışı için de aynı şey söylenebilir.
Obsesif kişilik özelliği gösteren insanlarda takıntılı düşüncelere eğilim vardır. Çoğu takıntılı düşünce, insanın inanmak istediği şeylerle gerçeklik arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Örneğin bir insan kendisine bir şey olmayacağına inanmak istiyorsa, kendisine bir şey olma ihtimaline katlanamaz, dolayısıyla sürekli her şeyi denetlemeye çalışarak, önceden planlayarak tehlikeleri azaltmaya uğraşır.
Obsesiflerde bir eğilimi karşıt bir eğilim geliştirerek dengeleme savunması (reaksiyon-formasyon) devamlı bir çatışma oluşturur çünkü örneğin, kaka ile oynama arzusunun temiz ve titiz olma özelliğiyle dengelenmesi bu arzunun ortadan kalkmasına yol açmaz, ancak ve ancak iki eğilimin yan yana durmasına yol açar. Bu durumda iki eğilim arasında bitmeyen bir çatışma vardır. Bazen bu denetleme çabası bir çeşit “büyü”ye döner ve kişi örneğin kendini, terlikleri doğru yerleştirdiğinde aksiliklerin olmayacağına inandırır; bu durumda, terliklerin yerinde olmasını sağlayarak sözgelimi annenin ölmemesi garantiye alınmış olur vb. Böyle bakıldığında, obsesif insanlar aslında öfkelerinin yakın çevrelerine zarar vermemesine çalışmaktadırlar ve önemli bir kısmında problem olarak görülen özellikler aslında yok edici öfkelerine karşı kullandıkları savunmaların bir sonucudur. Bu insanların öfkesinin çok fazla olduğu, bu yüzden hem kendi öfkelerinden korktukları, hem de hayatı çok tehlikeli bir süreç olarak algıladıkları görülür. Kişinin öfkesi 2 yaş civarının öfke düzeyinde olduğu için, düşünme biçimi de o yaşlara uygundur; bu yüzden hayatlarında “büyü” vardır.
Obsesif yapıdaki insanlar hayatta kalma dürtüsünün yönetimine girebilmiş, omnipotanslarının bir kısmını annelerine aktarabilmişlerdir. Ancak yok edici öfkelerinin fazlalığı ve bu öfkenin önemli bir kısmının kendi dürtülerine ve eğilimlerine yönelmiş olması onları kendilerini geliştirmek yerine mükemmel olmaya ve kendileriyle uğraşmaya mecbur eder. Bu durumda ruhsal gelişme süremez; “kendini kötü hissetmekten kaçınma” kişilik örgütlenmesine daha yakın düzeydedirler.