Çocukluk korkuları içerisinde, yansıtılan öfkeden kaynaklanan korkular çok büyük bir yer tutar. Çocuğun korkusu, onun anne babasına duyduğu ihtiyacı kabullenmesini zorunlu hale getirir. Aile ortamının bir çocuğun hayatında bu kadar belirleyici bir yeri olması, yansıtılan korku sayesindedir. Sokak çocukları da hep grup halinde yaşar ve tiner alma ihtiyaçlarını, “korkum geçiyor,” diye tanımlarlar. İnsanlık tarihine baktığımızda, toplumsal bir sisteme duyulan ihtiyacın çok büyük bir kısmını yansıtılmış öfkenin neden olduğu korkuların oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Korkuların büyük bir kısmının insanın kendisini doğru idare etmesine ve geliştirmesine hizmet ettiğini de söylemeliyim. Asıl sorun, korkuları yanlış yollardan gidermeye çalışmanın sonucunda oluşur. Örneğin hayatın çok zor olduğunu anlamış bir çocuk para sahibi olmanın her sorununu çözeceğine inanmışsa, burada çok fazla sorun oluşmaya başlar. Birçok ailede en fazla konuşulan konu paradır, her şey gelir sonunda paraya dayanır. Bu tip bir ailede büyütülmüş bir çocuk kendisinden para kazanmayı bilmekten başka bir yeterlilik beklemeyebilir. Dünyayı ve hayatı böyle algılayan bir insan için her şey bir araca, mala dönüşür ve her şeyin bir fiyatı vardır. Ortaya hayatın birçok alanında son derece yetersiz, dostluk ve arkadaşlık yapamayan, insan sevemeyen, bir ilişki götüremeyecek nitelikte ağır kişilik bozukluğu olan bir insan çıkar. Böyle bir insan, parası varsa kimseye muhtaç olmayacağını zanneder. Halbuki çoğu kez para ile tuttuğu insanlara muhtaç olur ve onların oyuncağı haline gelir.
Çocuğun yürümeye başladıktan sonraki koşulları bu hayat döneminin geride bırakılıp bir üst aşamaya geçilmesine olanak sağlayacak şekilde oluşmamışsa, korku tarafından yönetilen bir insan olur. Hayatı tedbirler alarak, bütün aksilikleri kontrol altında tutmaya, acı verici olaylardan kaçınmaya çalışarak geçer; aşırı kontrolcü bir yapı geliştirir. İnsanın yeterliliği ve becerileri, çalışkanlık, disiplin, sabır, metanet gibi özellikleri hayatta kalmasını temin edecek ölçüye varamıyorsa veya duygusal olarak yakınlarını kaybetmek, hastalık gibi durumların altından kalkabilecek hale gelemiyorsa, ister istemez korkuları da fazla olacaktır. Ayrıca küçük düşme, statü kaybetme, beğenilmeme, başarısız olma gibi narsisistik içerikli korkuların da insanların hayatında çok büyük bir yer tuttuğunu ve korkulardan kurtulmanın büyük ölçüde sadeleşme ve mütevazılaşma ile ilgili olduğunu belirtmeliyim.
Genel anlamda, maddi veya manevi varlığımız dış koşulların etkisine çok açıksa, korkularımız da fazla olur. Korkunun yönetimine girmiş erişkin bir insanda bu duygu kendini farklı biçimlerde gösterir.