İlk çağlarda üretmek üzerine kurulu toplum yapısını eski Yunan ve Roma devletlerinde görüyoruz. Bu toplumlar var oluşlarını köleci üretim ilişkileri üzerine kurmayı başarmış ve kaba gücü hukukla sınırlamışlardır. Bu toplumlarda mülk ve köle sahibi olan vatandaşlar arasında ayrı, kölelerle sahipleri arasında ayrı, köleler arasında ayrı bir hukuk vardır. Eski Yunan sitelerinde olduğu gibi, kendi aralarında gelişkin bir demokrasi kurabilen toplumlar olmuştur. Bu toplumlar üretimi artıracak su kanalları ve teknikler geliştirerek, malların nakliyesini sağlayacak yol güvenliklerini oluşturarak hem üretime hem de ticarete uygun bir ortam yaratmışlardır. Bu konuda çok başarılı olan Roma neredeyse iki bin yıl dünyanın en önemli gücü olmuştur. Eski Yunan uygarlığı ve Roma daha çok üretim üzerine oturan ekonomik sistemleriyle felsefede, sanatlarda, bilim ve matematikte sıçrama gerçekleştirmiş, bu da köleciliğin yumuşamasına yol açmıştır.
Eski Roma’da tanım olarak, köle ne yaparsa yapsın, doğası gereği aşağı konumdadır; her an satılabilecek bir insandır. Onu keyfince cezalandırma hakkına sahip olan efendisi eğer en büyük işkenceyi hak ettiğine karar verirse, zavallıyı yakmak için gereken zift ve kükürdü sağlamak koşuluyla belde celladının hizmetini kiralayabilecektir. Buna rağmen köle bir eşya değildi, insan olarak görülüyordu. Toplumun öfke düzeyi düştükçe kölelerine iyi davranan efendiler övülür hale geldi; kölelerin kendi dini inançlarını sürdürmelerine izin verildi; iyi hizmet etmiş kölelerin özgürleştirilmesi benimsendi ve giderek, köleleri azat etmek saygın bir davranış olarak görülmeye başlandı.
Bütün bunlar hukuk sistemine de yansıdı. Roma imparatoru Antonius zamanında kabul edilen bir kanuna göre, her kim kendi kölesini öldürürse, eğer bu fiilin akla uygun bir gerekçesi olduğunu yargıcın kabul edebileceği şekilde kanıtlayamazsa, ölüm ya da sürgün cezasına çarptırılabilecekti. MS 200 yıllarında kölelere evlenme hakkı tanındı. Köle, görevi her zaman efendisine bağlılık hissetmekle sınırlı olan bir insan değildi artık; ahlak bilincine sahip bir insan haline gelmekte, efendisine görev ahlakıyla itaat etmekteydi. Böylece köle, karısına karşı da birtakım görevlerle donatılmıştı çünkü artık evlenebilmekteydi. Doğan çocuklar efendinin köleleri sayılıyordu ama bu çocuklara karşı da görevleri vardı. Bununla beraber, efendilerin bir aile kurmuş olan köleleri ayırmamak, kocayı karısı veya çocukları olmadan satamamak gibi hukuki ve insani eğilimleri oluşmaya başlamıştı. Böylece Roma’da kölelik kurumu, hâkim ahlakın değişmesiyle beraber içsel bir dönüşüme uğradı. Sonunda Hıristiyanlığın Roma’nın resmi dini olmasıyla iyice etkisizleşti. Bu dönüşümün arkasındaki temel kuvvetin, yok edici öfkenin çağlar içerisinde azalması olduğunu düşünüyorum. Bugünkü Batı uygarlığı tamamen eski Yunan ve Roma uygarlıklarının, bu iki köleci toplumun mirasçısıdır.