Duygular, kişinin davranışlarının amaçlı olabilmesi için gereklidir. Aksi takdirde ya kişi ne yapacağını bilemez ya da hayatı sürekli kendi kendini tekrar eden bir oyuna dönüşür; monoton, sıkıcı, anlamsız ve heyecansız bir hayat yaşanır. Duygu dünyalarıyla ilişkisini kesmiş insanların kendilerini bir oyunun içindeymiş gibi hissettiklerini, hem kendilerinin hem de hayatlarının hakikiliğini algılayamadıklarını ve sıklıkla anlamsızlık ve yabancılaşma duygularının ortaya çıktığını görürüz. Duyguların kullanılamamasının kişiyi ne kadar işlevsiz hale getirdiği konusundaki en görünür durumlardan biri, iki zıt duygunun aynı anda hissedildiği duygusal çatışmalardır. Duygusal çatışmaların en yoğun olduğu durumlarda kişilik bütünleşmesi tamamlanmamıştır; kişinin bir tarafı bir şey isterken, başka bir tarafı tam tersini istemektedir. Çatışma durumları, bir duygunun öne çıkıp belli bir amaca doğru hareket edilmesini sağlayamamasının örneklerini oluşturur.
Bazen de gerçekçi tarafımız ile fantezi dünyamız arasındaki çatışma bizde acılı bir kararsızlık durumu oluşturur. Bir hasta, beraber olduğu kız arkadaşıyla ilgili olarak büyük bir kararsızlık içindeydi; onunla evlenme isteğiyle ayrılma isteği arasında gidip geliyordu. Şikâyetlerinden, kadın arkadaşını fantezilerindeki ilişkiyi oluşturamayacak birisi olarak değerlendirdiği fakat bir yandan da kadına, ondan ayrılmakta zorlanacağı bir ruhsal yatırımı yapabildiği anlaşılıyordu. Aslında hasta kız arkadaşını seviyordu ama fantezilerini de seviyordu ve bunlardan vazgeçemiyordu. Bu durum hastada birbiriyle çelişen duygular uyandırıyordu. Aslında hastanın gerçeğe yönelmiş tarafıyla fantezilerinden vazgeçemeyen tarafı arasındaki çatışma gerçeklik sevgisinin artmasıyla çözülür ve kişilik bütünleşmesinin önündeki engel kalkmış olur. Bir tarafımız bir şey, başka bir tarafımız da onun tam tersi bir şey söylediğinde, bir duygunun öne çıkarak yönlendirici olamadığı bir durumla karşı karşıyayız demektir. Bu durum bizi karar veremeyecek, iş göremeyecek bir hale getirir.
Ne yapılması gerektiğini gösteren hâkim ve yönlendirici bir duygunun belirememesi, kararsızlık olarak görünen bir hareketsizlik yaratır ve işlevsellikte kayıp oluşturur. Bu çatışma durumlarında, ruhsal sistemin amaçlı bir biçimde çalışabilmesi için yönlendiren bir duyguya ne kadar ihtiyacımız olduğunu net olarak görürüz. Bazı kişilik yapılanmalarında, örneğin obsesif özellikleri belirgin olan kişilerde, kişinin kendisini aklıyla idare etmeye çalıştığını ve duygularını yeterince ciddiye almadığını görürüz. Bu insanlar sürekli birtakım kararlar verirler ama bunları -nedenini tam anlamadan- bir türlü uygulayamazlar. Hatta bu sebeple kendilerine çok kızarlar. Halbuki aslında yanlış kararları uygulamaya çalışmaktadırlar. İçsel gerçekleri, duygularını hesaba katmadan verdikleri kararlara, yanlış kararlara direnmektedir.
İnsanın iç dünyasında büyük bir öfke veya korku uyandığında, sürekli bu duyguları hissederek yaşamak çok zor olduğundan, bir süre sonra kişi duygusal dünyasıyla ilişkisini keser ve hiçbir şey hissetmeden yaşamaya başlar. Örneğin deprem gibi çok büyük bir tahribat oluşturan tabii afetlerden sonra, toplama kamplarında bulunan insanlarda ya da travmatize edici herhangi bir olaydan sonra bu hissizleşmeyi görürüz. Duyguların hissedilememesi insanları amaçsız, oradan oraya sürüklenen, pusulası bozulmuş bir gemi haline getirir. Bundan da anlaşılıyor ki, insanın kendisini doğru idare edebilmesinde duyguların çok önemli bir işlevi vardır; duyguların yönlendirici olamaması kararsızlık, boşluk, kaybolmuşluk hali yaratır.
“Hâkim duygu” ya da “yöneten duygu” ismini verdiğim kavram, ruhsal yapılanmanın işlevselliğinde bir kayıp olmadan varlığını sürdürebilmesi için ruhsal sistemin kullanmak zorunda olduğu yön gösterici bir duygudur. Bu duygunun olmaması halinde ruhsal sistem kendini doğru idare edemeyecektir. Örneğin “kendini kötü hissetmekten kaçınma” duygusu, kişinin öfkesindeki artışın hastalanmaya, “psikoza” varmasını engeller. Ya da “hayatta kalma dürtüsü” ve hayatta kalmanın tehlikeye girdiği durumlarda oluşan korku kişinin kendisini geliştirmesini, yeteneklerini artırmasını, tedbirler alarak kendine bir dünya kurmasını sağlar. Eğer bunlar yapılamazsa, kişi kendisini güven içinde hissedebildiği çok kısıtlı bir alanda yaşamak zorunda kalır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, bütün ruhsal sistem bu hâkim duyguyu hesaba katarak ve rehber alarak örgütlenmiştir. Bu yüzden, var oluşumuzun her alanında büyük bir etkisi vardır. Hâkim duygu kişiliğin parçalanmadan ve bölünmeden tutarlı bir bütünlük taşımasını, kişilik sisteminin kendi gerçeğine en uygun verimliliği yakalamasını mümkün kılar. Bu kadar önemli bir işlevi olan bir duygunun çok fazla etkili olması ve bütün sistemi yönetmesi de zaten beklenir. Hâkim duygunun hangisi olacağını tamamen içsel gerçekliğimizin, hakikatimizin nitelikleri belirler. Temel belirleyici faktör, ruhsal enerjimizdeki öfke içeriğidir. En öfkeli içerikte en bebeksi örgütlenme biçimi olan “kendini kötü hissetmekten kaçınma” durumu mukadderdir. Öfkenin en az olduğu durumlarda ise kişiyi gerçeklik sevgisi yönetir.
Demek ki hâkim duygu ruhsal sistem üzerindeki etkinliğini yine duygular aracılığıyla gerçekleştiriyor. “Kendini kötü hissetmekten kaçınma” önceliğini yaratan etken, büyük bir ruhsal acı kaynağı olan, “gerginlik, sıkıntı, öfke, korku” karışımı olan duygudur. Neredeyse, yandığında refleks olarak elimizi çekmemiz gibi, söz konusu karışım ortaya çıktığında da bu yakıcı duygudan kaçınacak bir yol ararız. Eğer bir insanın iç dünyasında bu taşınamaz duygu karışımı fazla kalmışsa, bunun ortaya çıkmasından kaçınmaya çalışmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur. Zaten bu duygu karışımından kaçınamamak travmatik bir durumun ortaya çıkmasına yol açar, büyük bir ruhsal hasar oluşur.
“Hayatta kalma dürtüsü”, tehlikeler karşısında duyulan korku duygusu aracılığıyla etkisini sürdürür. “Sevgi” duygusu ise dünyanın ve başta kişinin kendisi olmak üzere insanların sevilebilir olmasını sağlamaya çalışır. Bütün bu sebeplerle, anlatmak istediğim kavramı en iyi karşılayan terimin “hâkim duygu” veya “yöneten duygu” olduğunu, buna tekabül eden duyguların da “yok edici öfke” ile beraber “yok olma korkusu”, “tehlikeler karşısında duyulan korku” ve “sevgi” olduğunu düşünüyorum.