Erkek çocukların genel olarak öfkelerini hareketle boşaltma, sevgi nesnesinden uzaklaşma, dış dünya ile ilgili olma, dış dünya üzerinde hâkimiyet oluşturma ve fetihçi bir tutumla etkinlik alanlarını geliştirme eğilimleri vardır. Erkek çocuğun ruhsal yatırımının büyük ölçüde dış dünyaya yönelmesi sayesinde dünyanın bir yansıtma alanı olması kolaylaşır. Erkek çocuklar ya ilişkide iktidar olmaya ya da olamıyorlarsa dış dünya üzerinde iktidar oluşturmaya çalışırlar. Bu özellikler somut olarak, fazla öfkeli olan erkek çocukların hiperaktif olmasına yol açar. Bütün bunlar daha sonra erkek cinselliğinin çokeşliliğine ve dünyayı bilerek, anlayarak ele geçirmeye çalışan entelektüel ilgilere yol açacaktır.
Erkek çocukların dış dünyaya olan ilgileri onları daha aktif yapar. Bu durum kendisini öfkenin kullanımında da gösterir; genel olarak erkek çocuğun öfkesi ortadadır. Öfke, nedenine uygun olarak deşarj edilmeye çalışılır veya nedensizse -yok edici bebeksi öfke niteliğindeyse- aşırı hareketle boşaltılır. Bu özellikler 1 yaş civarında, çocuğun yürümeye başlamasıyla görünür hale gelir. Aynı yaştaki kız çocuklarıyla erkek çocukları arasındaki karakter farkı bu dönemde son derece belirgin olarak ayırt edilir. Psikanalitik literatür 2-3 yaş arası erkek çocuğunu “aktif” terimiyle ifade eder.
Erkek çocuğun fetihçi ve iktidar meraklısı özellikleri yürümeye başladığında her istediğini yapabileceğine, ona hiçbir şey olmayacağına kesinlikle inandığı dönemde baş edilmesi son derece zor bir durum oluşturur. Erkek çocuğun dış dünyaya yönelimi daha kesin ve tamdır. Anneden tam bir kopuş yaşayarak dış dünyayı “fethetmeye” çalışır. Bu dönemin erkek çocukları annelerini kısıtlayıcı ve sınırlayıcı olarak algılarlar ve onlara hiç ihtiyaçları kalmadığına emindirler. Annelerini dinlemezler, ona karşı öfkelidirler. Başlangıçta dış dünya ile ilgili olarak hiçbir tehlike algıları yoktur ve annelerinin yapabildiği her şeyi yapmak isterler.
Erkek çocuğun dış dünyaya yöneliminin bir nedeni de, belki her istediğini annesine yapamamasıdır. Sözgelimi çekmeceleri, mutfak dolaplarını, oyuncaklarının içini karıştırabilir ama annenin içini açıp bakamaz. Bu halleriyle erkek çocuklar aşırı hareketli ve meraklıdır. Sınırlandırılmaya inatla direnir, her istedikleri olsun isterler. Canları yandığında aldırmamaya eğilimlidirler; kısa bir süre sonra ağlamayı bırakıp kafalarına taktıkları şeyi inatla ve korkusuzca gerçekleştirmeye çalışırlar.
Erkek çocuk, kız çocukla kıyaslandığında korkuya çok daha açıktır. Korkular erkek çocuk için daha büyük bir meşguliyet oluşturur ve büyümek, neredeyse korkularından kurtulmak demektir. Baba bölümünde de ele aldığım gibi, dış dünyaya yönelemeyip annelerine bağımlı kalmış erkek çocuklarda tehlikeler karşısında duyulan korku, aile içinde baba üstünden yaşanarak öğrenilir.
Bebeksi kişilik örgütlenmesinde kalmış, dolayısıyla omnipotansını annesine aktaramamış, 3 yaşını geçmiş bir erkek çocuğun daha önceki korkularının üzerine yeni bir korku daha eklenir ve erkek çocuk annesine duyduğu dürtüsel ilgi yüzünden, babası tarafından cezalandırılmaktan korkmaya başlar. Çocuk ne kadar dış dünyaya yönelememiş, anneye bağımlı kalmışsa, bu korku o nispette fazla olur. Ruhsal gelişmesinde ciddi hasar olan ve fazla bebeksi kalmış çocuklar cinsel bölgelere yönelmiş dürtüyü diğerlerine göre daha geç fark ederler. Bu durum annelerine duydukları dürtüsel ilgiden dolayı babalarından korkmalarını da geciktirir. Ancak nörolojik gelişmenin cinsel bölgeleri duyarlı hale getirmesi mutlaka hükmünü icra eder ve çocuğun cinsel içerikli fantezileri ve merakı artar. Böylece çocuk, dış dünyaya yönelmemiş de olsa, dış dünyanın tehlikelerinden korkmayı babası üzerinden deneyimlemiş olur. Bu durum, ağır problemli erkek çocukların üzerindeki yükün yaşlarıyla beraber artacağının ilk habercilerinden biridir.
Erkek çocuğun annesine yönelmiş dürtülerinin oluşturduğu tehlikeden kurtulabilmesi için, ev içindeki koşullar çocuğun annesini anne yerine koymasını ve dürtülerini ondan çekmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. Fakat koşullar dürtünün anneden çekilmesini ne kadar kolaylaştırırsa kolaylaştırsın, çocuğun yine de dış dünyaya yönelmesi gerekir çünkü dürtü varsa mutlaka bir yere kayacak, yatırılacaktır; dış dünyaya yönelememek, dürtülerin kesinlikle aile içinde kalmasına yol açar. Ruhsal düzeyi 1,5-2 yaş civarında kalmış, dış dünyaya yönelememiş erkek çocuğun bütün ruhsal yatırımı fantezi dünyasında ve annesinde kalmak zorundadır.
Bu özelliklerdeki bir çocuk okul gibi zorunluluklarla mecburen dış dünyaya yöneldiğinde, orada, doğal gelişimleri gereği birbirini yenmeye çalışan erkek çocuklarla baş etmesi veya sıklıkla onların kendisini yenmelerine katlanması gerekecektir. Yenilmeye katlanmak bu durumdaki çocuklar için imkânsızdır; yenilgi yok olmak, bütün fantezi dünyasının çökmesi ve “hiç olmak” anlamına gelir. Böyle olunca, çocuk diğer çocukların dünyasına katılamaz, bütün olana bitene dışarıdan bakmak zorunda kalır.
Diğer erkek çocukların birbirleriyle yaşadıkları deneyim onların güçlenmesine ve tecrübe kazanmasına yol açtığı için, erkek çocuk dünyasına girememek çocuğun diğer çocuklarla arasındaki güç farkını giderek artırır. Ayrıca dış dünyanın bir parçası olamamak ve izleyici olmak zorunda kalmak da çocukta büyük bir yetersizlik duygusuna ve kendine dönen bir öfkeye yol açar. Bu durumda, çocukta diğer çocuklara karşı büyük bir haset duygusu oluşmaya başlar. İzleyici kalmanın ve katılamamanın acısı çocuğu tekrar, içinden zaten hiç çıkamadığı aile içine dönmek zorunda bırakır. “Ben dışarı çıkmak istemiyorum” demeye başlar.
Bu dönemi geçememiş ve yuvaya veya okula çeşitli zorluklarla gidebilmiş çocuklar bu sorunları esas olarak ergenlik çağında çok yakıcı bir biçimde yaşamak zorunda kalırlar. Ergenlikte dürtüler güçlenmiştir ve genç, dürtülerini aile içinden çekebilmek için dış dünyaya çıkmak zorundadır fakat yeterliliği ve yapılanması dış dünyanın gerçeğinin altından kalkmaya uygun değildir. Bu nedenle, ağır akıl hastalıklarının başladığı dönem çoğu zaman ergenlik çağıdır.
Böyle yaşanan bir çocukluk döneminde, birçok durumda çocuğun babayla ilişkisi yoktur, her şeyiyle anne ilgilenir. Bu ilişkisizlikten dolayı babanın çocuğa olan yatırımı da çekilmiştir. Bazı ailelerdeyse baba çok yumuşak bir tutuma sahiptir ve annelik yapma eğilimleri taşır; bu durumda anne daha otoriter olmak zorunda kalır. Bu ailelerde anne baba rolleri değişmiş, hatta tersine dönmüştür. Böyle bir ailede erkek çocuğun bir süre sonra babadan fazla bir korkusu kalmaz. Çocuk, kendisini doğru tanımlayamadığı için aile içinde herkese her istediğini yaptırmaya çalışır; ev içinde hiyerarşinin tepesinde olmanın savaşını vermeye başlar. Babanın çok pasif ve yumuşak olması, çocuğun annesini kendi eşi gibi algılamayı sürdürmesine yol açar.
Bu yapısıyla çocuk büyümeye, kendisini geliştirmeye yönelmeyen, anne babanın çizdiği çerçeve içinde tutulamadığı için büyütülemeyen, bütün bunların sonucu olarak da dış dünya karşısında çok yetersiz ve korkak, içerdeyse aileye her istediğini yaptırmaya çalışan, ailenin reisiymiş gibi davranan bir durum içindedir. Böyle bir ailede baba dış dünyayı simgeleyen bir model olmaktan çıkmıştır. Bu da çocuğu dış dünyayı anlayamaz ve kavrayamaz hale getirir, çocuk dış dünyadan ölesiye korkar.
Normal koşullarda sağlıklı bir erkek yapılanmasının oluşacağı bu omnipotans dönemi sonrası, gerçeklik sevgisi hâkim duygusunun konusudur.