Çocuğun temel gerçeklik tanımının oluşması

Her iki çocuğun dünyasında da baba yeni fark edişler içerisinde, öncesine oranla daha önemli bir yere oturur, hatta çoğu zaman en önemli yerdedir. Dürtüsel seçimlerin ilk doğal yönelimi erkek çocukta anneye, kız çocukta babaya olurken, erkek çocuk baba engeline, kız çocuk anne engeline toslar. Aile içerisindeki koşullar uygunsa, her şey yolunda gidiyorsa, erkek çocuk anneden, kız çocuk babadan dürtülerini çekecek ve çocuk olduklarını, ileride anneye veya babaya benzeyen, aile dışından eşleri olacağını kabul edeceklerdir. Bu süreçte çocuğu çok fazla meşgul eden konuların başında, nasıl doğduğu gelir.
Anne ve babalarının da ayrı cinsiyetlerden olduğunu anlamış olan çocuklar kendilerinin anne baba arasında yaşanan, tam anlayamadıkları ama cinsel bölgelerin de işin içine karıştığı bir sebeple doğduklarını sezinlemeye başlarlar. Anne tarafından doğdurulduklarını, ama babanın da bunda bir rolü olduğunu fark etmişlerdir.
Kız ya da erkek, bu yaş çocuğu daha önce omnipotanslarını anneye aktarabilmişlerse, anne ve babanın büyük, kendilerininse çocuk olduğunu da kavrarlar. Onlar anne babalarının çocuğudur ama anne babaları onların çocuğu olamaz. Bunu anlamak, çocukta kuşak farkı kavramını oluşturur. Çocuk olduğunun kabulü, büyüyene kadar omnipotan olunamayacağının da kabulü anlamına gelir ve çocuğun 1,5 yaşından beri yaşadığı, bir yandan omnipotansını annesine aktarırken bir yandan da kendi omnipotansına hiç değilse fantezi düzeyinde inanma dönemini sona erdirir. Omnipotansa erişme isteği bu kez büyümeye bağlanır. Artık çocuk büyümek istemektedir.        
Anne, baba ve çocuk arasındaki bütün dinamikler, normal gelişen bir çocukta dünyaya ilişkin yeni bir tanımın oluşmasına yol açar. Bu, daha önceki tanımlardan ciddi ölçüde farklıdır.
3 yaş civarına gelene kadar çocuk aile içinde kendine bir yer edinmiş, ailesiyle bir ilişki kurmuştur. Buna rağmen kendi fantezi dünyasındadır; inandığı şeylerin çoğu dış gerçeğe uygun değildir. Fantezi dünyası, çocuk ruhen geliştikçe ve öfkesinde azalma oldukça değişecek, narsisistik içeriği azalacaktır. Ancak çocuk fantezi dünyasını tam olarak bırakmaz. Örneğin, annesi onu sevdiği için herkesin de seveceğini zannetmektedir. Hiç aç kalmadıysa, her zaman yiyecek bir şeyleri olacağını zanneder. Anne babasına istediklerini yaptırabiliyorsa, her istediğinin olacağına inanır.
Hatırlanacağı gibi, 3 yaş öncesinde dürtü haz peşindedir ve çocuk hazzı kendi vücudunda da arayabiliyordu; örneğin çocuğun kendi parçası olan kaka bir haz nesnesi olabiliyordu. Fakat çocuk artık dış dünyaya yönelmektedir. 3 yaş civarının dürtüsel gelişme düzeyi çocuğu fantezi dünyasının dışına çıkmaya zorlar çünkü dürtünün mahiyeti değişmiş, sevgi duygusunun emrine girmiş ve kendisine dış dünyada bir sevgi nesnesi aramaktadır. Bu durum, çocuğun yakınındaki nesnelere yaptığı yatırımın içindeki dürtüsel kısmı da artırır. Böylece, dürtünün enerjisi çocuğu dış dünyaya doğru iter. Çocuk, fantezi dünyasından anne-baba-çocuk üçgenine geçer. Normal bir gelişmede bundan sonra çocuk bu üçgen içinde fanteziler kuracak ve artık bunu fantezi oluşturduğunu bilerek yapacak, oyunla gerçeği birbirinden ayırt edebilecektir.
Sonuçta her iki cinsiyetten çocuk için de şu formül oluşur:          
A - Dünyada pipisi olan erkekler ve pipisi olmayan kadınlar vardır.
B - Bu iki cins birbirlerini tamamlar ve birlikte çocuğu dünyaya getirirler. Çocuğu anne doğurur ama onu annenin karnına koyan babadır.      
C - Çocuk, anne babası ile aynı kuşaktan değildir ve onların anne babası olamaz.
“Annemle babam sevişti, ben öyle doğdum. Babamın pipisi var, annemin yok. Onlar büyük, ben çocuğum.” Bu formül, “gerçekliği” temsil eder. Çocuk, kendisinin ezelden ebede uzanan bir varlık olmadığını, bir başlangıcı olduğunu, kendi kendisini yaratmadığını, onu yaratanların annesiyle babası olduğunu ve onlara ihtiyacı olduğunu, onlar gibi olmasının yıllar alacağını, bunun için birçok şey yapması gerektiğini anlar ve narsisistik sisteminin gerçeğe uygun olmayan yüklerinden kurtulmuş olur. İki ayrı cinsiyetin varlığını kabul etmek ve doğumun bu iki cinsin işbirliğiyle gerçekleştiğini anlamak dünyada tek başına yeterli olamayacağımızı, bizi tamamlayacak insanlara ihtiyacımız olduğunu kabullenmek demektir. İşbirliği önemli bir şeydir; bütün önemli üretimler tek başına değil, işbirliği içinde gerçekleştirilir ve insanın bunu becerebilmesi gerekir. Ayrıca iki ayrı cinsiyetin olması ve bunların birbirlerini tamamlamakta olmaları, bizden farklı olanı da sevebilmemiz gerektiğini hatırlatır. Birini sevmemiz için onun bizim gibi olması ya da bize benzemesi gerekmez.
Aslında “gerçeklik” tanımı, “1. ben neyim/kimim, 2. nasıl var oldum/varlığımı kimlere borçluyum, 3. yeryüzündeki konumum/var oluş koşullarım nelerdir” temel sorularına da cevap getirmektedir. Bu sorulara verilen yanıtlar yıllar içinde arttıkça, içine isim, soy isim, anne baba adı, cinsiyet, uyruk ve bunlara karşılık gelen anlamlar da eklendikçe, çocuğun kendi gerçekliğini tanımlaması sonucunda “kimlik tanımı” (identite) dediğimiz bir ruhsal anayasa oluşur. Bu anayasada çocuk, ileride hangi cinsi seveceğini, dürtülerini hangi cinsiyete yönelteceğini bile belirler. Bu anayasanın temel ilkeleri hiçbir zaman değişmezken, bazı ilkeler daha sonraki yaşlarda karşılaşılan özdeşim nesnelerinden etkilenilerek değiştirilir. Aslında çocuk, kendisi için hep uyacağı kanunlar oluşturur. Bunlara uyamazsa kendisine, kendi gerçekliğine ihanet ediyormuş gibi olur.
“Kimlik” dediğimiz bu ruhsal aygıt, aile içinde bir düzen varsa, bunun çocuğa yansımasıdır. Aile içinde bir düzen olması, anne babanın birbirlerinden ne beklediklerini bilmeleri, aralarında işlevsel bir işbirliği oluşturabilmiş olmaları demektir. Böyle bir ilişkide eşler birbirlerine duyarlıdır, hem kendilerine hem de çocuklarına uyguladıkları prensipleri vardır. Ailede kimin neye kızacağı, kimin neden hoşlanacağı önceden kestirilebilmektedir. Ebeveynlerin sorumluluk alanları birbirinden ayrılmıştır. Böyle bir sistemde çocuk kendisini öngörülebilir özellikler taşıyan, belli kanunlarla yürüyen bir düzen içinde hisseder. Aslında çocuk, içinde yaşadığı dünyayı, onun yapılanma biçimini örnek alarak kendi içinde bir düzen oluşturmaya yönelmektedir; kimlik de bu düzenleme çabasının bir ürünüdür.
Burada, içinde yaşadığı aile sistemi kaotik olan çocuklarda durumun ne olacağı sorusu akla gelir. Çocuk kaotik bir ortamda yaşıyorsa, kimliği de buna uygun biçimde oluşur; kendi içinde tutarlı bir bütün gerçekleştiremez. Çocuklar, ailede ve dünyada bir düzen olduğunu 2-3 yaş arasında algılamaya başlarlar. Masanın, sandalyenin bir düzeni vardır; elbiseler bir dolaba konmaktadır; yemeğin içine konması için tabaklar vardır; anne yemek yapar, baba eve akşam gelir vb. Çocuk bunları algılamaya başladığında oyuncaklarını dizmeye, elbiselerini katlamaya çalışır; oyun oynarken oyuncaklarını yerleştirmeye başlar. Bu sürecin gelişmesi 3 yaşından sonra kurallar koymaya, onları uygulamaya doğru evrilir. Kimlik tanımı da kendi gerçekliğini tanımlama ve kendine kurallar koyma çabasını içerir. Kimliğin oluşma süreci erkek çocuklarda 3-5 yaş dönemini kapsar. Kız çocuklarda bu süre biraz daha uzar.
Çocuğun, anne babasının onun dünyaya gelmesindeki rollerini, iki cinsin varlığını ve kendisinin bir çocuk olduğunu fark etmesine, yani temel “gerçeklik” tanımına dönelim. Çocuğun gerçekliğe ve sonuçlarına karşı tutumu değişiklikler gösterir.
A - Çocuk gerçekliği kabul etmeyip kendi fantezi dünyasında kalmaya devam edebilir. Bu, yukarıda ifade ettiğim gerçekliğin hoşa gitmeyen taraflarının inkâr edildiği, benimsenmediği anlamına gelir. Böyle bir çocuk kendisini kötü hissetmeyeceği kendine özgü bir gerçeklik içinde ve bu durumun oluşturduğu sorunlarla yaşayacaktır. Bu grupta akıl hastalıkları, ağır kişilik bozuklukları ve hafif kişilik bozuklukları yer alır.
B - Bazı çocuklar gerçekliği kabul eder ama hoşlarına gitmez. Bu çocuklar dış gerçekliğe belli ölçüde uyum gösterecektir; arkadaşları ve içinde yaşadıkları bir dünyaları olacaktır ama devamlı mızmızlanacak, başlarına gelen şeylerden yakınacak, hep daha fazlasını hak ettiklerini iddia edeceklerdir. Bu durumda çocuk gerçekliği kabul etmiş ama sevememiştir; esas sevdiği, fantezilerdir. Bu durumun ödipal üçgen içerisindeki konumlanması, sevgi nesnesi olan ebeveyne dürtüsel yatırımın fantezi dünyasında (bilinçaltında) sürmesi fakat bastırma savunma mekanizması ile bilinçaltında tutulması şeklindedir. Çocuğun gerçekliği kabul ettiği ama sevemediği durumlarda ise nevrozlar oluşur.
C - Son olasılıkta da çocuk gerçekliğini severek kabul eder. Bunun anlamı, “gerçeklik sevgisi”ni oluşturabilmiş olmasıdır ve gelişmesini sürdürebilirse, erişkin çağlarında hakikat sevgisi aşamasına ulaşabilecektir. Bu çocuk dürtülerini sevgi nesnesi olan ebeveyninden çekebilmiş ve onun çocuğu olmaya razı gelebilmiştir; böylece dış gerçekliğe yönelmiştir ve bu gerçeklik içinde arkadaş ilişkileriyle var olmaya, kendisini geliştirmeye çalışmaktadır.
Gerçekliğin çocuğun dünyasındaki karşılanma biçimi her iki cinsiyetten çocukta da okul öncesi dönemde belirlenmiş olur.