Ortada bir aile varsa, duygusal ve fiziksel pek çok ihtiyacını birbirine yatırmış, birbirleriyle ilgili beklentileri olan, bu beklentilerine karşılık bulduğunda mutlu olan, bulamadığında öfkelenen bir anneyle babadan oluşmuş bir sistem varsa, ne gibi sorunlar çocuğun gerçeklik sevgisine erişmesini engelleyebilir? Yani çocuklar, bir aile olabilmiş, ama sorunlu bir aile olabilmiş bir ortamdan nasıl etkilenir?
En sık karşılaşılan durum, anne babanın birbirlerinde aradıklarını bulamamaları ve giderek öfkeli bir hale gelip ruhsal yatırımlarını birbirlerinden çekmeleridir. Ebeveynler ruhsal yatırımlarını birbirlerinden çektiklerinde, duygusal ihtiyaçlarını çocuğa kaydırmaya başlarlar ve çocuk ebeveynin hayatında eşinden daha önemli bir hale gelir. Giderek çocuğa duyulan ihtiyaç artar, ebeveynin hayatındaki en önemli kişi çocuk olmaya başlar ve bu yapıdaki bir ebeveyn sonuçta hayatını çocuğun üzerine kurar.
Çocuk, anne babanın kendisine ihtiyaç duyduğunu hemen anlar; bu durumda kendini fazla önemseyen bir insan olur. Çocuğun narsisistik sisteminin, kendisinin çocuk olduğu ve ebeveynine eş olamayacağının kabulünü içeren dönüşümü bozulur. Ne yazık ki anne babalar bu durumu çocuklarına ihtiyaç duymaya başlamak olarak değil, çocuklarını çok sevmek şeklinde görmeye yatkındır. Üstelik günümüz popüler kültürü de bu durumu desteklemekte ve özendirmektedir.
Çocukla arkadaş olmaya çalışmak, ona “aşkım”, “tatlım”, “bir tanem” diye hitap etmek, çocuğun kuşak farkını ve ebeveynine eş olamayacağı gerçeğini algılamasını ve kabul etmesini engelleyerek ruhsal gelişimine zarar verir. Çocukla ebeveynler ancak ergenlik çağından sonra, çocuk bir erişkine dönüştüğünde arkadaş olabilirler. O zamana kadar çocuğun ihtiyacı anne babayla arkadaş olmak değil, anne babalık almaktır. Çocuğun arkadaşı çok olacaktır ama bir tane anne ve babası olacaktır.
Ebeveynlerin arkadaş olmaya çalıştığı çocuklar bir yandan ebeveyn kaybı yaşarlar, bir yandan da kendilerini fazla önemserler ve herkesten ebeveynlerinin düzeyinde bir önem görmek isterler. Bu ise çocuğu alıngan, yüksek beklentili bir hale getirir ve yaşıtlarıyla ilişki götürmesini zorlaştırır. Ebeveynlerin çocukla ilgili sorumluluğu ona arkadaş olmak değil, kendisine dış dünyada arkadaş bulabileceği ve bu ilişkileri sürdürebileceği bir insan olmasına çalışmak olmalıdır.
Günümüz popüler kültüründe ne yazık ki kalıcı bir ilişki haline gelmesi mümkün olmayan, saman alevi gibi parlayıp hemen sönen, karşılıklı yüceltme ve birbirini pohpohlama üzerine oturan bir aşk ve çocuk sevgisi öne çıkarılmaktadır. Kalıcı bir kadın erkek sevgisi, “modası geçmiş” ve pek de inanılmayan bir ilişki biçimi olarak görülmektedir. İnsanların bir süre sonra birbirlerinden sıkılacağına ve cinsel hayatlarının da canlılığını kaybedeceğine inanılmaktadır. Her şeyin çok kolaya alındığı ve tüketildiği, insanların sevme kapasitelerinin düşük olduğu bir dünyada belki de başka türlüsü olamazdı. Böyle bir dünyada hayatı “çocuk sevgisi” veya geçici aşklar üzerine kurmak kaçınılmazdır. Gerçekten de, kalıcı bir sevgi ilişkisi oluşturabilmek ve sürdürmek pek çok vasfı gerektirir. İnsanın sabırlı, metanetli, çalışkan, disiplinli, rahatına düşkünlükten kurtulmuş, kendi ihtiyaçlarını kabullenmiş, sorumluluk üstlenebilmeyi ve ihtiyaçlarına uygun olmayı becerebilmiş olması gerekir ki, kalıcı bir ilişki oluşturabilsin.
Çocuk, anne babanın birbirine öfkeli olduğu ve ruhsal yatırımlarının kendisine yönelmiş olduğu bir durumda yerini anlamakta zorlanır. Onun açısından, “dürtülerinin yöneldiği karşı cinsten ebeveyne, kendi cinsiyetinden olan ebeveynden daha yakın olabilir mi?” sorusunun geçerli olduğu bir durum oluşur. Birçok erkek çocuk, “annem beni babamdan daha çok seviyor,” veya birçok kız çocuk, “babam beni annemden daha çok seviyor,” diyebilecekleri bir ortamda büyüyor.
Bu durumda çocuğun kuşak farklılığını kabullenmesi son derece zorlaşır. Çocuk bir yandan anneyi veya babayı ebeveyn yerine koymaya çalışırken, bir yandan da onu cinsel eş olarak algılayabileceği bir durumun içinde yaşamaya başlar. Çocuğun doğal eğilimi herkes için çok önemli olmak, her istediğini yaptırmaktır. Ona kalsa kendisinin çocuk olduğunu, hayatın anne babasının imkânları ve çabalarıyla götürüldüğünü, anne babasının sevgisinin onun korunan ve ihtiyaçlarına duyarlılık gösterilen bir aile üyesi olmasını sağladığını görmek istemez. Çocuğun narsisistik sistemi çok önemli olduğunu, bütün dünyanın kendisinin etrafında döndüğünü görmek ister.
Dolayısıyla anne babanın birbirlerine yapacakları yatırımı çocuklarına kaydırmaları, çocuğun kendisini çok önemseyen narsisistik yapılı bir erişkin olacağı anlamına gelir. Böyle bir insanın hayatı kendini önemsediği ölçüde zorlaştıracaktır; yükü ve güçlükleri fazla olacaktır. Aslında sağlıklı anne babanın en büyük sınavlarından biri budur. Çocuğun kendilerine duyduğu hayranlıktan, ilgiden, ihtiyaçtan fazlasıyla narsisistik doyum alarak çocuklarına bağlanmak ve onlardan da aynısını beklemek anne babalığı bozar.
Anne babanın çocukları bozmayan tek doyumu, sevgiden kaynaklanır. Çocuklara duyulan sevgi onların kendi hayatlarını kurabilen mutlu insanlar olduklarını görmek ve onları hayata hazırlamak isteyen, onları kendine istemeyen bir duygudur. Genel anlamda çocuğa yatırılan her türlü ihtiyaç, ister narsisistik olsun ister çocuk tarafından sevilme, desteklenme gibi gerçek bir ihtiyaç olsun, büyüme ortamını ve çocuğu bozar. Çocuk anne babanın arkadaşı değilken, öyle olmak zorunda kaldığında onu büyümeye zorlayan hiyerarşi bozulur. Ebeveyn-çocuk ilişkisinin büyütme niteliği, hiyerarşiyle ilgilidir. Çocuğun büyüme isteği bu hiyerarşiden kurtulmak içindir; gerçekten de büyüdükçe hiyerarşi düzleşir.
Ebeveynlerden birinin ihtiyaçlarını yatırdığı çocuk ise diğer ebeveynden uzaklaşmak zorunda kalır. Bu durumda çocuk hem kendisini büyütmesi beklenen ebeveyninin ruhsal sistemine dayanak olmak zorunda bırakılmış olur ve hem de kendisini büyütecek olan diğer ebeveyninden mahrum kalarak çifte zarar görür. Böyle bir aile yapılanmasında, çocuğun çocuk olduğunu, onların da kendisinin anne ve babası olduğu gerçeğini kabul etmesi ve sevmesi çok zordur. Bunu yapabilse de, aklı, ebeveynin cinsel eşi olma fantezisinde kalır.
Çocuk olduğunu kabullenememiş insanlar, yetişkinliklerinde bütün erkeklerin ya da kadınların kendilerine ait olduğunu sanırlar. Anne babaları ile aralarında sınırlar yeterince oluşmadığı için, mahremiyet duyguları da tam gelişmez. Bu yapıdaki çocuklar ve yetişkinler hadlerini bilmez, kendilerini olduklarından daha önemli zannederler. Çocuğun, kuşak farkını algılamak yerine ebeveynleriyle kendisini aynı düzlemde görmesi, sosyal hayattaki hiyerarşik ilişkilere uyamamasına yol açar. Böyle bir insan iş hayatında da, kendisinden önceki kuşaklarla ilişki kurmakta da zorlanır. Hiyerarşik bir ilişki bu yapıdaki insanlara baskı gibi gelir; kendilerinden istenen şeyleri emir gibi algılar, kabullenmek ve uymak istemezler.
Anne babanın birbirini sevdiği ve tam bir işbirliği yapabildikleri ortamın çocukta yaratacağı mutluluk ve güven hem daha fazladır, hem de çocuğu mütevazılaştırır. Çocuğun ruhsal gelişimi bir yandan anne babanın verdiği büyük emekle, öte yandan da çocuğun kendisini geliştirmek için harcadığı çabayla mümkün olur. Çocuk açısından en uygun koşullarda, anne baba çocuğu kendisini geliştirmeye zorlar ve büyümeyi özendirir. Gerektiğinde örnek olur, destek verir, cesaretlendirir, yardımcı olur. Bunlar yapılabiliyorsa, çocuk, büyümenin yükünü anne babayla işbirliği içinde kalarak ve onların gözetimi altında sürdürebilir. Aksi takdirde çocuğun büyüme önceliği bozulur ve ebeveynin ihtiyaç yatırımı yaptığı çocuk bunu sürdürebilmek için onu memnun etmeye yönelir; yani kendisini deforme etmek zorunda kalır. Ortaya “büyümüş de küçülmüş” dediğimiz, yaşıtlarına göre ruhen geri kalmış ama anne babanın arkadaşıymış gibi konuşan, davranan çocuklar çıkar.
Söz konusu durumda çocuk ebeveyninin ruhsal ihtiyaçlarını yüklenmiş, kendi ihtiyaçlarını da buna göre çarpıtmış olur ve büyümesi ciddi biçimde sekteye uğrar. Bir kural olarak, ebeveynin çocuğa duyduğu ihtiyaç ne kadar fazlaysa, çocuğun narsisistik sistemi o kadar şişkin kalır. Özellikle 3 yaş öncesinde annenin dürtüsel yatırımının erkek çocuğa kayması, çocukta sapkınlığa varabilecek bir deformasyona ve dürtüsel gelişmenin durmasına yol açar. Çocuk, annesi için dürtüsel bir çekim oluşturduğunu hissettiğinde ve annenin biriciği olduğunu algıladığında, ruhsal gelişmesinin motoru olan yetersizlik duygusu ortadan kalkar; kendini annesinin idealine uygun hale gelmiş zanneder. Bunu algıladığı anda da büyümesi durur ve bu algı dürtü hangi seviyedeyken oluştuysa, çocuk o seviyede kalır. Bu yüzden, çok net bir şekilde denebilir ki, hayat çocuk sevgisi üzerine değil, kadın ve erkek arasındaki sevgi üzerine kurulur. Çocuklar ancak böyle bir ortamın ürünüyse hem kendileri sağlıklı olur hem de sağlıklı nesiller yetiştirilebilecek anne babalar olurlar.
Türkiye’de, özellikle kırsal kesimde yaşayan ailelerde cinsiyet ayırımcılığı sürmektedir. Bu durum kız çocuğunun gelişimini doğal olarak etkileyecektir. Aile ortamında kız erkek ayrımcılığı yapılıyorsa ve erkek çocuk tercih ediliyorsa, kız çocuğunun penis hasedi artar. Bu durumda çocuk kendisine yapılan muameleyle erkek çocuğa yapılan muameleyi kıyaslayacak ve durumu kendi cinsinin değersizliği olarak yorumlayacak, ya erkek gibi olmaya çalışacak ya da erkeklere olan hasedi artacak, erkekleri sevmesi zorlaşacaktır. Bu kız çocuğu daha öfkeli olacak, hayatı daha zor geçecektir. Bu ortamda büyüyen kızlar gelecekte bir erkek çocuk doğurduklarında sanki artık bir pipi doğurmuş, değersizlikten kurtulmuş gibi bir algılama ile erkek çocuğa aşırı bir düşkünlük gösterebilir ve kendi kızlarına aynı ayrımcılığı yapmaya yönelirler. Halbuki çoğu zaman kendilerine, “ilerde annem gibi olmayacağım, çocuklarımı ayırmayacağım,” türü sözler vermişlerdir.
Evde annenin ezildiği ve acı çektiği bir durumda kız çocuğunun kendi cinsiyetini benimsemesi beklenemez. Çocuğun dünyasında bu durum, kadınların ezilmeye mahkûm oldukları şeklinde yorumlanır. Böyle bir ortamda büyüyen kızlar erkeksi olmaya ve annelerinden çok babalarını örnek almaya yatkın olacaktır. Bu tür ortamlarda büyüyen bir kız çocuğu ödipal dönemi cinsiyetini benimseyerek tamamlayamaz. Aynı şekilde mutsuz, devamlı birbirleriyle kavga halinde olan veya birbirinden kopmuş anne babaların çocukları için de gerçekliğin sevilecek bir tarafı olamaz.
Anne babanın işe ve dış dünyaya yönelik olduğu durumlarda çocuklar ister istemez duygusal yoksunluğa maruz kalmaktadır. Bu durumda aile olma duygusu yeterince oluşamaz ve çocuk böyle bir gerçekliği sevemez. Demek ki gerçeklik sevgisinin oluşması için her şeyden önce birbirini seven insanlardan meydana gelmiş bir ailenin oluşmuş olması ve bu aile içinde de çocukların ihtiyacı olan sevgiyi, güveni ve itinayı bulabilmeleri gerekir.
Anne ve babanın dürtüsel yatırımlarının tamamen birbirine yönelmiş olduğu bir aile ortamında çocuk daha önceki gelişim dönemlerinden sağlam bir yapıyla geldiyse, gerçeklik sevgisi geliştirecektir. Gerçeklik sevgisi, çocuğun çocuk olduğunu, annesinin veya babasının dürtüsel eşi olamayacağını öfkesiz bir şekilde kabul edebilmesi demektir. Bu durumdaki bir çocuk kendi cinsinden olan ebeveynine hasetten arınmış bir sevgi duymaya başlar ve onunla özdeşleşir; onun çırağı olmaktan mutluluk duyar.
Çocuğun gerçeğe duyduğu sevgi merak duygusunu ve öğrenme isteğini kamçılar. İlgi alanı cinsellikten ve anne baba arasında olan biteni merak etmekten uzaklaşır. Bu konular aştığı duygusal karmaşaya geri dönme tehlikesi oluşturduğu için tehlikelidir ve bastırmaya maruz kalır. Bastırma, gelişmenin bu aşamasının sağlıklı bir özelliğidir. Öfkesi fazla olan çocuklar bastırmayı gerçekleştiremez ve çocuk cinsel konulara olan ilgisini sürdürür. Ruhsal enerjisini öğrenmeye ve kendini geliştirmeye tam olarak yönlendiremez. Bu çağdaki çocuğun anne babasının, “Sınıfta kime âşıksın? Bakalım ne zaman âşık olacaksın?” gibi sorular sorması çocuğun gelişimine zarar verir. Gelişmesi normal süren çocuk okul çağının öğrenme sürecine ve okul arkadaşlarına adapte olur, öğrenmekten zevk alır. Arkadaşlarıyla güçlü bir yardımlaşma ve dayanışma içindedir. Bu haliyle mutlu ve sevilen bir çocuk olur.