Bütünleşme dönemi

Anne, bebekle bütünleşme ilişkisi kurabildiği ölçüde onun enerjisinin ayrışmasını sağlar ve ayrışmış enerjisi ne kadar fazlaysa, bebek o oranda haz duyar ve bununla beraber bağlanma kapasitesi yüksek olur. Bu sayede anne, bebeğin iç dünyasında önemli bir ruhsal yatırımı kendisine bağlamış olur. Bu durum bebeğin fantezilerine bağlı olan narsisistik enerjisinin bir kısmının anneye, gerçek bir varlığa, yani “gerçekliğe” yatırılması demektir ve bebeğin fantezilerinde ve narsisistik sisteminde küçülme olması anlamına gelir.
Bebek ilk 3 aylık dönemde ilişki kurma kapasitesine sahip değildir. Bu dönemde ruhsal enerjisi yoğun olarak orijinal ruhsal enerjiden oluşmaktadır ve her an doğum travmasını hatırlatacak bir altüst oluşa yakın durumdadır. Anne, bebeğe karşı çok duyarlıdır; onun ihtiyaçlarını hissederek onu her türlü gerginlikten korumaya çalışmaktadır. Bebek, annesini gördüğünde gülümseyecek, sevinç gösterecek hale geldiğinde, genel olarak 3 aylık olmuştur ve artık o da annesiyle ilişki kuracak bir ruhsal malzemeye sahiptir. Bundan sonra bütünleşme dönemi başlar.
Bütünleşme dönemi boyunca anneden alınan haz, anneyle yaşanan huzur arttıkça, bebeğin bir yandan mutlak/saf dürtü enerjisi artar, diğer yandan da ayrışan dürtü anneye bağlanmaya devam eder. Bebek, özellikle annenin kucağındayken veya annesinin memesini emerken aldığı hazzın artmasıyla beraber, kademeli olarak, “Bölünmez Bütünlük”ün parçası olma deneyimini “annenin bir parçası” olmaya doğru dönüştürür. Böylece, süreç içinde giderek annesine büyük bir önem atfetmeye başlar; bebeğin fantezi dünyası da o nispette küçülmeye ve dönüşmeye hazır hale gelir. Yani bebek bazen kendisini Allah olarak algılarken, artık bazen de annesini Allah yapmaktadır. Öfkeliyken kendisi Allah, annesi ise onun bir parçasıdır; anne, haz kaynağıyken Allahlaşmakta ve bu kez bebek onun bir parçasına dönüşmektedir ama hep bir “bütün ve parçası” ilişkisi vardır. Duygu içeriği bakımından erişkin bir insanın kutsallık olarak tanımlayabileceği bir atmosfer oluşur; ilişki “ilahi”, hatta bebekliğin erken dönemlerine, anne karnına doğru gidildikçe “mistik” bir mahiyet taşır.
Bütünleşme döneminde bebeğin anneye olan ruhsal yatırımı artar, ona daha çok bağlanır; bir dürtüsel alanının oluşmasıyla da anne, bebek için haz kaynağı haline gelir ama bebek anneyle kendisini ayrı varlıklar olarak algılamadığı için, fantezi içeriği değişmez. Sadece, “her şey olmak” anneyi de kapsayarak, anne ve bebeği içine alan bütünlüğün adı haline gelir. Bebeğin ruhsal malzemesi bu dönemde çok büyük ölçüde dönüşür, -anne başta olmak üzere bütün aile üyeleri, bazı oyuncaklar gibi- yatırım yapabildiği nesneler oluşur ve artan “nesne sevgisi” kapasitesiyle beraber, bebeğin narsisistik sistemi küçülür. Yine de bütünleşme dönemi bebek için anne karnının bir devamı gibidir. Bu anlamda bebeğin ruhsal enerjisi gerginlik ve ihtiyaç olmadan da anneye yönelebilecek hale gelmiştir. Fakat artık anne karnındaki kesintisiz huzurlu hal de yoktur. Sıcak soğuk farkları, açlık, bağırsak faaliyetleri, gürültü, ışık… Bütün bunlar hayatın gerçekleri olarak bebeğin içine düştüğü yeni dünyanın çok önemli unsurlarıdır ve bebek bütünleşme döneminde bunlara uyum sağlayacak zamanı kazanmış olur.
Anne-bebek bütünleşmesinde, bebeğin annenin bütün bilinçaltını algıladığı bir ilişki söz konusudur ve bu ilişki bebeğin iç dünyasını alabildiğine zenginleştirir. Annesiyle böyle bir ilişki içine giren bebeğin yüz ifadesinde, çeşitli durumlara verdiği tepkilerde, sevincinde, ağlamasında, annesinin de sevdiği yakın çevredeki insanlara yönelmesinde şaşırtıcı bir çeşitlilik ve zenginlik gözlenir. Bebeğin annesine bağlanmaya başladığını, onu görünce sevinç göstermesinden anlarız.
Bebek haz alabilecek bir dürtüsel alan oluşturduğunda, meme emmekten büyük bir haz almaya başlar. İlerleyen aylarda, dürtüleri vücuduna yayılmaya başladığı için bebek, annenin temasından, onun kucağında olmaktan daha da çok hoşlanır. Bebek için annenin bedeni içine girmek, içinde erimek istediği kutsal bir mabede dönüşür. Annesinin içine girme isteğini muhafaza edemediğinde, bebek bu kez onu kendi içine almak ister.
Öfkeden temizlenmiş saf dürtünün oluşturduğu bütünleşme anne karnındaki “Bölünmez Bütünlük” halinin tekrar oluşmasına yol açtığı için, yoğun bir kutsallık duygusu taşır. Bu dönemde bebek, annenin iç dünyasının duygusal içeriğini, onun kendisine karşı hissettiği sevgiyi olduğu gibi algılar ve böylece sevgi duygusunu tanır. İnsan bu duyguyu ancak annesinden alabildiyse, sonrasında kendisi de aynı duyguyu hissedebilen biri olacaktır. 3-9 ay arasını kapsayan bütünleşme döneminde annenin bebeğin yanında olabilmesi gelecekte bebeği biçimlendirecek, sorunlarının niteliğini belirleyecek son derece hayati bir öneme sahiptir.
Annenin bedeniyle temas halinde olmaya imkân sağlayan her türlü aktivite bir yandan bebeğin ayrışan dürtüsünün bedenine kaymasına ve vücudun bir haz alanına dönüşmesine yol açarken, öte yandan da bebeğin bedensel bütünlüğünü algılamasını, buna uygun bir beden imajı oluşturmasını sağlar. Anneyle bebeğin sarılması, bebeğin annenin kucağına oturması, annenin sıcaklığını, kokusunu hissetmesi, aralarındaki ruhsal bütünlüğü bedensel düzeyde tamamlar. Bütünleşme döneminin ortalarından itibaren -6. ay civarında- bebekte beden imajının oluşmaya başlaması, bebeğin annesiyle arasındaki fiziksel sınırları ayırt etmesini ve daha sonra, 9. ayda, annesiyle kendisinin ayrı varlıklar olduğunu fark etmesi için bir hazırlık oluşturur. Hazırlığın bir parçası da bebeğin kendi vücuduyla meşguliyetidir. Bebeğin elini emmesi, ayaklarıyla oynaması, oturmak, hareket etmek için gösterdiği çaba, bedenini algılama sürecinin bir parçasıdır.
Annenin bedeni, insanın bu dünyadaki ilk mekânıdır. Mekân duygusu, anne bedeninin deneyimlenmesiyle oluşur. Kokusuyla, sıcaklığıyla, yumuşaklığıyla, taşıdığı pozitif enerjiyle annenin bedeni bebek için bir çekim oluşturur. Bebeğin dürtüsel gelişiminin sürmesi ve fiziksel yakınlık yaşama kapasitesinin oluşması için, annenin bedeninin, bebekle ilişkinin önemli bir parçası olması gerekir. Annenin bedeninin bebek için bir mekân olamaması “kaybolma korkusu” oluşturacaktır. Kişi kendisini bu dünyaya ait hissedemeyecek, bedeni haz duyusu taşımayacak, genel dürtüsel gelişimi cinsel organların ön planda olduğu bir cinsel hayatı sağlıklı olarak yaşamaya uygun olamayacaktır.
Bebek kendi bedenini, bir bakıma annesinin bedeni üzerine, onun bedeni üzerinden inşa eder. Bu anlamda, doğduğunda aslında bebeğin bedeni yoktur denebilir, en azından bebeğin algısı böyledir. Hissettiği fiziksel problemler ya da gerginlikler öfkenin bir tezahürü gibidir, enerjiyle ilgilidir. Fakat anne, ayrışma sayesinde ve bebeğin bedeniyle de kurduğu ilişkiyle, bebekte, benliğinin bir parçası olarak beden imgesinin de oluşmasını sağlar. Bunu oluşturan, bizzat annenin bedenidir.
Anne karnından bu dünyanın bir parçası olmaya giden süreçte bütünleşme döneminin bebeğin yumuşak bir geçiş yapmasını sağlayan bir niteliği vardır. Bebek artık bir tek kendisinden oluşan bir evrende olmadığı gibi, anneden gelen hazza, canlılığa, sıcaklığa “ihtiyaç duyan” bir varlıktır, “samed” değildir. Ruhsal alanı orijinal ruhsal enerjiyle dolduğu zamanlarda annenin yatıştırmasına ihtiyaç duymaya başlar. Bir yanıyla anne artık adeta güneş gibidir, ısıtır, canlandırır, hayat verir, bebek de onun etrafında ve neredeyse bir yörüngeye sahip olarak dönen bir dünya gibidir. Görüldüğü gibi, bütünleşme sürecinin bebeğe kattığı özellikler çok fazladır ve bu dönemin yaşanamaması büyük eksiklikler oluşturacaktır.
Bütünleşme dönemi boyunca oluşan gelişim sürecinde, başlangıçtan itibaren kendisini “her şey” olarak algılayan bebeğin hayatına önemli bir varlık daha eklenmiş olur. Fakat aynı zamanda bebeğin “her şey olmak” iddiası, bu fantezi de ciddi bir yara almıştır.
Bu bölümü, bütünleşme dönemine ilişkin bir regresyon deneyimini aktararak kapatmak istiyorum. Bebek son derece huzursuz ve gerginken ve öfkesi bütün yok ediciliğiyle anneye yönelmişken, bütünleşme sonucunda hissettikleri tam bir şükran duygusuyla dolup taşan bir yetişkinin hissettiklerinin ana kalıbı gibidir. Bazı hastaların, seanslar sırasındaki regresyonların ardından bu dönem üzerine anlattıkları dikkat çekicidir. Derin regresyon sayesinde neredeyse tam anlamıyla 9 ay öncesinin çeşitli evrelerine ulaşan bir hasta, bir tür karanlık bir boşlukta olma duygusundan söz ediyordu. Uzayda, karanlıkta sürüklenmek, tutunabilecek hiçbir şeyin olmaması, derin kayboluş olarak adlandırdığı bu durumda, orijinal ruhsal enerjisini de tıpkı diş kamaşması gibi, etinin kamaşması şeklinde hissettiğini ve bunun onu olağanüstü huzursuz ettiğini söylüyordu. Hem bu nedenle hem de yok olma korkusu nedeniyle kendisini uykuya bırakamıyordu ve ciddi bir uyku sorunu vardı.
Kaybolma duygusunu sonsuz boşlukta kaybolmak olarak tarif ederken, ölüm korkusu da hissettiğini ama bunun ruhun ölümü olduğunu ve tarifsiz bir dehşet duygusu yarattığını söylüyordu. Bütünleşmeyle beraber önce o sonsuz karanlıkta bulunmuş oluyordu, böylece ruhunun ölümüyle ilgili yaşadığı dehşetten, yok olma korkusundan kurtuluyordu. Fakat sonra, daha önceki imgenin tam tersi olarak onu kuşatan, kavrayan, saydamlaştıran, içinden bilinen ve bilinmeyen bütün renklerdeki ışıkların geçebildiği bir sıcaklığın ve canlılığın onu bağrında erittiğini, tarifsiz bir huzur hissettiğini söylüyordu. Hasta bu yaşantıyı, bebek cenneti olarak adlandırıyordu. Böyle yaşantıların ardından derin bir şükran duygusuyla, bir bebek gibi ağlıyordu.