BEBEĞİN FANTEZİ DÜNYASI VE DÖNÜŞÜMÜ

İnsan olmanın kaderi, üç-dört yıl içinde bir yandan kendisini Allah zanneden bebeğin bir çocuk olduğunu ve annesi ve babası sayesinde hayatta kalabildiğini kabul etmesi, bir yandan da bir hiç olmadığını, çalışarak, emek vererek sistem kuran, çocuk yetiştiren bir varlık olduğunu, insanlığı ileriye taşıyabilecek bir potansiyele sahip olduğunu anlamasıdır.
Bebeğin, doğum sonrasında da anne karnındakine benzer bir duyguyu yeniden oluşturmaya çalıştığını, bunun sonucunda Tanrı olduğuna inanıp öfkesiz olmaya çabaladığını ifade etmiştim. Anne de, bebeğe karşı müthiş bir duyarlılık göstererek onun ihtiyaçlarını daha gerginliğe dönüşmeden doyurmaya çalışırken, aslında bebeğin kendisini Allah zannetmesini sağlamaktadır. Gerçekten de, anne için bebek her şeyden önemlidir. Bebeği doyurmadan kendisi yemek yemez, o uyumadan uyuyamaz; bebek, annenin hayatının merkezindedir. Bütün bunlar bebeğin de kendisini ihtiyaçsız, her istediği kendiliğinden olan, her şeyin merkezi olarak algılamasını sağlıyorsa, bebek tıpkı anne karnındaki gibi huzurlu olur. Fakat bebeğin Allah olduğuna dair inancı sarsıldığında açığa çıkan öfke, sıkıntı, gerginlik ve korku karışımına yol açan orijinal ruhsal enerji, insanın temel özelliklerinden birinin, dengesini inandığı fantezilerle kuran bir varlık olması sonucunu doğurur. Fantezilerin temel işlevi, kişinin yok edici öfkesinin, orijinal enerjisinin ruhsal alana girmesine engel olmasıdır. Ruhsal alanın dışında tutulan orijinal enerjinin düzeyi ne kadar yüksekse, orijinal enerjinin ruhsal alana girmesini engelleyecek fantezilerin içeriği de o kadar yoğundur. Fanteziler kendi seçimimiz değildir, ruhsal gerçekliğimizin bir parçasıdır.
Ruhsal gelişim fantezilerin ve narsisistik sistemin küçülmesi, dolayısıyla sevgi kapasitesinin artmasıyla ilerleyen bir süreçtir. Bebek ya da ruhsal gelişiminde sorunlar olan birçok insan için temel fantezi kalıbı, “Allah”tır. Birçok narsisistik sorun “benzersiz olma”, “vazgeçilmez olma”, “biricik olma”, “her istediğini yapabilme”, “her istediğini olabilme”, “her istediğini elde etme” “yenilmez olma” gibi, Allah’a atfettiğimiz nitelikleri kendimize istemek şeklinde görünür hale gelir. İnsan bu fantezilerini geride bırakmadan, bu beklentilerle gerçekliğin bir parçası olamaz ve sevgi ilişkisi sürdürecek hale gelemez.
Yeni doğan bir bebek için iki var oluş biçimi iç içedir. Bir yanda uyanıkken içine girdiği dünya vardır; bu dünyada temel olarak ona karşı büyük bir duyarlılıkla davranan ve kendisiyle bir bütünleşme ilişkisi kurabilen anneyle ilişki halindedir. Diğer yanda da, annesi aksadığında onu yeniden “her şey olmaya”, “Allah”a dönüştüren fantezi dünyası vardır. Ayrıca derin uykuya daldığında tekrar anne karnına dönmekte ve dinlenmiş, öfkesi yatışmış olarak uyanmaktadır. Böylece bebeğin, bir yandan annesi üzerinden “gerçeklik”le ilişkisi, öte yandan da kendi ruhsal gerçekliğine uygun olan ve onu öfkesiz, korkusuz, gerginlikten uzak tutan fantezi dünyası yan yana var olur. Anne, bebeğe ne kadar duyarlı olursa olsun, onun fantezi dünyasına hiçbir zaman tam anlamıyla uygun davranamaz ve bebek, her an açığa çıkabilecek bir öfke potansiyeliyle yaşar.
Anneyle bebek arasında bebeğin anneye güçlü bir yatırım yapabildiği bir ilişki oluştuysa, bebeğin fantezi dünyası bu ilişki içinde zamanla dönüşecektir. Aksi takdirde bebek katlanılamaz bir korku ve öfkeden kaçınabilmek için fantezilerini muhafaza edecektir. Bu durumda fantezi dünyası dönüşemez; bebek ruhen büyüyememiş olur. Bebekleriyle ruhsal ilişki kuramayan annelerin bebeklerinin başına gelen budur. Bebeksi fanteziler dönüşmeden kaldığında, bunların hayatla uyumsuzluğu o kadar yüksektir ki, ileride kişi kaçınılmaz olarak akıl hastalığı yaşar. Birey, derinlerinde kendisinin “Allah” olduğuna inanırken normal bir insan hayatı sürdüremez. Bir bebeğin buna inanması son derece doğalken, aklı farklı bir şey söylese de bir erişkin içsel olarak buna inanıyorsa, hastalanmadan yaşayamaz.
Demek ki normal bir insan olabilmenin en kritik dönemeçlerinden birini, bebeklik döneminde anneye fantezi dünyasının dönüşümünü sağlayacak bir yatırım yapılabilmesi oluşturuyor. Ancak bebeğin anneye bağlanması bebekle değil, annenin ne kadar bebek annesi olabildiğiyle ilgilidir.
İlişki, tanımı gereği, sürdürülebilen bir bağlantıdır. İki taraflıdır ve kısa süreli de olsa, birbirine yatırım yapabilmeyi gerektirir. Taraflar birbiri için yatırım nesnesine dönüşmüştür. Anneyle bebeğin ilişkisi, yenidoğan döneminde henüz tek yanlıdır, annenin bebekle kurduğu ilişki söz konusudur. Anne daha hamileliği sırasında karnında büyüyen ve hareketlendiğini algıladığı bebekle, “ruhsal” olarak nitelendirdiğim bilinçaltı bir ilişki kurar. Bu ilişkiyi ruhsal olarak nitelememin nedeni, akıl ve zihinle kurulan bir ilişki biçimi olmamasıdır; bu ilişkiyi oluşturan şey bilgi değildir. Tabii ki anne, bebeğine bakarken aklını ve zihnini de kullanmaktadır ama annenin aklı, bilgisi ve tecrübesi sezgilerinin ve hissettiklerinin emrindedir. İlişkinin bilinçaltı olmasının nedeni, bu ilişki için annenin iradi bir tutum göstermemesidir. İlişki, uygun koşullar varsa kendiliğinden biçimlenir; “ben iyi anne olmalıyım” diyerek oluşmaz. Hatta iyi anne olma arzusu araya aklı ve mükemmeliyetçiliği sokacağı için ilişkiyi bozabilir. Bu ilişki aynı zamanda, anne, bebeğini kendi parçası olarak algıladığı için bir bütünleşme ilişkisidir. Bebekse henüz herhangi bir ilişki oluşturabilecek kapasitede değildir.
Anne bebekle ruhsal bir ilişki kuramıyorsa, bebeğin enerjisinin bir kısmının tekrar ruhsal alanın dışına çıkması veya ruhsal yatırımın tekrar öteki tarafa dönmesi olasıdır. Bu, bebeğin anneye bağlanamadığını, annenin bebeğin ruhsal yatırımını kendinde tutacak bir annelik yapamadığını gösterir. Bu durumda durgun, ruhsal kapasitesi düşük, bağlanma kapasitesi çok sınırlı, duygusal ihtiyaçları oluşmamış, ihtiyaçlarını hissetmeyen bir bebek oluşur. Bazı çocukların ise daha ileri yaşlarda çocukluk psikozu geliştirme olasılıkları vardır.
Çocukluk psikozlarında, hasta çocuklar “öteki tarafla” çok meşguldür, sanki bu dünyanın bir parçası olamamışlardır. “Bu dünyaya ait olmayan” varlıklarla meşguliyetleri vardır fakat içerik fantezilere benzemez; bunlar, daha çok yansıtılan benlik parçaları gibidir. Ancak gerek bu imgelere bakarak, gerek dünyasını gözleyerek, çocuğun kendisini tamamen insan olarak hissedemediğini, bazen cansız nesnelerle, bazen hayvanlarla önce bütünleşip sonra onlara dönüştüğünü -bu savunmaya “aynılaşmak” denebilir- ve aslında hayvan dünyasına yakın tarafları olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin koku alma duyusu çok gelişmiş olabilir, davranışları hayvan davranışlarını andırır, hatta bazen çocuğun yüz ifadesi hayvansı olur. Psikotik bir çocuk köpek sesleri çıkarıyordu ve kendisinin köpek olduğunu iddia ediyordu. Bütün bunlar, insanı insan yapan, bu dünyanın bir parçası haline getiren unsurun annesi olduğu düşüncesini güçlendirmektedir.
Anlaşılacağı gibi, bebeklik annesinin vasıfları, bebeklik döneminin nasıl yaşandığı bir insanın oluşmasında en temel belirleyicidir. Temeli bozuk bir sistem, üzerine daha sonra ne yapılırsa yapılsın, ne yazık ki sağlam bir kişilik yapısının oluşmasını sağlayamaz; kişilik örgütlenmesinin “kendini kötü hissetmekten kaçınma” üzerine kurulması kaçınılmaz olacaktır.