Kadın ve erkek doğası birbirinden farklı ve birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bu anlamda, aslında kadın erkek ilişkisi için “çok kapsamlı bir işbirliği” tanımlamasını yapabiliriz. Kadın, erkeğe göre çok daha fazla sevgi ilişkisi yönelimli bir varlıktır. İlişkiler oluşturmaya, bunların sürmesini sağlamak için çaba harcamaya yatkındır. Nitekim annelik de büyük ölçüde, ilişki kurma kapasitesi olmayan bir varlıkla -bebekle- ilişki kurmayı, bu ilişki içinde onu büyütmeyi kapsar. Erkek ise dış dünya yönelimlidir ve dış dünyayla baş etmeye çalışır. Kadınla erkek arasındaki bu yönelim farkını daha küçük birer çocukken bile gözleriz.
Erkek çocuk hareketlidir, atlayıp zıplar ama aynı zamanda dış dünyanın nesneleri üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışır. Yapıp bozar, parçalayıp tekrar bir araya getirir, mekanizmasını anlamaya çalışır ve bunları yaparken o şey üzerinde hâkimiyet oluşturmuş olur, nihayetinde de bir kenara bırakır. Kız çocuk ise yakın çevresindeki insanların kendisiyle meşgul olmasını sağlamaya çalışır ve bu meşguliyeti mümkün olduğu kadar devamlı kılmak ister; sahip olduğu nesnelere (oyuncak, kılık kıyafet) daha bağlıdır, paylaşmayı sevmez. Kız çocukları bebekliklerinden itibaren çevrelerinin sevgisine ve bu sevginin devamlı gösterilmesine daha çok ihtiyaç duyarlar.
Kadının sevilmeye ve kendisiyle ilgilenilmesine duyduğu bu ihtiyaç, sevgi nesnesinin kendisine ait olmasını istemeye yol açar çünkü böylece, aldığı sevgiyi hiç kaybetmeyecektir. Burada sevgi nesnesi derken, insanın ruhsal yatırım yaptığı varlıkları ve tabii ki öncelikle anne, baba, eş, çocuklar gibi yakın kişileri kastettiğimizi belirtmekte fayda var. İşte bu ihtiyaç, kadının temel sevme karakterini oluşturur. Kadın, kendisine ait olanı sever ve sevdiklerini de kendisinde tutmak ister. Bu öyle temel bir karakterdir ki, kadının kendisi için istediği herhangi bir nesneden kocasına ve çocuklarına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar. Dolayısıyla kadının öncelikli özelliğinin sevebilen bir varlık olmak olmadığını, daha çok sevilmek istediğini, sevileceğinin garantilerini aradığını söylemiş oluyoruz. Bu anlamda, kadın sevgisi söz konusu koşullara bağlı ve temelde öfkeli, “benim olanı severim” dediği için narsisistik bir sevme biçimidir.
Kadın kıskançlığı
Sevdiği kişinin kendisine ait olmasını isteyen duygu, kıskançlıktır. Kıskançlık içeren bir sevgi, “sen benimsin, bana aitsin” demektedir. Kıskançlık duygusu yoğun olan kadınlarsa, “ben bana ait olanı severim, olmayanı sevmem, hatta nefret ederim” der. Pek çok kadın için kaçan balık büyük değil, mundardır. Sevginin kıskançlık içeren bir duygu olduğu, hatta kıskançlığın sevginin bir belirtisi olduğuna dair yaygın bir kanı vardır. Doğrudur, kıskançlık, kıskanılan kişiye büyük bir ruhsal yatırımın yapılmış olduğunu gösterir ama bu, gerçek sevgi yatırımı değildir.
Gerçek sevgi, sevdiğimiz kişiyi kendimizden farklı ve ayrı bir insan olarak algılayan ve onun kimseye ait olamayacak kadar hakiki olmasını temenni eden bir duygudur. Birine ait olan bir insan hiçbir zaman tam anlamıyla hakiki olamaz; kime aitse onun istediği gibi olmaya çalışmak zorundadır. Dolayısıyla, erkeğine ait olup onun istediği gibi biçimlenmeye çalışan kadınla, ait olduğu kadının istediği gibi olmaya çalışan erkeğin ilişkisi hem çok bebeksidir, hem de ruhsal bir mahkûmiyet ilişkisi, hatta cehennemi bir ilişkidir. Böyle bir ilişkideki azami sevgi, bir efendinin kölesini sevebileceği kadar olacaktır çünkü insanlık tarihinde bir insanın başka bir insana ait olmasının tek örneği kölelikte vardır. Genellikle de efendiler kölelerin meziyetlerini değil, kusurlarını görürler.
Bu açıdan baktığımızda, kadının hayatının en önemli meselelerinden biri, belki de en önemlisi, sevgisi kocasına yöneldiğinde ortaya çıkan, kadın kıskançlığı dediğimiz duygudur. Kadın kıskançlığı, kadın ruhunun çetrefilli, en temel meselesini barındırır. Bu aşamada, birbirine karıştırılan iki kavramı tanımlamaya çalışalım. Kıskançlık dediğimiz duygu, hasetten farklı olarak üç kişiliktir. Seven, sevilen ve sevilenin yöneldiği üçüncü bir kişi vardır. Hasette ise, sadece iki taraf vardır. Kıskanan kişi, “ben ona ihtiyaç duyuyorum, bütün ruhsal yatırımım ona ama o başkasına da yatırım yapıyor,” der. Haset eden kişi ise, “onun özellikleri bende yok, onu yok edip onun gibi olmak istiyorum” der. Bu yüzden haset, sevgi nesnesini yok eden ve haset sahibini çok zorlayan, hatta hastalandırabilen daha bebeksi ve öfkeli bir durumun duygusudur. Kıskançlık ise ruhsal yatırım yapabilen, dolayısıyla belli bir sevgi duyabilen ama kendini değersiz hissetmeye müsait olduğu için acı çeken bir ruhun ifadesidir. Bu nedenle, kadının derin katlarından gelen penis hasedi ve kıskançlık duyguları kadının varlığını ve yakın ilişkilerini zorlaştırır.
Etinden et kopması duygusu
Kadın, kocasını kıskanmaya başladığında kuşkucu ve öfkelidir, her an nerede ve kimlerle olduğunu, ne yaptığını bilmeye çalışır, kocasını devamlı hesap vermeye zorlayarak bunaltır, sağlıklı düşünemez bir hale gelir. Bu durumdaki bir kadın, bir yandan büyük bir kaybın eşiğine gelmişliğin verdiği korku, kaygı, öfke ve acıyla boğuşmaktadır, bir yandan da kendisini değersiz hissetmekten kurtulmaya çalışmaktadır. Kadın, olası rakibi gözünde büyütürken, kendisini bir hiçmiş gibi hissetmektedir.
Kıskançlık duygusunda statü kaybı korkusu, hayat koşullarının, çevrenin, alışkanlıkların değişmesi ihtimali ya da beklentiler öne çıksa da, esas olan, sevgi nesnesinin kaybedilmesinden duyulan korku ve değersizlik duygusudur. Daha somut olarak, en derin düzeyde kadının asıl meselesinin, kocasının, kendisine ait olduğunu düşündüğü cinsel organının kendisine ait olmayabileceğini algılaması olduğu söylenebilir. Bu durumda onu değerli kılan, tamamlayan, ruhunda çok önemli bir eksiği gideren “şeyin” ona ait olmadığını kabul etmek zorunda kalacaktır. Çünkü “annenin içindeki kız çocuğu” bölümünde de ifade ettiğimiz gibi, kız çocuğu, hayatının ilk yıllarında cinsiyetini bu eksiklik üzerinden tanımlamış ve evliliği bunu telafi etmenin bir yolu olarak ta o zamandan kararlaştırmış, durumu ancak bu şekilde kabullenebilmiştir. Mükemmelliğini, harikalığını yine aynı sebeple oluşturmuş, temelde ilkokula kadar olan dönemde ne kalitede bir kadın olacağını, donanımını tarif etmiştir.
Dolayısıyla erkeğin bir başka kadınla ilişkisinin olması ihtimali kadının kız çocuğu olarak oluşturduğu bütün benlik değerlerini adeta hiçleştiren altüst edici bir durumdur; bu nedenle de ağır bir sarsıntıdır. Bu çizgiyi sürdüren kadın, kocasının kendisine ait olduğundan, başkasıyla sevişmediğinden, cinsel organını kendisi dışında hiç kimseyle kullanmadığından kesinlikle emin olmak isteyecektir.
Eğer çiftin çocukları varsa, kadın hayatının ilk yıllarında kurduğu tasarıyı gerçekleştirmiş, kocasıyla tamamlanmakla yetinmemiş, “kendine ait” olanı da oluşturmuştur. Böyle bir durumda ayrılma halinde, kimi durumlarda kadın, kocasının kendisinden aldığı “şeye” karşılık, kendisine ait olarak gördüğü “şeyi” ortaya sürer ve kocayı çocuklarından mahrum eder. Bu, fiziksel mahrumiyet şeklinde olur. Anne, çocuklardaki baba imgesini yok etmeye, yani bir bakıma çocuklarını kendi eliyle yetim bırakmaya çalışır. Bu durumda kadında ne oranda bir öfkenin açığa çıktığı, çiftin arasında bir bakıma nasıl kanlı bir mücadelenin oluştuğu ve elbette çocukların ne tür bir öfkenin ifadesi olarak ne kadar zarar gördükleri tahmin edilebilir. Bilindiği gibi, kadınların ayrılık için kullandıkları ifadelerden biri de etinden et kopması duygusudur.
Burada hemen şunu belirtelim: Eğer kız çocuğu 2,5-3 yaş ve sonrasında yeterince sevilmediyse ve bizim toplumumuzda olduğu gibi erkeklere fazlasıyla değer veren, kız çocuklar aleyhine ayrımcılık yapılan bir ailede büyüdüyse penis hasedi fazla olacak ve “kadın kıskançlığını” da ağır yaşayacaktır. Diğer yandan, gazetelerde zaman zaman haber olan, eşinin, sevgilisinin penisini kesmiş olan kadınların öykülerine bu açıdan bakmak aydınlatıcı olacaktır.
Kadının biricik olma ihtiyacı
Bu noktada, kadın kıskançlığının hayattaki karşılıklarına değinmeye çalışalım. Kız çocuğunun doğal özelliği olan biricik olma ihtiyacı birçok kadında erişkinlik çağında da devam eder. Kocanın kız kardeşine ya da annesine düşkün olması bu yapıdaki bir kadında kocasına karşı büyük bir öfke, görümcesine ve kayınvalidesine karşı büyük bir düşmanlık oluşturur. Bu durumda kıskançlığın sebebi, kadının, kocasının “bir tanesi” olmak istemesidir.
Kadının sevgi nesnesiyle olan ilişkisinde biricik olmak gibi narsisistik ihtiyaçlarla anlaşılma, sevilme, işbirliği içinde olma gibi gerçek ihtiyaçlar iç içedir. Kadının öfkesi ne kadar büyükse, narsisistik ihtiyaçlar o kadar öne çıkar. Öfke fazlalığının bir yansıması da penis hasedinin fazla olmasıdır. Bu durumda kadın, “sahip olduğu” erkekle birlikte onun penisine de sahip olma arzusundadır, ancak o zaman penise haset etmekten kurtulur çünkü insan kendisine ait bir şeye haset etmez. Bu durumda biricik olmak hem penisin sahibi olmayı hem de rakipsiz olma amacını karşılayacaktır.
Bütün narsisistik ihtiyaçlarda olduğu gibi, biricik olma ihtiyacında da diğer kadınlardan üstün olmak, daha da kesin bir biçimde, diğer kadınlara yenilmemek önemli bir hedeftir. Bunun sevilme isteğiyle bir ilgisi yoktur. Çocuk tarafını denetim altına alabilmiş bir kadın özel olmanın, önemli, vazgeçilmez, biricik olmanın peşinde koşmak yerine saygı görmeyi, değer vermeyi ve değer verilmeyi, anlamlı bir hayat sürdürebilmeyi, sevgiyi, bu değerler üzerinden yaşamayı benimser. Biriciklik ihtiyacını geride bırakamamış çoğu kadın, kendisine itiraf etmiş olsun ya da olmasın, hayatının bir alanında, bunu sarsan diğer kadını yok etmeyi şiddetle istemiş ya da bu duruma maruz kalmıştır.
Bazı kadınların da kendilerini değersiz hissetmeye yatkınlıkları vardır. Değersizlik duygusu kendini ya çekingenlik, kimseye görünmek istememek olarak gösterir ya da tersine, böyle kadınlar kendilerini harika birisi olarak tanımlamaya çalışırlar. İkinci gruptakiler kendilerini bazen harika bulurlar ama bazen de bir hiçmiş gibi hissederler. Bu kadınlar eşlerinin kendilerini bırakmasından, kendilerinden bıkmasından, sıkılmasından çok korkarlar. Bu yüzden, çok korktukları şey başlarına gelmesin diye kocalarına bekçilik yapmaya çalışırlar ve bu tutumdan da ortaya bir kıskançlık biçimi çıkar.
Koca ve çocuklar için bir hapishane olarak kıskançlık
Kıskançlık duygusunun sevgi nesnesinin kendine ait olmasını istemekten kaynaklandığını belirtmiştik. Bu, ortalama bir kadının da sevme biçimidir ve sevme kapasitesinin düşük olduğu bir düzeyi ifade eder. Bu tür bir sevgi çocuklara yöneldiğinde onların dış dünyaya açılmasını ve orada sevebilecek insanlar bulmalarını zorlaştırır, yani onlara zarar verir. Bu sevme biçimini geride bırakamamış kadınlar çocuklarının da kocalarının da kendileri olmasına izin vermek istemezler ve onları kafalarındaki beklentilere uygun olmaya zorlarlar. Ne giydiğine, arkadaşlarına, aile ilişkilerine karışma hakkını kendilerinde görürler çünkü onları kendilerine ait olarak görürler. İnsan kendisine ait bir şeyin nasıl olması gerektiği konusunda doğal olarak kendisini yetkili görür.
Sağlıklı bir kadın beraber hayat kurduğu erkeğin kendisine yönelmiş olmasını, kendisine yüksek bir ruhsal yatırım yapmasını bekler. Erkeğin gözünün dışarıda olması, karısıyla dürtüsel hayatının sönükleşmesi kadının kabul edebileceği şeyler değildir ve bütün bunları “kadın kıskançlığı” saymak kadına haksızlık olur. Bu durumda koca, beraber üstlendikleri hayatın gereklerini yerine getirmekten uzaklaşmakta, evlenirken karısına verdiği taahhütlerden vazgeçmektedir. Kadın, kocasının tekrar ergen çocuğu gibi olmasına haklı bir tepki vermektedir ama zorla güzellik sağlanamayacağı için tepkilerinin bir faydasının olması olasılığı çok düşüktür.
Aynı şekilde, evlenip çoluk çocuk sahibi olmaya yönelen bir erkeğin bundan sonra hayatındaki en önemli insanın eşi olması gerekir. Aksi takdirde ilişki kadın erkek sevgisine dönüşemez, kurulan düzen içinde çocukların sağlıklı bir biçimde büyütülebileceği tam bir aile ortamı oluşmaz. Annesine, kız kardeşine veya bir arkadaşına eşinden daha düşkün olan bir kocanın birçok aksaması olacaktır çünkü çocuksudur. Bir kadının böyle bir durumda kocasına verdiği tepkileri kıskançlık saymamak gerekir.
Kadının, kıskançlığından kaynaklanan tartışmalarının içeriği ile kocasının aksamalarından, çocuksuluğundan oluşan sorunlarını aktarışındaki üslubu da farklılık gösterir. Kadın kıskançlığında öfke çok fazladır ve yıkıcıdır, tehditkârdır. Hâlbuki sorunları dile getiren ve çözüm arayan bir yaklaşım daha yapıcıdır ve karşı tarafa, “seni sevmek istiyorum ama ne yazık ki bazı özelliklerin beni seni sevemez hale getiriyor” mesajı verir. Böyle bir yaklaşım, hissettiklerini ortaya koyan bir ikaz ve rica içermektedir.
Son olarak değinmek istediğimiz kıskançlık biçiminde, kadının cinsel fantezilerinde başka bir kadın veya kadınlar bulunur. Kadının, beraber olduğu erkekle başka bir kadını sevişirken tahayyül etmesi onda dürtü uyandırıyorsa, eşcinsel dürtüleri fazladır. Bu benimsenmeyen eşcinsel dürtü de kıskançlık yaratır. Bu durumda kadının bir yanının benimsediği bir fantezi vardır: Kocasıyla sevişme ortamına başka bir kadını da dâhil etmek. Fakat bir başka tarafı bunu büyük bir tehlike olarak algılamaktadır ki bu da kocasını kendisine isteyen tarafıdır.
Erkek kıskançlığı
Kıskançlık sebebiyle erkek şiddetine maruz kalan kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu anlamda kadın kıskançlığı için kullandığımız öfkeli, tehditkâr ifadeleri belki abartılı görünecektir. Bu bakımdan, erkek kıskançlığına da kısaca değinmekte fayda var.
Erkeklerin kadınlara karşı kıskançlıklarının birçok nedeni vardır ve çoğu zaman birkaç neden iç içedir. En sık rastlanan şeklinde erkek, kadınla kendisini karıştırmaktadır. Kendisi her gördüğü bacaktan, her dekolteden etkileniyorsa, karısının da kendisi gibi sürekli dürtüsel olarak uyarıldığını sanır. Kendisinin en büyük hayali binlerce kadınla yatabilmek olduğu için, karısının da kendisi gibi olacağını, kendisini isteyen birileriyle cinsel ilişki kuracağını farz eder. Kadının her hareketini, saçını taramasını, makyajını, kendisine gösterdiği özeni, aldığı bir elbiseyi birileriyle birlikte olma arzusuna bağlar çünkü kendisi öyledir. Eğer erkeğin karısıyla kendisini karıştırması ileri bir düzeydeyse ve erkek çok dürtüselse, bu kıskançlık tehlikeli olabilir. Erkek, karısının kendisini aldattığından emindir, ciddi bir saldırganlık görülebilir.
Erkeğin hiçlik duygusu ve bebeksi bağlanışı
Hayatın altından kalkamayan, korkuları ve endişeleriyle yaşayan ve bunları belli etmemeye çalışan birçok erkek aslında kendisini yetersiz hissettiği için kıskanç ve kuşkucudur. Bu erkekler bir kadının kendilerini sevebileceğine inanmadıkları için karılarının onları aldatacağına inanırlar. Bu tip kıskançlıkta aldatıldığına inanmaktan çok aldatılma beklentisi vardır. Bu insanlar derinlerde kendilerini bir hiçmiş gibi hisseder, yakından tanındıklarında hiç oldukları anlaşılacakmış gibi bir duyguyla yaşarlar. Sürekli içlerinde taşıdıkları ama belli olmasından korktukları bu duygu elbette yakın bir ilişkide, bir sevgi ilişkisinde ortaya çıkar.
Bazı durumlarda ise, uzun süren bir ilişkide erkeğin içindeki bebek karısına bağlanmaya başlar. Bu durumda erkek artık karısından ayrılamayacak hale gelir; ayrılık olasılığı erkekte yok olma, kaybolma gibi büyük ve taşınması çok zor korkuları uyandırır. Bu tip korkular var oluşumuzu baştan aşağıya tehdit eder; çaba ve iradeyle aşılabilecek nitelikte değildir. Bu yapıdaki bir erkeğin çok yetersiz annelik aldığını ve karısının onun annesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Erkeğin, beraber olduğu kadına içindeki bebekle bağlanmasının bariz sonuçları olur. İlkin kendisini yetersiz hissetmeye başlar ama bunu belli etmemeye çalışır. Karısını, karısının sevdiği herkesten kıskanmaya başlar, bu insanlar kendi çocukları da olabilir. Bu durumda zaten çocuklar kardeşe dönüşmüş, karısı hepsinin annesi olmuştur; çocuklarla babaları arasında da kardeş kıskançlığının bütün tezahürleri görülür.
Erkeğin içindeki bebeğin karısına bağlanmış olmasının en trajik görünümü yeni bebek sahibi olan, bebekleri erkek olan çiftler arasında görülür. Bu durumda baba, bebeğe karşı müthiş bir kıskançlık ve düşmanlık hisseder, fakat öfkesini bir türlü anlayamaz, kabul edemez ve hastalanır. Yukarıda sözünü ettiğimiz yok olma deneyimi burada akıl hastalığı olarak görülür ve babanın iç dünyasında, aklının ve mantığının erişemediği bir derinlikte olur; oğlunu bir daha hiçbir zaman sevememe ihtimali çok yüksektir.
Erkeğin karısını anne yerine koyduğu daha hafif durumlardaysa babanın yeni doğan bebeğe olan kıskançlığı, anneyle bebek arasına girmeye çalışması şeklinde tezahür eder. Bu durumda baba bebeğe annelik yapmaya gönüllü olur, çocukla anneden çok o meşgul olur, her fırsatta bebeği annenin elinden alır. Sorarsanız, anneye yardımcı olduğunu söyler veya annenin bebeğe yaptığı anneliği beğenmemektedir ama aslında annenin bütün dikkatini bebeğe vermesinden, gözünün bebekten başka bir şey görmemesinden çok rahatsızdır.
Karısına içindeki bebekle bağlanan erkek kıskanç, devamlı karısının kendisiyle meşgul olmasını bekleyen, kırılgan, eşine karşı fazla alıngan ve huysuzdur. Kadın, erkeğin beklentilerine uygun davranmıyorsa, bir türlü ayrılamayan ama birbirine çok öfkeli, hatta düşman olmuş bir çift ortaya çıkar. Bu durumdan çocuklar çok zarar görür. Her iki tarafın da annelik kapasitesi düşük olduğu için, iki insan arasındaki sevgi ilişkisi tarafların birbirinin beklentilerine cevap veremediği ama birbirlerini anne yerine koydukları için de bitmeyen bir azaba dönmüştür.
Erkeğin kadını kendisiyle karıştırması ve eşcinsel eğilimleri
Narsisistik sevme biçiminin en bariz görünümlerinden biri, karşımızdaki insanı parçamız haline getirerek sevme çabasıdır. Bazı erkekler de bunu yapar, eşlerini kendi parçaları haline getirerek severler. Bu durumda sevdiği kadın erkeğin kendi eli, kolu gibi, adeta vücudunun bir parçası olmuştur. Böyle ilişkilerde çoğu zaman kadın mutsuz olup ayrılmaya çalıştığında çok büyük bir öfkeye maruz kalır, erkek açısından ilişki bitirilemez. Kadının başka bir erkekle birlikte olma olasılığı kabul edilemez hale gelir çünkü bu, erkekte tecavüz ediliyormuş duygusu oluşturur. Çoğu zaman bu şekilde bağlanan insanın kişiliği de çocuksu veya bebeksi olacağı için, bu insanlar bir yandan da ciddi ölçüde yetersizlikleri olan kişilerdir ve aynı zamanda kuşkucudurlar. Ayrıldığı veya ayrılmak isteyen eşini öldüren birçok erkek bu yapıdadır.
Bir başka erkek kıskançlığı nedeni de bastırılmış eşcinsel dürtüden kaynaklanır. Bu durumda erkeğin çoğu zaman farkında olmadığı bilinçaltı fantezileri vardır. Bu yapıdaki bir erkek karısını başka erkeklerle birlikte düşündüğünde cinsel arzusu artar. Bu fantezi bilince çıkıyorsa daha az, çıkmıyorsa daha büyük bir kıskançlık oluşturabilir. Eşcinsel dürtünün çok güçlü olduğu ve güçlü bir bastırma uygulanan durumlarda, kişi tarafından istenmeyen eşcinsel dürtü özellikle rakip olarak algılanan erkeğin öldürülmesi fantezilerine, bazen de cinayete yol açar.
Bağımlılık talep eden kadınlar
Kadın ruhunun kendisine ait olanı sevmek üzerine kurulu olan yapısı, ruhsal yatırım yaptığı kişileri kendisinin bir parçası olarak algılaması anlamına gelir. Bu genel olarak sorunlu ama anne bebek ilişkisi için gerekli bir sevme biçimidir. Kadının bebeğini kendisine ait hissetmesi sağlıklıdır çünkü bebeğin de buna ihtiyacı vardır, yoksa bebek kendisine bu dünyada bir yer bulamazdı.
Aslında anne de baba da çocuklarını, onlar henüz küçükken kendilerinin bir uzantısı, parçası olarak görür. Çocuk ne kadar küçükse, o oranda anne babanın parçasıdır. Fakat büyüdükçe, bir kendilik duygusu ve kimlik geliştirdikçe giderek onların parçası olmaktan çıkar, ayrı bir insan, ayrı bir birey haline gelir. Bazı anne babalar çocuklarının kendilerinden ayrı varlıklar olduğunu, onları hayata hazırlamak zorunda olduklarını algılayabilirken, bazıları da onları hâlâ kendi parçaları olarak görmeyi sürdürür. Bu ayrımı yapamayan insanların sevme biçimine, narsisistik sevgi diyoruz. Bu bölümde, aslında çok yaygın olan bu insani durumu da anlatmış olacağız.
Kadının, çocuğuyla kendisini karıştırması
Her ne kadar kendi uzantısı olarak görse de, bebek, baba için çocukluk çağına gelene kadar ancak yedek annelik yaptığı, belli ölçülerde ilişki kurabildiği bir varlıktır. Bebeği içinde büyütmüş olan -ruhsal olarak da bedensel olarak da- kadındır ve onun bebeğe olan yatırımı farklıdır. Dış dünyaya karşı bebek, kadının hayatında önemli bir kazanımdır ama iç dünyasında çok daha büyük bir bütünlenme yaşamaktadır. Bu nedenle, bebeğin kadının parçası olması hali çok belirgin ve belirleyicidir.
Özellikle ilk aylarda bebekle annenin nasıl bir ortak yaşam içinde olduğu, kadınların küçük çocuklarının yaptıklarını “yemek yedik”, “bugün iyi uyuyamadık”, “bugün biraz ishaliz” şeklinde, biz diye anlattığı bilinir. Önce anneden bebeğe ve zaman geçtikçe karşılıklı olarak tarafların birbirine büyük bir yatırımı oluşmuştur. Aslında kadın için bu kadar ihtiyaç duyulmak, bir varlık için bu kadar önemli olmak kolay vazgeçebileceği bir durum değildir. Hele de kocasıyla ilişkisi yeterli yoğunluk içermiyorsa, çocuğu için çok önemli ve biricik olmak kadının kız çocuğu tarafını harekete geçiren ciddi bir doyum kaynağıdır. Ancak çocuk büyümeye başladıkça ister istemez ayrımını da ortaya koyar. Hatta iki yaş döneminde olduğu gibi, istediği şeyi kendi uygun gördüğü biçimde yapmak için anneyle inatlaşabilir bile. Dolayısıyla bebeğe ihtiyacı olan yakınlığı verebilmek için kaçınılmaz olan bir durum bebek büyüyüp koşulları değiştikçe değişmiyorsa eğer, tam tersine, çocuğun büyümemesi için gösterilen açık ve ısrarlı bir çabaya dönüşebilir.
Çocuğu kendisine ait, kendisinin bir parçası olarak algılayan kadın her şey bir yana, çocuğunu anlayamaz. Çocuğuna, kendisine ilişkin duyguları, kaygıları, sıkıntıları vs. atfeder ama çoğu kez bunların çocukla hiçbir ilgisi yoktur. Oysa bir bebek/çocuk kendisini, ancak annesi onu anladığında anlayabilir.
Sokakta denk geldiğimiz, bu konu için örnek oluşturabilecek bir olaya değinelim. Dört yaşlarında bir erkek çocuk ve annesi el ele tutuşmuş yürüyordu. Fakat çocuk içli içli, hıçkırarak ağlıyordu. Ağlamasında bir arsızlık, bir şey için tutturma hali görülmüyordu, bir şeye çok üzülmüş gibi derinden, kederli bir ağlaması vardı. Nihayet annesine, “Anne ben neden ağlıyorum?” dedi. Anne, yirmi beş yaşlarında genç bir kadındı ve narsisistik anneye iyi bir örnek değildi, fakat belli ki çok yeterli de değildi. Bir süre samimiyetle düşündü. Cevabı bilmediğinin farkındaydı fakat oğluyla birlikte arayamadı da. “Acıkmışsındır, ondandır,” cevabını verdi.
Belli ki bu anne için çocuğunun kavranabilen ihtiyaçları, somut olanlardı, çocuğunun iç dünyasıyla yeterince ilişki kurabilmiş, onu tanıyabilmiş bir anne değildi. Burada kesin olan şey, kendisini anlayabilen bir insanın yetişmekte olmadığıdır. Bir diğer şey de, çocuk böyle derin bir duygu yaşadığında, üzüldüğünde, muhtemelen hayatı boyunca bir şeyler atıştırma ihtiyacı duyacaktır çünkü annesi onu bu şekilde anladı ve ona kendisini bu şekilde anlattı. Görüldüğü gibi, genç kadının annelik vasfı bu kısacık anda toplanmıştı.
Çocuğuna “çok düşkün” anne
Çocuğunu kendisinden ayıramayan kadın en başta onun kendisi olmasına izin vermez; çocuğu kendi kafasındaki kalıba, beklentilerine uygun hale getirmeye çalışır, fazla müdahale ederek kendisini doğru idare etmeyi öğrenmesini engeller. Çocuğun yanlış yapmasına izin vermemeye çalışarak onun hatalarından öğrenmesinin önünü kapatır ve deneme, deneyerek öğrenme cesaretini kırar. Bu bazen öyle yerlere varabilir ki, çocuk, annesi olmaksızın hiçbir şey yapamayan bir insan haline gelir. Üstelik bunu yapan çoğu anne bu durumu çocuğuna çok düşkün olmakla, onu çok sevmekle, sahip çıkmakla açıklar ve bu anneler bu konuda en ufak bir karşı çıkışı dahi dinleyemeyecek kadar kapalıdır. Bu tür kadınların çocuklarıyla ilgili devamlı bir hoşnutsuzlukları vardır. Genellikle onların mükemmel olmasını beklerler. Bu bir bakıma kendi mükemmelliklerini teyit etme ihtiyacıdır.
Bu annelerin çoğu başarı ve statü düşkünüdür, kendi uzantıları olan çocuklarını çok başarılı ve yüksek statülü yapmaya çalışırlar. Yaptıklarının çocuk için olduğunu iddia etseler de aslında kendileri için, kendi statüleri için yaparlar. Onların çocukları (parçaları) çok başarılı ve mükemmel olmak zorundadır. Çocuğun çocuk olmasına izin vermezler, oyun oynamasını, arkadaşlık yapmak istemesini zaman kaybı olarak algılarlar. Çocuk ders çalışmalı, müzik kursuna gitmeli, kızsa balerin ya da özellikle erkekse sporcu olmalıdır. Çocuk kendisi olmaya kalktığında, içinden geleni ortaya koyma cesareti gösterdiğinde annenin büyük bir öfkesine maruz kalır. Bu tip bir annenin öfkesi o zaman görünür hale gelir.
Çocuklarının kendilerine ait olmasını isteyen kadınlar doğal olarak onun dış dünyaya yönelmesini engeller. Bunu bazen çocuğun arkadaşlarıyla görüşmesini kısıtlayarak ya da arkadaş edinmesini engelleyerek, bazen arkadaşlarını eleştirip onlara açılmasını yasaklayarak, bazen onları küçümseyerek, bazen de çocuğu arkadaşlarıyla kıyaslayarak yaparlar. Öte yandan dış dünya çok tehlikeli olarak tanımlanır ve çocuğa devamlı tehlikelerden bahsedilir. Böylece kadın, çocuğu aile içinde tutarak kendisine bağımlı hale getirir. Dış dünyadan çok fazla korkan bir insan yetişmektedir.
Cafcaflı ama ruhen az gelişmiş
Bu şekilde yaşam deneyiminin dışına düşen çocuk yetersiz kalır, korkak ve çekingen olur. Özellikle erkek çocuklar bu koşullarda çok ciddi şekilde zarar görürler çünkü erkek çocuk hayatın altından kalkmayı öğrenememiş, korkularından kurtulamamışsa kocalık ve babalık yaparken çok zorlanır. Bu şekilde yetiştirilen, ergenlik çağında dış dünyaya, arkadaş ilişkilerine yönelmesine ve kendisine arkadaşlarından bir dünya kurmasına izin verilmemiş gençlerin ayrılma kapasiteleri de oluşmaz.
İlk gerçek ayrılış, ergenlik çağında gencin kendisine arkadaşlarından bir aile oluşturması ve kendi ailesinden kopmasıyla yaşanır. Ailesinden uzaklaşamamış gençler, gelecekte mutsuz da olsalar ayrılamazlar. İlişkilerine ya karşı taraf son verecektir ya da ancak birinin yerine başka birini koyduktan sonra ayrılabileceklerdir. Zaten insan hayatının en zor deneyimi, ayrılmaktır ve ilk modelleri memeden ayrılma, kakadan ayrılma gibi deneyimlerdir.
Ayrılmak, kişinin ruhsal yatırımının sürdüğü bir insanın kaybını göze alabilmesidir. O yüzden, her ayrılma bir “yas” oluşturur. Dolayısıyla anne çocuk ilişkisi de bir bakıma bir başlangıçlar ve bitişler silsilesidir. “Bir şeyden vazgeçmek ve onun yerine başka bir şey koymak” aslında hayatın temel döngüsüdür. Bu döngüye girilememesi, kişinin ruhen bebek/çocuk kalması anlamına gelir.
Annelerinin kendinde tuttuğu, onun biriciği olmuş çocuklar ruhen gelişmemiş, insanlarla ilişki kurmayı, işbirliği yapmayı beceremeyen, kendi merkezli, kendini fazla önemseyen insanlar olmak zorunda kalırlar. İnsanın başkalarıyla kurduğu ilişkiler ve yaşadığı tecrübeler onu törpüler, geliştirir ve bazen büyütür; dolayısıyla diğer insanlarla yeterince deneyim yaşayamamış olmak kişiyi ham bırakır. Anneyle bu tür bir ilişki üzerinden kendini beğenmişliği onaylanmış olan çocuklar kimseyi beğenmez, herkesi küçümseme eğilimi gösterir ve sevilmezler. Bu çocukların kendilerine benzeyen bir eş bularak, kendilerine yapılanı çocuklarına yaparak hayatlarını sürdürmekten başka şansları kalmaz. Bu anneler ancak kendilerini veya kendilerine ait olanları veya kendi parçalarını sevebildikleri için çocuklarına böyle davranırlar.
Aslında bu tutumun altında yatan sebep, kadının kendisine ait olmayan bir şeyi sevememesidir. Bu nedenle, kadın çocuklarını sevebilmek için onları kendi uzantısı olarak görmek zorundadır, ancak bu sayede çocuğa karşı en az düzeyde öfke ve haset duyacaktır. Kısacası, bu tutum çocuklarına öfkeli olmaktan kaçınma ihtiyacının bir sonucudur ve çok sorunlu da olsa bir sevme biçimidir.
Paşa oğullar ve eksik doğmuş olanlar
Çocuğunun kendisine ait olmasını isteme hali, tahmin edilebileceği gibi erkek ve kız çocuklar için farklılık gösterir. Kadının daha en başta kendisini tanımlarken penisin bu tanımda ne kadar belirleyici olduğunu görmüştük. Dolayısıyla penisi olan bir varlık dünyaya getirmekle, olmayan bir varlık dünyaya getirmek arasındaki fark da anlaşılabilir. Bu yapıdaki kadınlar oğullarının kendilerini bırakmaması için onlara ayrıcalıklı muamele yapmaya eğilimlidirler. Bu kadınların, oğulları evlendiğinde gelin kaynana sorunları yaşanması kaçınılmazdır. Kadının, kocasıyla ilişkisinin güçlü bir kadın erkek ilişkisi vasfı taşıması bu nedenle de çok önemlidir.
Kaynana, oğluyla gelininin yakın olmasından rahatsız olur ve gelinine karşı kıskançlık hisseder. Bu yapıdaki bir kadının gelinini sevebilmesi için gelinin ona kayıtsız şartsız itaat etmesi ve kocasının annesine ait olduğunu kabullenmesi beklenir. Bu duruma uyum sağlamaya çalışan bir genç kadın ise depresyonda yaşamaya mahkûm olur. Bu anlamda, erkek çocuklarını “paşa” olarak yetiştiren, kocalarını yüceltemedikleri için erkek evlatlarını yücelten kadınlar hem erkekleşemeyen oğlan çocukları yetiştirirler hem de erkeklerin egemen olduğu ayrımcı sistemin sürdürücüsüdürler.
Bağımlılık ilişkisi kuran kadınların kız çocuklarıyla ilişkileri de sorunludur. Kız çocukları sanki pipisiz doğmakla annelerini hayal kırıklığına uğratmıştır ve annelerine annelik yapmaları, onları teskin etmeleri gerekirmiş gibi bir muameleye maruz kalırlar. Elbette çocuk kendisinden bekleneni gerçekleştiremez. Bu anneler kızlarında devamlı bir suçluluk duygusu oluşturmaya çalışır, kızlarına nankör, beceriksiz, yetersiz olduklarını söyler, başkalarına kızlarından bahsettiklerinde ise çok memnun görünür, övüp dururlar. Bu kız çocukları kendilerini seviliyormuş gibi hissetmezler, kendilerini beğenmedikleri için güvensizdirler, annelerine karşı ya öfkelidirler ama ondan bir türlü kopamamaktadırlar ya da annelerini hoşnut edemedikleri için kendilerini suçlu hissederler.
Bu annelerin kızlarında ağır depresyona yatkınlık, çekingenlik, değersizlik duyguları, kendini bir hiçmiş gibi hissetme eğilimi çok yaygındır. Kız çocuğunun “eksiklik”, değersizlik duygusu, bu anlamda anneden devralınan bir miras gibidir aynı zamanda. Böyle bir annenin kızı kendi kadınlığı hakkında da öfkeli olacak, sıcak, canlı, şefkatle içine alabilen, haz duyabilen bir kadın var oluşunu anlamakta zorlanacaktır.
Kadın ve erkeğin çocuklardan önce birbirini sevmesi
Peki, pek çok kadın, çocukları belli bir yaşa geldikten sonra bile neden onların kendisine ait olmasına ihtiyaç duyuyor? Neden çocuklarının büyüyüp dünyanın bir parçası olmasına, kendi dünyasını kurmasına izin veremiyorlar, çocuklarını neden bırakamıyorlar?
Kadın ve erkeğin, çocuklarından önce birbirlerini sevmeleri, birbirlerine yüksek bir ruhsal yatırımlarının olması gerekir. Çocuğun içinde büyüyeceği ve onu büyütecek olan ortam, bu ruhsal yatırımdır. Dolayısıyla, annenin çocuklarının kendisine ait olmasını beklediği durumlarda, anne kocasına büyük bir ruhsal yatırım yapamamıştır; karıkoca ilişkisi sorunludur. Kocasını seven bir kadın çocuklarını kendisinde tutmak istemez. Kocasına duyduğu sevgiyle çocuklarına duyduğu sevginin ayrı olduğunu, farklı doyumlar içerdiğini, içermesi gerektiğini bilir; eşinin çocuksu ve kendisine tabi olmasını istemez.
Kocanın yeterince sevilemediği durumlarda çocuklara büyük bir ruhsal yatırım yapılmıştır ancak bu, sevgi yatırımı değildir. Anne kendi var oluşunu anlamlandırabilmek, kendini yalnızlıktan korumak, statüsünü yükseltmek, gelecekteki bakımını sağlamak için çocuklara yapışmıştır. Bu anlamda, çocuklarına yaptığı yatırımın kaynağı sevgi değil, ihtiyaçtır. Anne, olması gerekenin tersine çocuklarına ihtiyaç duymaktadır ve neredeyse çocuklarının çocuğu haline gelmiştir. İhtiyaç yatırımı çocuğu büyütmez, onu ruhen çocuk bırakır ama aynı zamanda çocuk annenin ihtiyaçları altında ezilir.
Eğer “büyüme”, “ruhsal gelişme” gibi değerler üzerinden yaşıyorsak, başımıza gelen her şey, hayatımızın her evresi bir sorunlar ve çözümler, büyüme ve gelişme dönemleri olarak görünecektir. Dolayısıyla hayatımız emek vermemiz, iyi bakmamız gereken, aldığımız gibi sürdüremeyeceğimiz temel şeyler üzerine kuruludur. Kadın erkek ilişkisiyse, hele de çocuk dünyaya getirme sorumluluğu alınıyorsa, en önemli temeldir çünkü kadın ve erkek birlikte büyümekte, birbirini büyütmektedir.
Bu anlamda kadının sevme biçimi de, ruhen gelişmesi sürdükçe ve sevme kapasitesi arttıkça “kendisine ait olanı sevme” biçiminden kurtulur. Sevme kapasitesi fazla olan bir anne çocuklarının mutlu olmasını istemeye ve onları mutlu edebilen eşini sevebilmeye başlar, çocuklarının ilişkilerini sürdürebilmelerinden yana olur. Kadın kıskançlığının yeriniyse kocasının aile reisliği yapabilecek, önce çocuklarını ve karısını düşünebilen, güçlü ve ailesine sahip çıkabilen birisi olmasını beklemek alır. Önemli olan eşin kendisine ait olması değil, özellikleriyle yerini doldurabilen birisi olmasıdır.