İYİ ANNELİK KALIBI

Her kadının annelik deneyimi kendine özgüdür, dolayısıyla herkesin hamilelikte, doğum sırasında ya da bebeğini kucağına aldığında hissedecekleri farklı olacaktır. Fakat insan doğasının, içinden gelenlerle kendisinden beklenenleri yapmak arasındaki doğal çatışması kendisini elbette annelik alanında da gösterir. Anneler, hem beğenilme ve onaylanma arzuları hem de mükemmel olma istekleri nedeniyle “iyi anne” olmaya çalışırlar. “İyi annelik” tarifi aslında toplumdan topluma ve çağdan çağa değişir. Örneğin Afrika’daki birçok kabilede anneler, çocuk bırakana kadar, çoğu zaman 3-4 yaşına kadar emzirmeyi sürdürürler, onların iyi annelik anlayışı bu yöndedir.
Çağlar boyunca “iyi annelik” kalıbı giderek anneliğin önemsenmesini ve annelerin çocuklarına daha fazla ruhsal yatırım yapmasını sağlayacak şekilde dönüşmüştür. İlk çağların anneleri daha çok üretim faaliyeti içinde yer alırdı, çocuklara yaşlı kadınlar bakardı. Çocukların bakımı, çocuk ölümleri çok önemsenmezdi; bu koşullar içinde tarif edilmiş bir iyi annelik anlayışları vardı muhtemelen. Günümüzün anneleri de kendi toplumsal gerçeklerinin bir parçası olan “iyi annelik” kalıbından etkileniyor.

Bu kalıptan fazlasıyla etkilenen bir annenin mükemmeliyetçi olmak veya çevrenin kendisi hakkında ne düşüneceğine fazlasıyla ruhsal yatırım yapmak, “iyi anneyi” oynamaya çalışmak gibi bir riski de vardır. Bu durumda iyi annelik kalıbı hem kadının kendisiyle arasına girerek anneliğini keşfetmesini engeller hem de çocuğuyla arasına girer, bebeğini/çocuğunu hissederek annelik yapma imkânı ortadan kalkar. Halbuki annelik çok yüksek kalitede bir emekle oluşur. Annenin, gerçek anlamda “iyi anne” olduğu hal, bebeğiyle derin bir ruhsal ilişki kurduğu haldir; bu kalitede bir ilişkiyse annecilik oynayarak kurulamaz.


Ne hissedersen hisset, görevini yerine getir!
İyi annelik kalıbının günümüzde anneliği nasıl etkilediğini anlamaya çalışalım. Önce, orta yaş ve altındakileri de kapsayan çoğu kişinin içinde büyümüş olduğu geleneksel sisteme bakmakta fayda var. Bu sistemde bireyselleşme sınırlıdır, temel olarak kişinin ne hissettiği, içinden neyin geldiği önemsenmez; işlevini yerine getirmesi beklenir. “Ne hissedersen hisset, görevini yerine getir” anlayışı hâkimdir. Bu sistemde zaten “iyi evlat”, “iyi gelin”, “iyi insan” kalıpları bütün hayatı yönettiği için, annelik de sistemin “iyi annelik” kalıpları üzerinden yapılır.

Geleneksel sistemde, evlenen kadınların büyük çoğunluğu kayınvalideleriyle aynı evdedir veya ayrı evlerde olsalar da onlara hesap vererek yaşarlar. Evlenmiş ve çocuk doğurmuş olsalar da henüz yetişkin olarak kabul görmezler. Ailenin büyükleri, evli çiftin anne babası olmayı sürdürür. Evli çiftlerin kendi doğrularına göre yaşama hakları yoktur; anne babalarının doğrularına göre yaşamak zorundadırlar. O doğrular da geleneklerle belirlenmiştir ve bunların taşıyıcısı, büyüklerdir. Onlara itaat esastır. Yeni annenin deneyim kazanması için çaba harcamak, çocuğuyla kurabileceği en sağlıklı ilişkiyi kurması için ona destek olmak bu sistemin zihniyet dünyasına uygun değildir çünkü bu anlayışa göre, bilgi ve yeterlilik deneyimle, uğraşmakla edinilmez, büyüklerden öğrenilir.

Geleneksel sistemin iyi anneliği tombul, uslu, terbiyeli çocuk beklentisine tamamen uygundur. Anneler, çocuklarını zorla beslemeye çalışırlar. Çocuğun doyup doymadığı, verileni isteyip istemediği umurlarında olmaz. Aslında çocuğu görmezler, bütün dertleri kendilerine iyi anne dedirtmek, kabul görmektir. Çocuğun ruhsal ihtiyaçları ve ruhsal gelişimi, geleneksel sistemdeki herkes için geçerli olduğu gibi, fazla önemsenmez ama çocuğun sağlıklı, fiziksel olarak güçlü ve dayanıklı olması önemsenir. Genel olarak sistemin devamlılığı ve bekası kişilerden önemlidir.

Elbette geleneksel sistem, bu sistem dahilindeki herkese yaptığını çocuklara da yapar. Çocuğun itaatkâr olması, büyüklerden çekinmesi, dış dünyadan, yabancılardan ve değişikliklerden korkması gerekir ki büyüdüğünde de bu sistemin içinde kalsın. Geleneksel sistem, özünde, hayatta kalabilmek veya dış dünyada ahlaken bozulmaktan ve yalnızlıktan korunmak adına bireyselleşmekten kaçınmak anlamına gelir. Aslında son derece gerçekçi korkular üzerine kurulmuştur; bütün insanlar için yalnızlık, ahlaki çöküş ve çürüme fazlasıyla korkulacak tehlikelerdir. Böyle baktığımızda, bu kitapta anlatmaya çalıştığımız, hayatını sevgi üzerine kuracak olan insan cesaretli, çalışkan, bozulma riski daha az olduğu için geleneksel sistemin kalıplarını kırabilecek ve daha fazla bireyselleşebilecek olanların arasından çıkabilir ancak. Daha ortalama yapıdaki kişiler bireyleşmekten kaçınarak dayanışma sisteminin içinde kalacaklardır.

Geleneksel sistemin katı kalıpları kendisini tam olarak algılayamayan, anlayamayan, hissedemeyen, kendisiyle ilişkisi zayıf insanlar yetiştirir. Bu insanlar sıkça baş ağrısı, adale ağrıları, migren, hazım bozuklukları, asabi tansiyon gibi ruhsal kaynaklı hastalıklar gösterirler. Kendisini anlayamayan insan başkalarını da anlayamaz ve ilişki kuramaz, korkar, dolayısıyla ister istemez bütün çabası, bulunduğu, güvende hissettiği sistemin içinde kalmak olacaktır. Böylece bir tür devridaim yapılır.


Tüketim sisteminin bir parçası olarak anne
Toplumumuzun son elli yılda büyük bir dönüşüm yaşadığını söyleyebiliriz. İtirazlarını ve tepkilerini ancak çok dolaylı yollardan ortaya koyan suskun bir itaat toplumu olmaktan çıkarak, giderek dindarı, Kürt’ü, Alevi’si ile hakkının peşine düşen bir toplum haline geliyoruz. Yani geleneksel sistemin bazı temel özellikleri toplumsal olarak geride bırakılıyor. Bunda köylerden şehirlere, doğudan batıya doğru olan göçün, Avrupa ülkelerine giden işçilerin döndüklerinde burada yarattıkları etkinin, her evde televizyon olmasının, dünyadaki post-modern iklimin farklılıkları kolaylaştırmasının ve değişen üretim ilişkilerinin büyük rolü olduğu muhakkak.

Bütün bu etkenler geleneksel sistemin kalıplarını hızla kırıyor. Büyükler daha az baskıcı olmak zorunda kalıyor, gençler daha fazla konuşuyor ve haklarını sorguluyor, kadınlar baskıyı eskisi kadar kabullenmiyor. Öte yandan, geleneksel sistemde farklı kanallarla kontrol altında tutulan, şiddet olarak ortaya dökülen öfke arttı; ahlaki bozulmada, yalan ve dolandırıcılıkta artış gözleniyor, uyuşturucu yaygın olarak kullanılıyor.

Ürettiklerimiz, üretme şekillerimiz değiştikçe buna uygun yeni değerler de oluşturuyoruz. Tarlada çalışan bir kadınla fabrikada çalışan bir kadının ihtiyaçları da değerleri de farklı olacaktır. Dolayısıyla, bir başka kategori olan günümüz şehirli annesinin iyi annelik tarifi de bu değişen koşulları yansıtır. Şimdilik geleneksel sistemden çok da uzak olmayan bu iyi annelik kalıbı giderek değişen hayat tarzından, televizyonlardaki dizilerden, reklamlardan, tartışma programlarından doğrudan etkileniyor.

Bize ürünlerini satmak isteyen şirketlerin ve içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin ihtiyaçlarının hayatlarımızda sandığımızdan daha fazla etkisi var. Ekonomik sistem, tüketim talebini canlı tutabilmek için mümkün olduğu kadar herkesin çalışmasına, belli bir geliri olmasına ihtiyaç duyar çünkü ancak parası olan tüketebilir. Bu yüzden sistem, küçük çocuğu olan annelerin çocuklarını başkalarına baktırarak çalışma hayatının içinde kalmasından yanadır. Ayrıca, reklamları şöyle bir gözden geçirdiğimizde kadın ve çocuk sektörünün ne büyük bir ağırlık taşıdığını görürüz.

Anneleri bu tüketim alanının bir parçası yapmak, reklamların temel amaçlarından biridir. Bu dünyada anneler mükemmeldir ve çocuklar annelerinden, kocalar da karılarından çok memnundur. Anneler çocuklarının önlük manşetlerinde, evde tek bir leke bile bırakmazlar, kocalarının yakaları bembeyazdır ve mükemmel anneye bembeyaz dişleriyle gülümser, “benim annem/karım mükemmel” derler.

Reklamların etkisi ne hissedeceğimizi, kimliğimizi, değer yargılarımızı, nasıl bir eş, arkadaş, anne baba olacağımızı belirlemeye kadar varır. Her şeyi satın alabileceğimize ikna edilmeye çalışılırız. Kadın olmak, seksi olmak, biricik olmak, anne olmak satın alınabilir şeyler olur, dünyanın merkezi olun denir bize. X marka çorapla seksi kadın olunur, Y marka deterjanla temiz ve huzurlu evlere sahip olunur. “Çocuk da yaparım kariyer de” bu konudaki en bariz slogandır. Bunun mümkün olduğuna inanmış ve hatta buna uygun davranmış kadın sayısı mutlaka çok yüksektir.


Sadelik içinde anneliği göze almak
Görüldüğü gibi, “iyi annelik” kalıbı sadece geleneksel sisteme ait değil. Her zihniyet dünyasının kendine göre bir “iyi annelik kalıbı” var. Günümüz dünyasında bir kadın için katlanılması en zor durumların başında kötü bir anne olarak tanımlanmak gelir. Bunun nedeni ne olabilir?

Kadının yapısındaki kız çocuğu hatırlanacak olursa, kadının kendi mükemmelliğine ne büyük bir yatırımı olduğu da anlaşılır. Zaman değişse de varlığını sürdüren, aslında çocuğuna iyi bir anne olmaya çalışmakla pek de ilgisi olmayan iyi anne kalıbı, kadınlar için “eksiksiz” olmak, dolayısıyla harika, değerli ve sevilebilecek bir varlık olmak, önemli olmak gibi çok kritik anlamlar taşır.

Öte yandan, bebekler ve çocuklar en derinlerimizdeki korunmaya, kabul görmeye, benimsenmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyan tarafımızı temsil eder. Bu nedenle, bir bebeğe, çocuğa karşı öfkeli olmak, kötü bir anne olmak, kötü bir insan olduğunu kabul etmek gibi bir anlam taşır. İnsanın kendisini kötü birisi olarak görmesi bütün ruhsal sistemini allak bullak eder, kişiyi kendisini sevemez hale getirme tehlikesi yaratır. Ortaya akıl hastalığı kategorisinde sorunlar çıkar. Nitekim bebeğini sevememe, ondan nefret etme duygusu hamilelik döneminde hamilelik psikozuna nedene olur; doğumdan sonra oluşursa, lohusalık psikozu gelişir.

İyi annelik kalıplarının fazla tesiri altına giren kadınlar anneliklerinden derin bir kuşku duyarlar. Bu kuşku onları çocuk doktorlarına, dışarıdan telkin verenlere bağımlı hale getirir, işlerin yolunda olduğunu görmeye ve duymaya büyük bir ihtiyaç duyarlar. Çoğu zaman bu kuşkularını dışarı belli etmemeye çalışırlar. İyi anne olarak görülmek öyle önemli bir ihtiyaçtır ki, kadın çoğu kez bu ihtiyaca yapışır ve anneliği hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapamaz. Dolayısıyla çocuğunu ve kendisini oldukları haliyle değil, bu değer yargılarına ve fantazilerine uygunmuş gibi algılamaya, ne olursa olsun bu algıyı bozmamaya çalışır. Çocuğunu çok seven mükemmel, fedakâr anne ve annesine en güzel karşılığı veren sevgi dolu, uslu, sağlıklı çocuk, bu duruma uygun bir fantazidir. Kadının kendisini kötü bir anne olarak görmesi, bazı durumlarda bebeğe/çocuğa öfke duymasına, ondan uzaklaşmasına, kendisine iş gibi, başarı gibi gerekçeler yaratıp annelik yapmaktan kaçınmasına yol açar.

Anne, bebeğine çok öfkelenmeye başladığı halde bakmaya devam ediyorsa, öfke ağırlaşır. Hem anne açık veya örtülü bir depresyona kayar hem de bebek kendisiyle ilişki kurulamayan bir ortamda büyümeye mecbur kalır. Her iki taraf da zarar görür. Birçok kadın, ilk çocuğuna yapamadığı “iyi anneliği” telafi edebilmek için bir zaman sonra ikinci çocuğu doğurmak ister, halbuki daha birinin altından kalkamamıştır.


İlk annelik deneyimi…
İlk defa anne olacak kadınlar doğumdan önceki dönemde anneliğin idealize edilmiş kavramlarından veya ne kadar kutsal ve harika bir deneyim olduğuyla ilgili sözlerden etkilenirler. Eğer annelik yeni annenin yakın çevresinin de katıldığı bir oyuna dönüştürülmediyse, ilk annelik deneyimleri kısa süre içinde bir yüzleşmeye döner ve kadın, daha önce söylenmiş olanları, uzman görüşlerini tekrar gözden geçirir. Bu arada da, beklentilerine uygun olamadığını anlar ve bir süre anneliğiyle ilgili olarak kendisinden kuşku duyar. En hafifinden keyifsiz ve sıkıntılı bir dönem yaşar.

Anneliğin ilk aylarında kadının yapabildiği annelikle kendisinden beklentileri arasındaki fark bebeğini, anneliğini, hatta bütün hayatını yeniden tanımlamasına yol açacaktır ve kadın yeni, daha gerçekçi bir kendilik tanımı yapacaktır. Bu arada anneliğin umduğundan farklı olduğunu da anlayacaktır. Bütün bu meşguliyetler sevgi, suçluluk, sevinç, korku, yorgunluk, bazen çaresizlik duygularıyla birlikte yaşanacaktır. Zaman geçtikçe anne bebeğin geliştiğini, kendisiyle ilişki kurduğunu, kendisine bağlandığını görür; kendisine ve anneliğine güvenmeye başlar, taşlar yerli yerine oturur. Anne artık başkalarının söylediklerinden fazla etkilenmez, kendisini çocuğunun annesi olarak hissetmeye başlar.

Bazı anneler bu süreci tamamlayamaz; bu çatışmalı duygular, bu sorgulama onlara fazla gelir ve bebekten kaçmayı seçerler; bir bakıcı bulup iş hayatına dönerler. Annenin bebeğine bakma süresi çok kısaysa, bu bırakılmadan bebek mutlaka zarar görür ama annenin, annelik yapamayacak kadar bebeğe öfke duymaya başlaması olasılığı da göz önüne alınmalıdır. Bu durumda anne öfke nöbetleri geçirme, bebeğe fiziksel olarak zarar verme noktasına kaymaya başlar veya bebeği kucağına alamayacak, onu besleyemeyecek hale gelir. Bunun yanında, herhangi bir öfke belirtisinin annede fazlaca korku yaratarak onu annelikten kaçınmaya itmesi de olasıdır. Böyle bir durumda kadın, kendisi açısından büyük bir olgunlaşma deneyiminden kaçınmış, bebek de anne tarafından bakılmanın büyük avantajlarından mahrum kalmış olur.


Kutsal olan annelik değil, kadınla erkek arasındaki sevgidir
Anneliğin kutsallaştırılması konusuna da kısaca değinmekte yarar var. Annelik kutsaldır düşüncesi, kadınların üzerindeki yükü artırır ve ister istemez iyi annelik kalıplarını harekete geçirerek, kadının hissederek annelik yapmasına engel olur. Fakat diğer yandan, bu kadar kutsal bir mertebeye oturma fikrini pek çok kadın benimser çünkü bu, değersizlik duygusu için önemli bir telafi imkânı gibi görünür. Kadın kendisini kutsal, çok önemli, insanüstü bir varlık olarak algılamak ister, fantazi dünyasında bunu yaşatabilir de ama anlaşılacağı gibi, bu sadece bir fotoğraf, bir fantazidir, hayatın gerçekliğiyle bağdaşmaz. Büyük bir narsisistik doyum kaynağıdır ve tam da bu nedenle kadının sevme kapasitesini azaltır.

Bir bebekten insan oluşması süreci, aslında sadece biyolojik olarak değil, ruhsal olarak da iki kişilik bir meseledir. Bu anlamda, esas kutsallaştırılması gereken, kadınla erkeğin birbirlerine duydukları sevgi, beraber oluşturabildikleri işbirliği olmalıdır. Öte yandan, bir durumun çok kıymetli olması için illa da çok işlevsel olması gerekmez. Bazen hakikilik, dürüstlük, içten bir pişmanlık veya üzüntü de çok yüksek bir kalite oluşturabilir. Bu nedenle, gün gelir insan çeşitli sebeplerle iyi bir anne olamadığına kanaat getirirse ve bunun sorumluluğunu alırsa, gerçekten büyük bir acıyı sırtlanmış olur ve bu, içinde sevginin yeşerdiği acı dolu ama çok değerli bir yaşam deneyimidir.

Anne bir insandır ve yorulur da, öfkelenir de, pek çok yetersizliği, beceriksizliği vardır, öğrenmesi gerekir, desteğe ihtiyaç duyar, çaresizliğe düşer. Önemli olan annenin kendisini tanıması ve doğru idare etmeyi öğrenmiş olmasıdır. Çok yorulduğunda, öfkesi arttığında, tahammülsüz olmaya başladığında dinlenmesi, öfkesinden kurtulması, çocukla tekrar ilişki kuracak hale gelmesi gerekir. Özellikle bebek annelerinin hayatlarındaki diğer bütün görevleri arka plana alıp ruhsal enerjilerini bebek için seferber edebilmeleri gerekir. İyi annelik kalıpları, çoğu zaman annenin kendisini doğru idare edebilmesini engeller. İdealize edilmiş birtakım kalıplara yerleştirmeden, anneyi gerçek ihtiyaçları olan gerçek bir varlık olarak algılamak, başta anne olmak üzere herkes için daha iyi olacaktır.

Sonuç olarak, eğer kadın bebeği için yeterli bir ruhsal hazırlık içindeyse, temel eğilimi çocuğu için elinden geleni yapmak üzerine olacaktır. Zaten ancak böyle bir yaklaşımla kendisi ve çocuğu için mümkün olan her şeyini seferber edebilir. Kendisini ya da çocuğunu belli kalıplara sıkıştırıp bu kalıplar üzerinden kendinden memnuniyet duyup güvenli kabul edebileceği bir alan oluşturmaya çalışmaz. Problemleri karşılamakta da sevgisini sunmakta da açık ve esnek olabilir. Böylece, kendisinden uzaklaşıp yüzeyselleşmeden bebeğiyle gerçek bir ruhsal ilişki kurabilir. Bir insanın hem harika, mükemmel olup hem de hakiki olmasının imkânı yoktur; biri fantazi dünyasıdır, diğeri hakikattir. Çok yüksek kalite isteyen bazı etkinlikler ancak ruhsal katılımla oluşturulabilir; bebek/çocuk anneliği ve yaratıcılık gerektiren her türlü etkinlik için bu durum geçerlidir.