Sevebilen bir insan olmak için çaba harcamanın bir başka ifadesi, insanın öfkesini anlamaya çalışmasıdır. Öfkenin, kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkimizi bozan, çarpıtan, bloke eden bir etkisi vardır her zaman. Fakat genellikle öfkemizin farkında olmamayı seçeriz. Önemli bir kısmını kendimizden uzak tutmaya çalışır ya da bastırırız. Bir kısmı da, hiç de öfke gibi görünmeyecek şekillerde ortaya çıkar.
Sözgelimi kayıtsızlık, ihmal, baştan savma, dikkatini verememe öfkeden kaynaklanır ya da bizim için yapılmış bir şeye anlamlı bir karşılık vermiyorsak, genellikle öfkeli olduğumuz içindir. Hakkından fazlasına göz koymak, değerli ve güzel olan bir şeyi bozmak, her türlü saygı eksikliği, küçümseme, kandırma, yalan, bir işin gereğini yerine getirmemek, bize ihtiyacı olan bir varlığa ya da bir değere sahip çıkmamak ve unutkanlıkların çoğu öfke kaynaklıdır. İhtiyaçlarımıza karşı duyarsızlaşmak ya da ihtiyaçlarımızı yok saymak, başımıza gelen çeşitli kazalar, iyi, huzurlu ve güzel şeylerden bir biçimde kaçınmak, bunları hak etmediğini düşünmek, umutsuzluk gibi haller de kendimize karşı duyduğumuz öfkedendir.
İnsan, sevmeye çalışan öfkeli bir varlıktır
Öfke hem bozucu bir etki yapar, ruhumuzu güçsüz düşürür, hem de yüzeyselleştirir. Bu nedenle, sevmek isteyen bir insanın ilk işi, her zaman için öfkesinin farkına varmak ve anlamaya çalışmak olmalıdır. Bu ise son derece zor bir şeydir fakat öfkeli bir insan olmadığını iddia etmekten daha gelişkin bir durumu ifade eder çünkü insanın en temel tanımlarından biri, sevmeye çalışan öfkeli bir varlık olduğudur.
Öfke, sevginin hizmetinde olduğu durumlarda elbette gerekli bir duygudur. Her insan kendisini koruyabilmek için veya yakınlarını sevilebilir durumda tutmak için öfkesini kullanmak zorundadır. Bir anne yalan söyleyen, arkadaşının kalemini ondan habersiz alıp eve getiren, kardeşinin canını yakan çocuğuna öfkelendiğinde aslında onun sevilebilir bir insan olmasına çalışmaktadır, aksi takdirde çocuğun karakteri bozulur. Böyle bir öfke, sevginin hizmetinde olan bir duygudur.
Bunun dışındaki daha büyük öfkeler aslında yok edici öfke kategorisine girer ve temelde insanın kendisiyle de başkalarıyla da ilişkisini “bozan” bir yapının inşasına yol açar. Öfkenin devamlı hissedilmesi son derece yorucu bir duygudur. O yüzden, öfkesi artan insan bunu hissetmemek için kendisiyle ilişkisini keser ve zorunlu olarak yüzeyselleşir. Hele de bebek anneliği söz konusuysa, annenin yukarda ifade ettiğimiz sebepten dolayı önemli ölçüde farkında olmadığı öfkesi bebeğine, onunla ilişki kuramamak şeklinde tamamen yansıyacaktır.
Öte yandan, bebekler ancak bütünleşerek ilişki kurabildiği ve benlik sınırları oluşmadığı için, çevrelerindeki insanların duygularını hissedebilirler. Bebeğin benlik sınırları ruhsal olarak geliştikçe oluşur. Bu sınırlar aynı zamanda iç gerçeklikle dış gerçeklik arasında bir kalkan görevi görür. Zamanla, artık bebeklik döneminde olduğu kadar açık olmadığımız için, başkalarını o kadar kuvvetle algılayamaz oluruz. Yani bebek, özellikle annesinin ve sonra da babasının ruhunu kuvvetle hisseder ve adeta bir sünger gibi emer, henüz kalkanları oluşmamıştır. Zaten bizi dünyaya dahil edecek malzememizin önemli bir kısmını da aslında bu yolla ediniriz. Dolayısıyla ruhsal olarak tamamen savunmasız durumda olan bebek, annesinin bütün öfkesini emecektir ki, en son ihtiyacı olan şey budur.
Öfkeli annenin bebeği ruhen gelişemez!
Annenin öfkeli olması ve bebeğine öfke duyması, bebeğin ruhsal gelişmesinin durmasına yol açar. Annenin en önemli işlevi, bebeğine gösterdiği yüksek duyarlılıkla onun kendisini iyi hissetmesini sağlamaktır. Böyle bir duyarlılık da ancak bebekle ruhsal bir ilişki kurulabiliyorsa mümkün olur. Fakat eğer anne öfkeliyse bebekle ruhsal ilişki kuramaz çünkü öfkesi anneyi yüzeyselleştirir. Bebeğin ruhsal alanı zaten orijinal haliyle öfke enerjisiyle yüklüdür; ancak annesinden alacağı sevgiyle ruhsal alanında sevgi enerjisi meydana gelecek, bununla beraber haz ve ilişki kurma kapasitesi oluşacaktır. Dolayısıyla annenin öfkeli olması ve bebeğiyle ilişki kuramaması onun haz duyma ve bağlanma kapasitesinin düşük olmasına yol açar. Öfkeli bir annenin bebeği ruhen gelişemez, adeta bulunduğu ruhsal duruma hapsolur.
Yeterince annelik almamış bir kadın kendini belli oranlarda idare etmenin yollarını bulabilir ama özellikle annelik gibi bir sorumluluğun altına girdiğinde bu artık çok daha zor olacaktır. Anneliğin kendine özgü koşullarında öfkesi daha fazla açığa çıkacaktır. İnsanın yapısında öfke varsa, bu çok çeşitli şeylere bağlanabilir ama öncelikle yatırımımızın yüksek olduğu varlıklara bağlanır. Dolayısıyla ruhsal enerjisinde fazla öfke bulunan, yani yetersiz annelik almış kadının kendisine, bebeğine, kocasına, hayata vs. öfkesi olacaktır.
İnsanın bebeklikte, anneyle ilişki sayesinde çözülmüş olması gereken öfkeli enerjisi fazlaysa, ister istemez fantazileriyle yaşayan birisi olacaktır, fantaziler de hiçbir zaman gerçeklikle bağdaşmaz, dolayısıyla bir gün öfkeye sebep olur. Sözgelimi “iyi annelik” kalıbı doğrudan fantazilerle ilgilidir. Harika bir çocuk yetiştiren mükemmel bir anne ve kadın tam bir klişedir ama eğer kadın bu klişeye ihtiyaç duyuyorsa, zaten kendi anneliğini gerçekleştirmekte sorunları var demektir. Dolayısıyla bu klişeyi her yerine getiremediğinde kendisine ilişkin yüksek beklentilerini karşılayamamış olacaktır ve kendisine öfke duyar. Diğer yandan, o kadar “harika” bir annelik sunduğu bebeğinin kendisine bir türlü istediği cevabı vermemesine, bu yüzden kendisine öfke duymasına sebep olmasına da öfkelenecektir, yani öfkesi bebeğine dönecektir. Bu nedenle, çocuk üç yaş civarına gelene kadar geçen süre, kadının, özellikle kocasının ve yakınlarının sevgisine çok ihtiyaç duyduğu bir dönemdir.
Bebek anneliğinin gerektirdiği çok yüksek dikkat ve yoğunlaşma anneyi tüketir. Eğer anne zaten içinde bulunduğu ortamda mutsuzsa ve kocasına, kocasının ailesine karşı öfkeliyse çok hızlı bir şekilde tükenir ve bu kez bebeğe öfke duymaya başlar. Anne çoğu zaman bunun farkında olmaz ama bebekle ilişki kuramaz olur, bebek de gittikçe daha huzursuz olmaya, anneyi yıpratmaya başlar. Annenin bebeğiyle ilişkisi sadece mutsuz olduğu için değil, yardıma ve desteğe ihtiyacı olduğu halde yalnız bırakıldığı için de bozulabilir; annenin bu durumda da öfkesi artar.
Gerçekten de bebek anneliği, anne bir yerden sevgi ve annelik alamıyorsa bozulmaya başlar. Annenin sevgi enerjisi tükenmiştir, seven birisinin sevgi enerjisiyle, deyim yerindeyse, tam anlamıyla şarj edilmesi gerekir. En uygun olan, bu enerjinin kocadan, bebeğin babasından gelmesidir. Bu durumda anne, baba ve bebek aile olmaya başlar. Her birinin iyiliği, diğerine iyi gelmektedir. Beraber mutlu olmaya, beraber acı çekmeye başlamışlardır, aralarında kolay kopmaz bağlar oluşur.
Evham ya da kendisine öfke duyan kadın
Annenin ruhsal malzemesi fazla öfke barındırıyorsa, evhamlı bir yapısı olacaktır ve kime yatırım yapsa, bu evham ona yönelecektir. Kadın hem kendisine hem de hayatındaki önemli varlıklara karşı evhamlı olacaktır. Bu durumda annenin bebekle ilişkisi de endişeli ve ıstıraplı bir hale gelir. Annenin ruhsal malzemesindeki öfke, devamlı başına kötü şeylerin geleceği meşguliyeti şeklinde kendini gösterir. Evham, bizim için çok önemli olan, yani çok fazla ruhsal yatırım yaptığımız, dünyamızı oluşturan varlıkların (insan kedisi, köpeği için de evhamlanır) başına kötü şeyler gelmesinden, onları kaybetmekten duyduğumuz korkudur.
Burada bahsettiğimiz öfke günlük hayatın içinde karşılaştığımız, şiddete dönen, cezalandırıcı nitelikteki, farkına varılabilecek türde bir öfke değildir; doğumla birlikte getirdiğimiz ruhsal malzemenin içindeki öfkedir. Evhamlı kişi anne olunca, bu mutlaka çocuğa yansır; çocuk üzerinde kısıtlayıcı, onu korkaklaştırıcı bir etki oluşturur. Çocuğun dışarı çıkması, top oynaması, koşması, bir arkadaşına gitmesi, anne bunları o kadar tehlikeli olarak algılar ki, çocuk dış dünyaya karşı çekingenleşir, tehlike algısı büyür ve korkaklaşır. Evhamlı annelerin çocukları, anneleriyle aynı öfkeli malzemeyi taşıdıkları için sıklıkla evhamlı insanlar olurlar.
Çok öfkeli ruhsal malzeme annelikle bağdaşmaz. Böyle bir anne sözgelimi bebeğini kucağına almaktan kaçınır çünkü ona zarar vermekten korkar. Emzirmekten kaçınır çünkü sütün bebeğin boğazına kaçmasından ve onu öldürmesinden korkmaktadır. Bu korkuların gerçek bir temeli yoktur; anneye bebeğine zarar verme ihtimalinin olmadığını anlatsanız bile bunu bilmek kısa süreli bir rahatlama oluşturur ama korkularının geçmesini sağlamaz.
Bu yapıdaki kadınların çoğu aslında çok iyi bir anne olmak istemelerine rağmen bu korkuları yüzünden annelik yapamazlar. Kendileriyle ilgili yaşadıkları hoşnutsuzluk, çaresizlik, kendilerine duydukları öfke ve annelik yapabilen kadınlara duydukları haset hamilelik psikozu ile hamilelik depresyonu arasında bir klinik duruma yol açar. Mutlaka ilaç tedavisi uygulanır, ağır durumlarda hastaneye yatırılmaları gerekir. Bu kadınlar çok eksik annelik almışlardır ve ruhsal malzemeleri bu yüzden bu kadar öfke yüklüdür.
Suçluluk duygusu ya da yorgun anne
Büyük çoğunluğu oluşturan birçok annenin çocuklarına karşı duyduğu öfkeyse onlarla olan ilişkisinde çok yorulmaktan ve sonucunda da tükenmekten kaynaklanır. Bu annelerin ya üzerlerindeki yük çok fazladır, ya ruhsal yatırım kapasiteleri düşüktür ya da her şeyin altından tek başına kalkmak zorunda kalıyorlardır, çok desteksizdirler. Kendisini tükenmiş hisseden insan her şey kızmaya hazırdır. Üzerindeki yükü artıran her şey, çocuğun üstünün kirlenmesi, düşüp bir yerini acıtması, hastalanması anneyi öfkelendirir. Böyle bir anne çocuklarına karşı suçluluk da hisseder çünkü adını koymasa da çocukların çocuk olmasına izin vermediğini, çocuksu davrandıkları için onlara bağırıp çağırmanın haksızlık olduğunu bilir. Fakat çocuklara karşı suçluluk hissetmek onlarla olan sorunları çözmez, aksine, iyice büyütür.
Suçluluk duygusuyla yapılan annelik, ölçülerin kaçmasına yol açar. Ortaya son derece tutarsız, bazen fazla anlayışlı bazen fazla sert bir anne çıkar. Çocukların da kafası karışır, annelerinin ne zaman ne tepki vereceğini bilemezler ve bu durum çocukları ısrarcı, sınırlarını bilmez bir hale getirir. Annenin çocuklarına karşı hissettiği suçluluk onların istediklerini yapmak, onlara oyuncaklar, kıyafetler alıp mutlu etmeye çalışmak gibi telafi yollarına da saparak gereksiz fedakârlıklara yol açabilir. Bu durumda çocukların karakteri bozulur, herkesin kendilerine borçlu olduğunu sanırlar. Böyle bir kadın çocuklarının oyuncağı olur, onları büyütemeyen bir annelik ortaya koyar. Annelerin çocukları hakkında gereksiz suçluluk hissetmemeleri için öfkelerini doğru anlamaları, melek olmadıklarını, sınırsız bir güçleri olmadığını kabul etmeleri gerekir.
Annelikteki en yoğun suçluluk duygusu, bebeğiyle ruhsal bir ilişki kurmuş annelerin bebeklerini ihmal etmeleri halinde görülür. Bebeğiyle ruhsal ilişkisi olan anne onu hem parçası olarak algılar hem de bir kutsallık duygusu hisseder. Bu, yenidoğan annesinin kendi içindeki bebek uyandıysa hissedilen bir duygudur. Dolayısıyla bebeğini ihmal eden kadın, kutsal olan bir varlığa ihanet etmiş gibi hisseder ve bu durum adeta ilkel toplumların kutsallıkla ilişkisine benzeyen, dövünme gibi sarsıcı bir suçluluk duygusu oluşturur.
Böyle bir durumda anne öyle bir suçluluk ve acı hisseder ki, bir daha aynı ihmale sebep olmamak için elinden geleni yapar. Bu kutsallık duyguları bebekliğin erken dönemlerinde, daha çok dokuzuncu aya kadar deneyimlenir. Daha sonra çocuk büyüdükçe kaybolur çünkü dokuzuncu aydan sonra, bebek normal gelişiyorsa, annesinin kendisinden ayrı bir varlık olduğunu algılamaya başlar ve anneyle bebek arasındaki bütünlük bozulur.
Yapıcı öfke ya da seven anne
Anne, çocuğunu doğru bir noktada tutabilmek için ona kızmak zorundadır, yani öfkesini kullanması gerekir. Bu, çocuğa karşı sevgisizlik içeren, zedeleyici ya da yok edici bir öfke değildir, yani annenin sevgisinin hizmetindedir. Sözgelimi emzirme sırasında anne bebeğin memesini ısırmasına tepki gösterirken aslında ona farkında olmadan, insan eti yenmeyeceğini, zarar vermemeyi öğretmektedir. Ya da her çocuk kardeşlerini kıskanır, çocukların kardeş kıskançlığını geride bırakabilmeleri için annenin onlardan kardeşlerini sevmesini beklediğini ve kardeşe zarar vermenin anneyi öfkelendirdiğini anlamaları gerekir.
Her sağlıklı insanın ve tabii ki annelerin de sabırlarının sınırsız olmadığını, kendilerini fazla yoran, yıpratan, sömüren, zarar veren bir varlığı, çocukları da olsa sevemeyeceklerini kabullenmeleri gerekir. Kimsenin melek olmaya ya da dünyanın en iyi annesi olmaya kalkışmasına gerek yoktur. Bu tutum zaten çocuğa zarar verir ve onu büyütemez. Bu yüzden, annenin çocuğu sevebilmek için, kendisinde büyük öfke yaratacak durumlardan kaçınmayı sağlayacak kurallar koyması ve bunları uygulatması gerekir. Örneğin çocuk kardeşine zarar vermeye kalkışamaz, evi yakamaz, sofradaki tabakları yerlere atamaz vs. Anne, çocuğa bu tip kuralları uygulatamıyorsa, onu pürüzsüz bir biçimde sevebilmesinin tabii ki imkânı yoktur. Böyle durumlarda annenin çocuğa karşı duygusu sevgi, öfke ve suçluluk karışımı bir hale gelir.
Çocuğa kurallar koyup uygulatmakta babanın rolü son derece önemlidir. Anne çocuklara çok yakın olduğu ve onlara olan sevgisi vazgeçilmezlik de içerdiği için, annenin yaptırımları sınırlıdır. Halbuki baba, çocuğun dünyasında daha korku uyandıran ve çocukların onun yaptırımlarından çekindiği bir yere sahiptir. Çocuklar küçükken babanın aile içindeki en önemli rolü, annenin çocukları sevemeyecek hale gelmesine izin vermemektir. Bunun için yeri gelir yedek annelik yaparak annenin üzerindeki yükü azaltır, yeri gelir çocukların annelerini dinlemelerini sağlar, yeri gelir annelerine yardım etmeye zorlar. Bütün bunlar aslında kadının sağlıklı annelik yapabilmesi için gereklidir. Eşlerine bu konuda yardımcı olmayan ya da çocuklar kendisini daha fazla sevsin diye çocuklardan yana olmaya kalkan babalar çocuklarla annenin arasının bozulmasına ve çocukların zarar görmesine yol açar. Tabii baba bu durumda babalık işlevini yere getirememiş olur.
Büyüyebilmeleri için çocukların ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik veren, en zayıf olanların en çok korunduğu, en küçük olanlara en çok verilen ama bir yandan da herkesin yaşına göre sorumluluklarını yerine getirmesinin beklendiği; kısacası, bir topluluğun gerektirdiği doğrulara ve kurallara uygun olunması istenen bir düzene ihtiyaç vardır. Bu düzeni, aile olarak adlandırmıştık. Her düzen, düzeni bozana öfkeyle karşılık verir. Aksi takdirde ortada düzen ve bu durumda aile kalmaz. Demek ki anne de aile düzenini korumak için, çocukların yalancı, hırsız, tembel, yıkıcı olmamaları için gerektiğinde onlara kızacak, öfkesini onları doğru bir çizgide tutabilmek için kullanacaktır.