Üç yaşına gelene kadar çocuklar anneye fazlasıyla ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden İsveç, Danimarka gibi, halklarının sağlığını ve iyiliği ön planda tutan, toplumun neredeyse büyük bir aileye dönüştüğü ülkelerde devlet çocuklu annelere, çocuklar üç yaşına gelene kadar maaşlarını öder. “Çocuğunuza siz bakın, maaşınızı ben öderim” der. Böylece toplumun insan malzemesinin giderek daha fazla sevgi içermesine, öfke fazlalığıyla bozulmasına engel olmaya çalışılmaktadır. Zaten sorunlu bir insanın, oluşturduğu sorunlar ve öfke nedeniyle toplumuna maliyeti de çok fazladır. Kişilerin kendi üzerlerindeki kontrolünün az olduğu bizimki gibi ülkelerde sorunlu insan yapısı kendini genel bir keşmekeş, trafik kazaları, her alanda kural tanımazlık ve şiddete eğilim olarak gösterirken, daha kontrolcü toplumlarda alkolizm, depresyon ve uyuşturucu bağımlılığı olarak gözlenir.
Çocuğun anne ihtiyacı
Elbette kimse bir bebeğe onu doğuran annesi kadar bakamaz, onun kadar duyarlı olamaz. Bebeklik döneminde annenin çalışması ve bebeğinin bakımını başkalarına bırakması çocuğun gelecekte öfkesi ve korkuları fazla olan birisi olmasına yol açacaktır. Bir başka deyişle, bu dönemde annenin, bebeği uzun süreli olarak, akşamları da dahil başka birisine bırakmak gibi ağır ihmali, akıl hastalıkları kategorisine giren ciddi ruhsal sorunlara neden olabilir. Anne çalışmak zorunda bile olsa, akşamları mutlaka bebekle beraber olmalıdır.
Çocuğun, 9 ay öncesinde olduğu gibi 1-2,5 yaş arasında da anneye ihtiyacı büyüktür. Çocuk bir yaş civarında yürümeye başlar ve anneden kopar. Bu dönemde annenin, hem çocuğun kendisinden kopmasına izin veren bir tutum içinde olması, hem de onu düşmekten, kendini yakmaktan, elektrik çarpmasından, kendisine zarar verecek eylemlerden koruyacak bir annelik yapması gerekir. Anne açısından bu son derece zor bir dönemdir; bu dengenin kurulabilmesi başkasına emanet edilemez. Canı yanan çocuk, acısını annesinin gidermesine ihtiyaç duyar, bu aynı zamanda güvende olduğu, onu koruyan bir varlığa sahip olduğu gibi, çocuğun en temeldeki güvenlik duygusunun oluşmasını sağlayacaktır. Bu duyguyu çocuğa elbette, onunla ruhsal bir bütünleşme ilişkisinden gelmekte olan annesi sağlayacaktır. Bu aynı zamanda, anneyle çocuk arasındaki yeri doldurulamaz ortak yaşantıların, deneyimlerin, sevgi duygusunun oluşmaya başladığı dönemdir.
Çocuk 18. aya doğru tek başına olamayacağını ve her istediğini yapamayacağını, canının acıdığını, dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu anlamış olarak tekrar anneye yöneldiğinde, bu sefer anneye yapışır ve onun tarafından şekillendirilmeye çok müsait bir hale gelir. Bu dönemde çocuk, artık annenin çocuğu haline gelir, tuvalet terbiyesini alır, annenin diğer kurallarına uymaya başlar, sevilebilir olmak için uğraşır, temel karakter özellikleri oluşur. Gerek çocuk anneye tekrar yöneldiğinde, gerekse sonrasındaki şekillenme ve kuralları öğrenme döneminde anne çocuğun yanında olmalıdır.
Bu dönemleri sağlıklı yaşayan çocuk zaten 2,5 yaş civarında diğer çocuklara ilgi duymaya, annesinin kendisini dışarı çıkarmasını istemeye başlar. Artık anne çocuğu bir yuvaya vermek ve tekrar iş hayatına dönmek için hazırlanmaya başlayabilir. Çocuğun bundan sonra ruhsal deneyiminin bir parçası da dış dünyadaki yaşıtları olacaktır. Her akşam annesinin eve gelmesi, onunla ilgilenmesi, gün içinde arkadaşlarıyla neler yaptığını dinlemesi, gerektiğinde çocuğunun diğer çocuklarla yaşadığı sorunları çözmesine yardımcı olması, çocuğun ruhsal gelişmesini sürdürmesi için yeterli olacaktır.
Evin hiyerarşisinin değişmesi
Çalışan anne aslında ağır bir yük altındadır. Ruhsal enerjisini hem aile düzenini sürdürmek, hem çocuğuna annelik yapmak, hem de dış dünyada para kazanmak ve kendini kabul ettirmek için kullanmak zorundadır. Çalışan annenin dışarıda emek vermek zorunda kalması ev içindeki dengeleri ve kadınla erkek arasındaki ilişkiyi de değiştirir.
Kadının da para kazanması karıkoca arasındaki ilişkiyi daha eşit ve daha az hiyerarşik bir yapıya dönüştürür. Böyle bir dönüşüm olmuyorsa, erkek zorla kendisini karısından daha yukarda tanımlamaya çalışıyorsa, kadın kendisine haksızlık yapıldığını hissetmeye başlar. Kadının gözünde kocası giderek baskıcı ve zorba bir adama dönüşür. Bu sorun çözülemezse, karıkoca arasındaki sevgi ilişkisi biter. Kadınla erkek arasındaki sevgi ilişkisi her iki tarafın içinden gelenlerle yaşanır; baskı, korkutma, suçlama gibi yöntemler ilişkinin sevgi ilişkisi olma vasfını yok eder.
Doğal olarak, çalışan kadının ev içindeki yükünün azaltılması gerekir. Çoğu zaman evin temizliği için birini bularak, birçok ev işini makinelere (çamaşır, bulaşık) yaptırarak bu yük azaltılmaya çalışılır ama yine de eşin de evle ilgili daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerekir. En azından kocanın karısından beklentilerini azaltması gerekir. Bütün gün işte yorulmuş bir kadının, kendisi almak yerine “bana bir bardak su getir” diyen kocaya öfkelenmemesi olası değildir.
Kadın çalışma hayatına girmiş, geleneksel olarak kocanın sorumluluğunda olan aileyi geçindirme konusunda eve büyük bir destek sağlamaya başlamıştır, kocanın bunu görmesi, kabul etmesi gerekir. Dolayısıyla, geleneksel olarak kadına yüklenen evi yaşanır halde tutma görevinde karısına yardımcı olma ihtiyacı duyması gerekir. O zaman karşılıklı bir destek ve dayanışma ortamı kurulur. Yoksa eşini annesi gibi algılayan, sanki kendisine bakmakla, yedirip içirmekle vazifeliymiş gibi gören bir erkek çıkar ortaya ve bu durumda kadının eşini koca yerine koyması ve kalıcı bir kadın erkek ilişkisi sürdürmesi imkânsız hale gelir. Ancak unutmamalıdır ki, kadın ve erkek birbirinden farklı varlıklardır ve yapacakları işbirliği de bu farklılık üzerinden, birbirlerini tamamlamaya yönelik bir nitelikte olacaktır.
Bir insanın kalıcı bir sevgi ilişkisi yaşayabilmesi için kendisine sevgi duyabilen, koruyabilen, kendi kararlarını verebilen, mutsuz olduğunda ayrılabilen, içinden gelenleri dinleyebilen birisi haline gelmiş olması gerekir. Aksi takdirde ilişkide çocuk gibi kalır. Kalıcı sevgi ilişkileri beraberce hayatın altından kalkmayı, beraber bir hayat üretmeyi becerebilen insanlar arasında olur. Tersi durumda ilişki canlılığını kaybeder, monoton, sürekli kendini tekrar eden sıkıcı bir hayata dönüşür. Bu hale gelen birçok ilişki cinsel açıdan da aynı şekilde sıkıcılaşır ve insanlar böyle bir ilişkiyi sırf yalnız kalmaktan korktukları için sürdürürler veya bir başkasına âşık olacak hale gelirler.
Kadının bir sevgi ilişkisi içinde yer alabilmesi için kocasına muhtaçlıktan kurtulması gerekir. Muhtaçlık sevgiyi bozar; muhtaç olduğumuz kişinin iyiliğini isteyemeyiz, o da bize muhtaç olsun isteriz. İş hayatı kadına muhtaçlıktan kurtulma, yeterliliğini artırma ve bireyselleşme anlamında fazlasıyla katkıda bulunabilecek bir alandır. Kız çocuklarının gelecekte kocalarına muhtaç olmayacak biçimde yetiştirilmeleri, bir meslek sahibi olmalarının amaçlanması çocuklarını gerçekten seven bir ebeveyn tutumudur.
Patron anne
Bazı çalışan kadınların hayatlarındaki en önemli alan, iş hayatlarıdır, aile ve çocuklar arka plandadır. Bu durumda elbette bu kadınlar iş hayatlarında başarılı olabilirler ama özel hayatları ya ciddi şekilde bozulur ya da aksar. Bu aslında şaşılacak bir şey değildir; insan neye yatırım yaparsa onun karşılığını alır, ne ekerse onu biçer. Esas tuhaf olan, yatırımın başarıya ve kariyere yapılıp, mutluluğun özel hayatta aranmasıdır. Böyle bir kadın büyük bir ihtimalle evin annesi değil, çocuğun bakıcısını, evi temizleyen kadını idare etmeye çalışan bir tür “patron anne” olacaktır. Çocuk böyle bir insanı anne olarak benimsemekte çok zorlanacaktır.
Bize göre çocuklar yetiştirilirken, ebeveynlerin, insanın ancak özel hayatında oluşturduklarıyla mutlu olabileceğini, sağlıklı çocuklar yetiştirebilmenin koşulunun sevgi olduğunu, onsuz yaşanamayacağını anlamış insanlar olmaları gerekir. Elbette mutlu olmanın başarılı olmakla, yüksek statüyle mümkün olduğuna inanan ebeveynler de vardır ama bize göre bu ebeveynler yarışçı yetiştirir. Sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek için, bize göre ebeveynlerin, insanın hayatında sevgi olmadan yaşayamayacağını kavramış olmaları şarttır. Sevgi yoksa, hayat anlamlanamaz çünkü insan bebekliğinden itibaren önce annesinin, sonra babasının ve bütün aile üyelerinin katıldığı bir sevgi ilişkisi içinde oluşmuş ve yapılanmış bir varlıktır; bütün ruhsal ihtiyaçları ancak bir sevgi ilişkisi içinde karşılanabilir. Fakat eğer çocuklar ağırlıklı olarak başarı için yetiştiriliyorsa, bunun anlamı, onlara ruhsal ihtiyaçlarına sırt çevirmelerinin öğretilmiş olmasıdır.
Başarı, aslında statünün yükseltilmesi demektir; başka insanlara üstün olma duygusuna hizmet eder. Halbuki bir erkek çocuk, sevgi ilişkisi yürütebilmek için zaten hayatın altından kalkmak, ekonomik bir güce erişmek zorundadır; sevdiği bir işi diğer işlerden daha iyi yapabileceğini bilir. Bir kız çocuk ise kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmenin kendisini daha fazla sevebilen bir insan yapacağını öğrenmelidir. Böyle yetiştirilen çocuklar, ister kız, ister erkek olsunlar, hem hayatın altından kalkabilecek hem de mutlu olacaktır. Zaten hayatın altından kalkmadan kimse mutlu olamaz. Bunca yıllık insanlık kültürünün elinde, daha zengin veya daha başarılı insanların, kralların, kraliçelerin daha mutlu olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur.
Başarıya endeksli erkeksi kadın
Genel olarak, yeterli ve güçlü olmak erkek ruhunun erkeğe dayattığı bir ihtiyaçtır. Erkek ruhu, her durumda kendisini ve ailesini ayakta tutacak, onlara her türlü kriz durumunda sahip çıkabilecek bir donanımda olmayı bekler kendisinden. Kadınların kendilerinden çok yeterli olmayı beklemeleri, her şeyin altından kalkmaya çalışmaları onları erkekleştirir. Aslında kadın ruhu kadından, her durumda kalitesini düşürmemeyi, bozulmamayı, doğru değerler üzerinde kalmayı, kadınlığını muhafaza edebilmeyi bekler. Ama kadının yeterli olmak adına kendini erkekleştirmesi iş hayatına özgü bir tehlike değildir, yalnız kalan ve hayatın altından tek başına kalkmak zorunda olan kadınlar veya çok pasif ve korkak kocaları olanlar da yeterli olmak zorunda kalarak aynı tehlikeye maruz kalırlar.
Kadınların başarıya endeksli olacak şekilde büyütülmüş olmaları, kendi çocuklarına öfke duymalarına neden olur. Bir annenin başarıya ve mesleki kariyere büyük bir ruhsal yatırımı varsa, çocuğunu kendisini gerçekleştirmesine engel, kendisine ayak bağı olan bir varlık olarak algılar. Bu annenin çocuğuna karşı olan duyguları öfkeyle karışıktır. Anne, olmak istediğini, içinden geleni çocuk yüzünden yapamıyormuş gibi hisseder. Bu öfkeyle karışık duygu durumu annenin çocuğundan beklentilerini artırır. Çocuk kendisine verilen emeği, kendisi için yapılan fedakârlığı karşılayabilecek kadar mükemmel olmalıdır. Böyle bir tutum çocuğun kendisini sevilebilir birisi olarak algılayamamasına sebep olur; kendilik oluşumunda hasar yaratır.
İş hayatının olası bir tehlikesi de anneyi yüzeyselleştirmesidir. Sadece akıl ve bilgiyle yapılan işler insanı yüzeyselleştirir. Fakat bütün işlerde diğer insanlarla işbirliği yapma, ilişki kurma gereği vardır. İnsan iş hayatında sadece aklını kullanmaz, bulunduğu ortama sağlıklı bir adaptasyon oluşturabilmek için duygularını da kullanması gerekir. Bazı işverenler çalıştırdıkları insanlardan profesyonel olmalarını beklerken, “duygularınızı yok edin, bizim istediğimiz gibi bir robot olun,” demektedir. Böyle bir beklenti aslında müthiş bir sömürüdür ve büyük bir zalimliktir. Fahişe de bir profesyoneldir; duygularını bir kenara koyarak tam da burada isteneni yapmaktadır. Bu tür işverenlerin beklediği kadar profesyonel olunmazsa, iş hayatında yüzeyselleşme tehlikesi kalmaz.
Öte yandan telefonda pazarlama, çok gürültülü iş ortamı, içine sinmeyen bir şeyi yapmaya mecbur kalmak ya da hamallık, ağır amelelik gibi neredeyse fiziksel ıstırap oluşturan işler de kişinin kendisiyle ilişkisini kesmesine, yüzeyselleşmesine, bir makine gibi olmasına yol açar. İnsan bu tip işlerden ruhsal olarak zarar görür. İnsanın ancak kendisiyle ilişkisini kesmesi halinde yapılabilen işler anneliğini de bozar. Fakat iyi annelik alarak büyütülmüş bir insan da zaten kendisine ruhen zarar veren bir işte çalışamaz, bu elinden gelmez.
Genel anlamda diyebiliriz ki, doğru bir biçimde sürdürülen çalışma hayatı değil, çok başarılı olma ihtiyacı, statüye, paraya, üne düşkünlük bütün insanları ve kadınları bozar.