AŞIRI FEDAKÂR ANNE

Büyümenin tanımlarından biri de ihtiyaçlarımızı taşıyabilmek ve sorumluluklarımıza uygun olarak gerektiğinde erteleyebilmektir. Bu bakımdan, ihtiyaçlarımıza ve sorumluluklarımıza uygun davranmaya çalışırken, ister istemez çeşitli fedakârlıklar yapmak durumunda kalırız; bu, insanlığımızın bir gereğidir. Ancak bunu yaparken diğer insana karşı sorumlu olduğumuz gibi, kendimize karşı da sorumluluğumuz vardır. Hayatının her döneminde, insanın kendisine karşı duyarlı ve doğru bir çizgide annelik yapması, kendisini taşıması, başkalarına karşı da aynı tutumu benimsemesini getirecektir. Bu da, ihtiyaçta ve sorumlulukta karşılıklılık olmasını gözetmek anlamına gelir.

Özellikle büyütme ilişkisinde, anne ve baba ihtiyaçlarını giderme peşinde değilse, bunları taşıyabiliyorsa, çocuklarına doğru bir model oluşturmuş olurlar. Taşıyabildikleri bu ihtiyaçlarını sevgilerinin hizmetinde tutmaları gerekir. Bunun anlamı, ihtiyaçlarını sevdikleri varlıklar için erteleyebilmeleri ama bunu yaparken de kendilerini ve ihtiyaçlarını yok sayacak bir çizgiye savrulmamalarıdır. Bu durumda çocuklar, gerçek anlamda fedakârlığın ne olduğunu yaşayarak öğrenmiş olurlar, bu aynı zamanda, elinden geleni yapmanın en anlamlı biçimidir. Bu şekilde büyümüş çocuklar kendileri için ve başkaları için elinden geleni yapmanın ne anlama geldiğini akılla değil, ruhlarıyla kavramış olurlar.


Fedakârlık oyunu
Sevgi duygusunun enerjisinin yüksek olduğunu söylemiştik. Bu enerji sevdiklerimize karşı sorumluluk duymamızı ve onlar için yapabileceklerimizi yapmamızı sağlar ama sorumluluklarımızı yerine getirirken kendimizi fedakârlık yapıyormuş gibi algılamayız ve karşılık da beklemeyiz çünkü yaptıklarımız, içten gelmektedir, bir zorlama yoktur.

Aşırı fedakârlıkta durum farklıdır. Aşırı fedakârlık, arkasında her zaman büyük bir önemsenme ihtiyacı ve yüksek bir beklenti taşır. Bu beklenti bazen tam bir iktidar oluşturma arzusudur, sözünden çıkılmamasını bekler. Bazen kendisinden başka kimsenin sevilmemesini talep eder. Bazen de kişinin kendisi olmasına izin vermez ama her fedakârlık, fedakârlık yapan kişinin beklentilerine uygun olmayı talep eder, yani dile getirilmemiş bir karşılık bekler. Çoğu zaman fedakârlık yapan kişi, aslında karşısındakinin kendi fantazilerine, senaryosuna uygun olmasını, kendi oyununun oynanmasını talep etmektedir.

Bu insanlar çok sevilmek veya başkalarının hayatında çok önemli olmak isteyen yapıdadırlar. Görünenin tam tersi bir biçimde, genel olarak her istediklerinin yapılmasını, her istediklerinin olmasını bekledikleri için, onlar da etraflarındaki insanların her istediğini yapmaya çalışırlar, yani kendilerine yapılmasını bekledikleri şeyleri ifade etmektedirler. Dolayısıyla aslında başkaları için bir şeyler yaparlar ama asıl mesele kendi ihtiyaçlarıdır.

Çoğu zaman, yaptıkları fedakârlıkların karşılığını alamazlar; bu nedenle mutsuz ve öfkelidirler. Bu yapıdaki insanlar hiçbir zaman öfkelerini ortaya koyamadıkları için, öfkeleri ya onları kimseyi sevemez hale getirir ve depresyona sokar ya da öfke kendilerine döner, hastalık hastası olurlar. Öfke arttıkça korkular da artar ve hayatını fedakârlık yapmak üzerine kurmuş olan insan yalnız kalamayacak birisi haline gelir, başkalarına muhtaç olur. Bu duruma düşmek tam anlamıyla kendini doğru idare edememektir.

Aşırı fedakârlık yapan annelerin önemli bir özelliği, kendilerine acımalarıdır. Sürekli olarak kıymetlerinin bilinmediğinden, verdiklerinin karşılığını alamadıklarından yakınırlar ama yakındıkları kişi de o ortamda değildir. Öfkelerini ve rahatsızlıklarını insanların yüzüne karşı söyleyemedikleri için, arkalarından yakınmak zorunda kalırlar, ama bu da bir öfke boşaltma yoludur ve yakınan kişiye iyi gelir. Bu anneler daha da kötüleşip çok depresif bir hale gelirse, bu öfke boşaltma yolunu da kullanamaz ve ilaca başvurmak zorunda kalırlar. Aslında bu kadar kendine acımanın altında, verdiklerinin karşılığını alamamışlık yatar. Hakikaten de, genellikle insanlar verileni alır ama vermek akıllarına gelmez. Fedakârlığı ve vermeyi alışkanlık haline getirmiş insanlar zaten karşılık beklediklerini belli etmedikleri için, hiçbir zaman karşılık alamazlar ve bu da bir süre sonra sömürülmüşlük duygusuna, devamlı kendine acımaya yol açar.


Sevgiyle veren karşılık beklemez
Bir çocuğun büyürken diğer insanların da ihtiyaçları olduğunu, insanların yorulabileceğini, öfkelenebileceğini, kendisinin dünyanın merkezi olmadığını, ne ekiyorsa onu biçeceğini öğrenmesi gerekir. Bunları insan aile içinde önce annesiyle ilişkisinde, sonra babası ve kardeşleriyle ilişkilerinde, daha sonra da dış dünyada arkadaşlarıyla ve sevgi ilişkilerinde öğrenir. Annenin aşırı fedakâr olması bu öğrenme sürecini tamamen bozabilir ve kişi herkesten annesinin yaptığını beklemeye başlar. Böyle bir insan diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki kuramayacak kadar bencil ve düşüncesiz olmaya mahkûmdur, acı çeker. Mecburen annesine benzeyen bir eş seçmek zorundadır, ancak o zaman mutsuz ama kalıcı bir ilişki oluşturabilir.

Bazı insanların yüksek bir sevgi kapasitesi vardır ve bu durum yüksek bir vericilik ve sorumluluk duygusu oluşturabilir. Gerçek sevgiyle sevebilen insanlara ender rastlanır, bunu aşırı fedakârlıkla karıştırmamak gerekir. Sevgiyle verilen, karşılık beklemez, böyle bir kişinin önemli olmak gibi bir derdi yoktur ve içinden gelerek verdiği için, verdiğinin farkında da değildir. Severek veren kişinin oluşturduğu ruhsal ortam, fedakârlık yapan kişinin oluşturduğu bir ortam gibi değildir. Kendisi için fedakârlık yapılması normal bir insanı rahatsız eder, kendini borçlu hissettirir. Halbuki bir sevgi ortamı sadedir, abartısızdır, doğaldır, kendiliğinden akar, zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz, insan kendisini çok hafiflemiş ve enerji dolmuş hisseder. Sevme kapasitesi yüksek insanların en belirgin özellikleri alçakgönüllü olmalarıdır. Oysa fedakârlık yapmaya yatkın insanlar tam tersine, kendilerini fazla önemserler ve devamlı övülmeyi beklerler.

Aslında şöyle temel bir ilkeden söz edilebilir: Genel olarak, birisi için bir şey yaptığımızda, dikkatle bakarsak görürüz ki, bunun altında mutlaka kendimizle ilgili bir sebep vardır. Örneğin sevilmek istediğimiz için ya da vazgeçilmeyecek birisi olma isteğiyle ya da bize yapılmasını istediğimiz bir şey olduğu için ya da belki suçluluk duygusundan kurtulmak için öyle davranmış olabiliriz. Böyle bir sebep göremediğimizdeyse, ya sözünü ettiğimiz o seven azınlığın bir mensubuyuzdur ya da kendimize iyi bakmamışızdır.

Anlaşılacağı gibi, annenin aşırı fedakâr olması çocuklar için büyük bir tehlikedir. Anne, çocuğun kendisi olmasına, kendi hayatını yaşamasına izin vermeyecek, çocukta suçluluk duygusu oluşturarak üzerinde baskı kuracaktır. Aşırı fedakâr annelerin çocukları mutlaka çeşitli kişilik bozuklukları gösterirler.