Gerçek bir sevgi ilişkisinde cinsel hayat, özellikle kadını besleyen bir sevgi enerjisi üretir, dolayısıyla cinsel hayatla sevgi ilişkisinin kalitesi arasında çok yakın bir bağlantı vardır. Bir ilişkide cinsel hayatın kalıcı bir biçimde yoğun olması, o ilişkinin bir “kadın erkek ilişkisi” olduğunu gösterir. Kadın erkek ilişkisi ifadesi anatomik özelliklere atıfta bulunan bir terim değildir. Kadının ruhsal olarak “kadın” olabildiğini, erkeğin de ruhen “adam” olduğunu ifade eder.
Kadın, penis seven bir varlıktır
“Kadın”, erkek sevebilen bir varlıktır. Aslında bunu söylediğimizde, cinsiyetinden ve cinsel rolünden memnun bir insanı tarif etmiş, en basit ve açık tanımıyla, “kadın, penis seven bir varlıktır” demiş oluyoruz. Anneyle iyi bir bütünleşme dönemi yaşamış, dolayısıyla hasedi azalmış, bu nedenle de daha az kıskançlık duyacak olan bir kız çocuğu, ona bu koşulları sağlayan anne babası arasındaki cinsel yakınlık yeterli sıcaklıktaysa, kadın erkek ilişkisini benimseyerek büyüyecektir. O da tıpkı annesi gibi erkeğin yakınlığından haz duyacak, beslenecektir. Dolayısıyla erkeklerle rekabet içinde olmak, erkek vasıflarına sahip olmak gibi penis hasedi kaynaklı eğilimleri olmayacaktır.
Bu altyapıya sahip bir kadın seçtiği erkekle beraber bir hayat kurmaya çalışacaktır. Cinsel hayatı, birlikte hayatın altından kalkmak, özellikle annelik gibi yüksek kalitede bir emeği verebilmek için kadının ihtiyaç duyduğu enerjiyi ona sağlayacak olan kaynak gibidir adeta. Bu durumda cinsel hayat canlılık, sevginin yeniden üretilmesi, bütünlüklü bir kendilik oluşturmak anlamına gelir.
Kadının penise duyduğu hasedin fazla olduğu durumlardaysa hasedin oluşturduğu gerginlik, öfke ve korku cinsel hayatı yaşanamaz hale getirir. Vaginismus dediğimiz bu durumda kadın, ortaya çıkan bu duygulardan dolayı kasılır. Ne cinsel uyarılma olur ne de cinselliğin yaşanabileceği bir ortam oluşur. Bu durum, tam da “penisi sevememe”, bu yüzden onu içine alamama halidir.
Buradan devamla, kadın, kendisine ve çocuklarına annelik yapabilecek vasıflarda, olduğu gibi olmayı kabullenmiş, mükemmel ve kusursuz olunamayacağını idrak etmiş ve bu manada mütevazılaşmış bir varlıktır. Her türlü yapaylık, göz boyama, iddia onu rahatsız eder. Kadınlaşmış bir kadın, istekleri ve hevesleri tarafından yönetilmekten kurtulmuştur; imkânlarını en verimli ve en doğru biçimde kullanmayı becerecek yaşama disiplinine sahiptir. Rahatına düşkünlük, çıkarcılık geride bırakılmıştır. Kadın, parayla elde edilebilecek şeylerin insanı mutlu etmeye yetmeyeceğini, hayatı anlamlandıramayacağını anlamıştır; yorularak, emek vererek, sevgiyle, onurla yaşamaya çalışır.
En güçlü afrodizyak
“Adam” olmak ise önce sorumluluklarını yerine getirmeyi, taahhütlerine sadık, dürüst ve adaletli olmayı içerir. Adam vasıflarındaki kişi yalan söylemez, kendisinden, hayatın çeşitli durumları içinde bozulmadan kalmayı bekler. Önemli olanın her zaman kazanmak ve yenmek olmadığını, durumun gereğini insanlığından vazgeçmeden, bozulmadan, kendinden uzaklaşmadan yerine getirebilmek olduğunu anlamıştır. Kimsenin kendisine zarar vermesine izin vermemeye çalışır ama zalimlikten, gereksiz sertlikten uzak bir yapıdadır. Böyle bir insan genel olarak mazlumdan yanadır ve adaletsizlik onda öfke oluşturur. Genel olarak “adam” hayat gerçeğini kabullenmiş, gerçekçi, içindeki sevgi tarafından idare edilen ve “iyilik” ile “gücü” bir arada kullanmaya çalışan kişidir.
Bu vasıflardaki kadın ve erkeğin birbirlerine karşı hissedeceği cinsel çekim çok yüksek olacaktır. Günümüzde insanlar arasındaki cinsel çekimin giderek azaldığını, evliliklerde cinselliğin sönükleştiğini ve seyrekleştiğini gözlüyoruz. Muhtemelen bunun en önemli sebebi erkeklerin “adam”lıktan, kadınların “kadınlık”tan giderek uzaklaşmalarıdır çünkü doyurucu cinsellik bedenle değil, ruhla yaşanır. Ruhumuz bizden ve eşimizden, yoğun bir sevgi uyandıracak yüksek bir ruhsal kalite bekler. En güçlü afrodizyak, kuşkusuz sevgidir; kadının erkek sevgisi, erkeğin kadın sevgisidir.
Bir kadın erkek ilişkisinde o kadar büyük bir yakınlık ve sevgi ortamı oluşur ki utanma, ayıp, rahatsız olmak gibi duygular ortadan kalkar. Cinsellik çiftlerin birbirlerine duydukları sevgiyi yaşamanın yollarından biri haline gelir. Cinsellik, ancak ortamda bir yakınlık ve sevgi eksikliği varsa utanılacak, kapalı kalması gereken, neredeyse ayıplı bir alan olarak görülür.
Günümüzde cinsellik önemli bir tüketim alanına dönüştü. Reklamlar, porno filmler, diziler, internet üzerinden erişilen siteler cinselliği iki insan arasındaki mahremiyet sınırlarının dışına çekiyor ve sıradanlaştırarak, nesneleştirerek anlamsızlaştırıyor. Anlamsızlaşmış bir alanın utanma, ayıp gibi duygulardan sıyrılmasının bir gelişme sayılmaması gerekir. Günümüz insanının hayatında çok daha fazla cinsel imge olması ne yazık ki bu mahremiyet kaybından, iki insan arasında yaşanabilir dürtünün azalmasından, mastürbasyon amaçlı dürtünün artmasından kaynaklanmaktadır.
Ruhun kendini ifade edişi
Dürtüsel kapasitemizin, yani sevişirken devreye giren malzememizin, ister kız ister erkek olalım, bebekliğimizden itibaren annemizle yaşadığımız yakınlık içerisinde oluştuğunu hatırlatalım. Biz insanlar dürtüden ibaretiz, doğumla birlikte bu dünyaya getirdiğimiz bütün variyetimiz, dürtülerimizdir. Özellikle bebeklik döneminde annemiz bu dürtüleri dünyaya yönelmemizin, bağlanmamızın, dünyayı sevmemizin malzemesi haline de getirebilir, bunların öfke içeriği yüksek, kendimizi kötü bir varlık olarak algılayacağımız bir biçimde kalmasına da yol açabilir. Aradaki farkın nasıl oluştuğu, bu kitabın konusuydu.
Bu durumda, anneyle bebek arasında bir dürtü alışverişi oluştuğunu söylemiş oluyoruz. Bu dürtü başlangıçta bebeğin ağzındaki, daha sonra da vücudundaki dürtüdür. Bu, erişkin insan dürtüsünden farklıdır çünkü bebeğin cinsel bölgelerinde henüz dürtü yoktur. Bebek, ilkin ağız yoluyla annesinin memesiyle ilişki kurar, sonra da onun bedenine, kucağına yönelir. Memeyle, anne bedeniyle ilgili bu deneyimler bebekte haz oluşturur; “bütün bedensel hazlar dürtüsel enerjiyle oluşur”. Bebeğin annesine ve dünyaya yönelmesi, sonra da bağlanması böyle başlar. Anneyle başlayan ve yakınlık oluşturan dürtüsel bağı kız çocukları bir süre sonra babalarıyla kurarlar. Bu dürtü, çocukta babasına karşı büyük ölçüde yakınlık duygusu oluşturur; “bebeksi dürtünün karakteristiği yakınlık duygusu oluşturmaktır”.
Bu durumda, ebeveynlerle çocuklar arasında, çocukların cinsel kimliğini oluşturan dürtüsel bir yönelişin olduğunu da söylemiş oluyoruz; aksi takdirde ilişki kopuk olurdu ve aile duygusu oluşmazdı. Bir şeye bağlanmak, bir amacı gerçekleştirmek için kullandığımız ruhsal enerjinin kaynağında, bu, önce anneyle kurulan, sonra diğer aile üyelerini kapsayan ilişkiler vardır. Buralarda sevmeyi ve bağlanabilmeyi öğrendiysek bir şeylere ilgi duyabilir, dikkatimizi bağlayabilir ve bunun sonucunda da dinler, duyar, anlarız. Bu enerjiyi kullanarak yemek yapar, çalışır, sevişiriz. Bağlanma ve sevgi isteyen her türlü çabanın kaynağında dikkat dediğimiz, öfkeden arınmış bebeksi dürtü enerjisi vardır. Bu anlamda, yakınlık duygusuyla beraber yaşanan cinsellik ruhumuzun en derinlerinden gelen, en doğal, en gerçek ve ruhsal yapımızın bütün katlarının harekete geçtiği, son derece hakikileştirici bir eylemdir. Ruhumuzun tam bir ifadesi olan bu eylemin içinde annemiz, babamız, bütün bir hayat deneyimimiz vardır.
Eski çağlarda ayıp, yasak, günah denilen, şimdi de anlamsızlaştırılma tehlikesi taşıyan cinsel hayat meselesini ancak bu genişlikten baktığımızda doğru anlayabiliriz. Annemiz bizimle ihtiyacımız olan yakınlığı kurabildiyse, tıpkı karnında olduğu gibi dünyaya getirdikten sonra da bizimle bütünleşebildiyse, bu yakınlık duygusunu erişkin hayatımızda cinsellik içinde yaşarız. Bu anlamda, sevişmek, ayıp ve günah olmak bir yana, varlığımızın en temel ihtiyacıdır.
Bir insanı sevebilmek, onun tarafından sevilebilmek, haz duymak, daha da önemlisi, onunla ruhsal olarak bütünleşebilmek, bir olmak aslında bir tür cennet tasviridir. Böyle bir yaşantıda iyilik duygusu, güzellik, şefkat, anlayış, derinlik, sıcaklık ve giderek, “aşkınlık” denebilecek kutsal bir içerik bulunur. Anneyle temel dürtü ilişkisinin az olduğu ya da anneden öfkeli dürtünün geldiği durumlarda, kişinin sözünü ettiğimiz malzemesi doğduğu haline daha yakın, öfkeyle dürtünün karışık olduğu bir durumdadır. Böyle insanlar, en genel tanımıyla hayata ve çevrelerindeki insanlara nüfuz edemezler. Yüzeysel olmak zorundadırlar çünkü derinlik öfkeli malzemelerinin açığa çıkması anlamına gelir. Dolayısıyla diyebiliriz ki, öfkesiz dürtümüz ne kadar fazlaysa, hayatla ve dünyayla o oranda derin bağlar kurabilir, bütünleşebiliriz.
Cinsel hayatın hakikileştirici etkisi
Sevgi enerjisi kadının annelik kapasitesini çok artırır. Erkeğin anneyi sevgisiyle beslemesi ve onu sürekli annelik yapabilecek durumda tutması büyük ölçüde cinsel hayat üzerinden gerçekleşir. Anne, aile hayatında ne kadar mutluysa ve eşini seviyorsa o kadar iyi bir cinsel hayatı vardır. Eğer eşler günlük hayatta birbirleriyle yakın olabiliyorlarsa, beraber hayatın altından kalkabiliyorlarsa, işbirliği yapabiliyorlarsa birbirlerine olan sevgileri artar. Bu duruma, “beraber sevgi üretmek” (muhabbet) diyebiliriz. Muhabbetin büyüklüğü her iki tarafta da cinsel isteği artırır. Aslında insanlar için en etkili cinsel uyaran sevgidir, muhabbettir.
Kadın erkek ilişkisinde cinsel hayatın canlı olması ilişkinin sevgi içeriğinin yüksek olduğunu gösteren en önemli ölçüttür. Kadının sevip sayabildiği, koca yerine koyabildiği bir erkekle yaşadığı cinsellik onun hakikileşmesini ve sevme kapasitesinin artmasını sağlar. Sevme kapasitesinin artması ise kadının çocuklara karşı daha verici, daha tahammüllü olmasını, yapıcı enerjisinin artmasını sağlar; daha güçlü bir dikkat ve ilişki imkânı oluşturur. Bunların hepsi annelik kapasitesinin artması anlamına gelir.
Dışarıdan bakıldığında çok mükemmel olarak görünen, her iki tarafın da üstlerine düşen görevleri en iyi şekilde yerine getirdikleri bazı ilişkiler gerçekte canla başla oynanan birer evcilik oyunudur ve bu kişilerin cinsel hayatı sönüktür.