ANNELER VE OĞULLARI

Öncelikle, erkek çocuğun gelişme sürecine kısaca bir göz atıp uygun bir perspektif oluşturmaya çalışalım. Kız ya da erkek, bebeğin anneyle azami ruhsal ilişkiye ihtiyaç duyduğu ilk dokuz ay, bebeklik dönemidir. Bu dönemde bebek anneyle bir bütündür. Normal gelişen bir bebek dokuzuncu aydan sonra annesiyle kendisinin ayrı varlıklar olduğunu kavrar ve bu, bebekte anneye karşı haset duygusunu açığa çıkarır. Bununla beraber bebeğin iç dünyasında anneyle çatışma başlar. Bu aynı zamanda, bebekte anneye bağımlılıkla beraber ondan kurtulma arzularının da oluştuğu dönemdir. Yürümeyle birlikte bebek/çocuk anneden uzaklaşma imkânı bulur ve çocukluk çağı başlar.

Bu dönemden itibaren, biyolojik gelişmeye de paralel olarak kız ve oğlan çocuk yapıları arasındaki farklar belirginleşir. Yürümeye başlayan çocuk için annesinin yerini dış dünya almaya başlamıştır. Yürüme çabası ve sonrasında epey bir canı yanan çocuk nihayet dış dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu, annesi gibi şefkatli olmadığını anlar. Böylece, kendisine hiçbir şey olmayacağını sanan, tehlike duygusunu, yanmayı, çarpmayı, yaralanmayı tanımayan, ilk başlarda canı yansa da bunu inkâr eden çocuk nihayet aciz olduğunu, bakıma ve korunmaya ihtiyacı olduğunu kabullenir. Bu aşama bütün bebeksi, yüksek narsisistik içerikli (her şey olmak, her istediği olmak, her istediğini yapabilmek, her istediğinin olması, her şeyi kontrol edebilmek… gibi) fantezilerin geride bırakılması ve sağlıklı bir insan olmanın yolunun açılması demektir. Bu döneme, “erken çocukluk” denir ve 1 yaş ile 2,5 yaşına kadar olan süreyi kapsar.

Çocuk ruhsal olarak yeterince güçlenemediyse, yeterli annelik alamadıysa, bu dönemde dış dünyayla sağlıklı bir ilişki yapılandıramaz. Özellikle dış dünyaya yönelik olma vasfı ağır basan erkek çocuk böyle bir durumda fiziki gerçeklik karşısında ürkek, çekingen, denemek istemeyen bir yapı geliştirir. Her yeni durum büyük bir korku sebebidir, dolayısıyla bir türlü dış dünyaya yönelemez, yönelmek de istemez. Yaşıtlarıyla arasındaki mesafe giderek büyür. Örneğin bu durumdaki bir çocuk, yaşı ilerlediği halde bir türlü yuvaya veya okula gitmek istemez ya da çok zor gider.


Erkek çocuğun en büyük korkusu
2,5-3 yaş arası dönemde kız ve erkek çocuklar arasındaki farkı “pipisi olanlar” ve “pipisi olmayanlar” şeklinde algılayan erkek çocuk, kız çocuğun pipisinin kesildiğini zanneder. Çocukluk döneminde hepimizin dürtülerimizi yönelttiğimiz kişi önce annemiz, sonra da kız çocukları için babadır. İşte erkek çocuk da bu yaş döneminde dürtüsel anlamda annesine yönelmiştir. Nasıl ki kız çocuk babayı anneden kıskanıyorsa, 3 yaş civarında erkek çocuk da anneyi babadan kıskanır. Fakat korkularının da yoğun olduğu bu dönemde, kız çocuğunun pipisinin kesilmiş olduğunu sanması annesine karşı hissettiği duygularla birleşince, babasının onda büyük bir korku uyandırmasına sebep olur. Erkek çocuk, annesine karşı hissettiği bu dürtüleri nedeniyle babasının ona öfkelendiğini ve onu, pipisini keserek cezalandırmak istediğini zanneder.

Bu dönemin erkek çocuğunun sorunları, anneyi dürtüsel bir sevgi nesnesi olmaktan çıkarıp anne yerine koyabildiğinde çözülür. Bunun için evdeki koşulların uygun olması gerekir. Burada iki önemli unsur söz konusudur: Anne, çocuğu kendisine bağımlı kılmaya müsait bir yapıda olmamalı, baba da çocuğun bu dönemde ihtiyacı olan yakınlığı ve sevgiyi ona sağlayabilmelidir. Bu bakımdan, anne baba arasındaki yakınlık ve çocukları için yapacakları işbirliği çocukların sorunsuz büyüyebilmesi için hayati önemdedir.

Bu dönemde anne, oğlunun kendisinden uzaklaşmasına izin vermediğinde, onun dış dünyaya yönelip ihtiyacı olan deneyimi kazanmasını kısıtladığında, tamamen kendisine bağımlı, kendine ait bir dünyası olamayacak çocuksu bir erkek çocuk yetiştirecektir.


Babayla iktidar savaşı ya da çıraklığın kabulü
Baba figürü, annelik babalık tanımlarından da hatırlanacağı gibi, dış dünyayla ilişkinin, gerçekliğin temsilidir. Bu bakımdan babanın da güçlü, sevebilen, oğluna model oluşturacak bir yapıda olması gerekir. Babanın, anneyi dengeleyerek, oğlunun dış dünyaya, aile dışındaki hayata yönelmesini sağlayabilmesi gerekir. Anneler genellikle koruyucu ve evhamlıdır. Baba hayat karşısında usta, oğul çıraktır.

Çoğu ailede çocuğun babayla bir ilişkisi olmaz, her şeyiyle anne ilgilenir. Arada bir ilişki oluşmadığı için, baba, çocuğa ruhsal yatırım yapamamıştır. Bu durumda çocuk sadece annesi üzerinden gelişecek problemli bir ilişki modeline mahkûm olacaktır. Bazı ailelerdeyse baba çok yumuşak bir tutuma sahiptir ve annelik yapma eğilimleri taşır. Bu yüzden anne otoriter olmak zorunda kalır. Babanın eksikliğinin duyulduğu bu tip ailelerde, anne baba rolleri değişmiş, hatta tersine dönmüştür. Böyle bir ailede, erkek çocuğun bir süre sonra babadan fazla bir korkusu kalmaz. Çocuk çoğu zaman kendisini doğru tanımlayamadığı için aile içinde herkese her istediğini yaptırmaya çalışır. Ev içinde hiyerarşinin tepesinde olmanın savaşını vermeye başlar.

Babanın çok pasif ve yumuşak olması, çocuğun kendisini aile reisi olarak ilan etmesine yol açabilir. Bu yapısıyla çocuk, aile içini kendi alanı ilan edip her istediğini yaptırmaya çalışır. Bu çocuk büyümeye, kendisini geliştirmeye yönelmez çünkü onu büyümeye zorlayacak, doğru bir çerçeve içinde tutacak ebeveynleri yoktur. Bu çocuklar dış dünya karşısında çok yetersiz ve korkak, içerdeyse aileye her istediğini yaptırmaya çalışan bir saldırganlık içindedir. Bu aile modelinde, baba dış dünyayı simgeleyen bir model olamamıştır. Bu durumda çocuk dış dünyayı anlayamaz ve kavrayamaz bir hale gelir; dış dünya onun için, içinde kendisine bir yer bulamadığı yabancı bir alan olarak kalır.

Normal bir ailede çocuğun babadan korkması, babanın dış gerçekliği simgeleyecek bir yere koyulabildiğini gösterir. Zaten bu durumda çocuk, dürtülerini annesinden çekmesi gerektiğini anlamıştır. Aksi takdirde babası kendisini cezalandıracaktır. Bu algı, her şeye rağmen çocuğun gerçeklik yargısının doğru bir biçimde oluştuğunu gösterir. Babasından korkan ve dürtülerini annesinden çekmeye çalışan erkek çocuk, malzemesi veya yeterliliği eksik olduğu için dış dünyaya yönelemiyorsa, annesiyle arasına devamlı sorunlar koyarak, devamlı öfkeli bir ilişki oluşturarak kendisini dürtülerinden korumaya, aralarında bir yakınlık oluşmasını sürekli engellemeye çalışır.

Sağlıklı bir aile ortamına sahip erkek çocuk, annesinin babasının karısı olduğunu, kendisinin hiçbir zaman annesinin kocası olamayacağını, onların birbirini sevmesinin bir sonucu, onların sevgilerinin bir ürünü olarak dünyaya geldiğini, anne ve babasının çocuğu olduğunu, onlara ihtiyacı olduğunu kabullenecek ve dış dünyaya yönelimini anne babasının desteğiyle sürdürecektir. Bu durumdaki bir çocuk sürekli arkadaş isteyecek, onlarla oynamayı başka birçok eğlenceye tercih edecektir. Arkadaş istemeyen çocuğun dış dünyaya yönelemediğini anlamak gerekir.

Bu özetin ardından bazı dönemlere biraz daha yakından bakmaya çalışalım


Kadının erkek çocukla imtihanı

Çoğu kadın, birden fazla çocuk yapacaksa hem bir kızının hem de oğlunun olmasını ister. Elbette kadının cinsiyet tercihini etkileyen unsurlardan biri de içinde yaşadığı toplumun değerleridir. Erkek çocuk doğurmak kadının prestijini artırıyorsa, kadın elbette erkek çocuk doğurmak isteyecektir fakat kadının özellikle ilk çocuğunun erkek olmasını istemesi, toplumsal sebepler yoksa, tamamlanma arzusundan kaynaklanır.

Bir kadının karnında büyüttüğü, büyük bir emek verdiği, kendisine gülümseyen, onu görünce canlanan, neşelenen bir varlığa büyük bir ruhsal yatırım yapmasında şaşılacak bir şey yoktur. Fakat anne oğul ilişkisinin niteliği bundan daha karmaşıktır. Kadın, önce evlenmiş ve bir erkeğe sahip olmuş, ardından da erkek bir evladı olmuştur. Bu bakımdan, cinsiyetini fark ettiğinde oluşmuş olan kendini eksik hissetme hali özellikle erkek çocuk sahibi olmasıyla adeta onarılmış, kadın, tamamlanmıştır. Bu durumda elbette kadının böyle bir bebeğe yaptığı ruhsal yatırım çok güçlü olacaktır. Bunun sonucunda ruhsal kapasitesi yüksek bir insan yetişecektir. Daha sonraki dönemlerde de her şey yolunda gidiyorsa, bu bebeğin/çocuğun benlik oluşumu sağlıklı gelişecek, çocuk kendi değerinden kuşku duymayan, algılarına güvenen, güçlü ve cesur birisi olacaktır. Gerçekten de anne, erkek çocuğunun kendisinden ayrı bir varlık olduğunu kavrayıp onu kendine istememeyi becerebilirse, bu ideal senaryo gerçekleşebilir.


Bebeklik dönemi aşkının sonu!
Yürüme döneminde erkek çocuk aşırı hareketli, karıştırıcı ve meraklıdır. İnadıyla, ısrarcılığıyla, annesini dinlemeyi reddetmesiyle aslında dikkatinin ve ruhsal yatırımının anneden çekildiğini, dış dünyaya yöneldiğini belli eder. Annesine kendisinin ayrı bir varlık olduğunu, isteklerinin ve ihtiyaçlarının farklı olduğunu öğretmeye başlar. Dolayısıyla erkek çocuk karakterini gerçekleştirmeye, anneden kopmaya çalışmaktadır. İyi bir bebeklik dönemi geçiremeyen çocuklar ısrarcı olamaz, yukarda söz ettiğimiz 12-24 ay arası dönemde canının yanmasına katlanamaz ve annesinden kopamaz. Yürümeye başladığında annesinden kopabilen erkek çocuk aslında başka bir şeyi daha hayata geçirmeye başlamıştır: Bu da, anneyle oğul arasındaki bebeklik dönemi aşkının bitmesidir. Kadının oğluyla en önemli ilk sınavı bu aşamadadır.

Kadın, oğluyla arasındaki aşkın bitmesini kabul edemiyorsa, çocuğu aşırı kısıtlamaya başlar. Çocuğu sürekli kontrol altında tutmaya çalışan, onu korkutan, deneme ihtiyacını engelleyen bir annelik çıkar ortaya. Bu anne oğlunun kendisine ait olarak kalmasını isteyen bir annedir ve onu hep kendisinde tutmak isteyecektir. Çocuk, kendisini bırakmak istemeyen annesini dengeleyen bir babaya sahip değilse hem annesinden uzaklaşmak isteyen ama hem de onsuz olamayan bir kişilik yapısı oluşturacaktır.

Bu yüzden çocuk, annesine karşı hem sevgi, hem öfke duygusunu aynı anda hissedecek, aynı kalıbı karısıyla da tekrar edecektir. Bir insana karşı aynı anda hem öfke hem sevgi duymak, bu iki duygunun sürekli birbirine karışık halde olması anlamına gelir. İnsan ne tam olarak sevgi yatırımı yapabilir bu durumda, ne de öfkesini anlayıp bundan kurtulmanın yolunu bulabilir. Böyle erkekler sevgi ilişkilerinde kendilerini ihtiyaçsız hissettiklerinde çok küstah, ihtiyaçlı hissettiklerindeyse çok silik görünürler. Bu iki uçta iki farklı insan gibi olur, kadın erkek ilişkisinde hoyratlıkla iktidarsızlık arasında gidip gelirler.

Annelerinden kopamayan erkeklerin daha ağır problemli önemli bir kısmı, bebeklik dönemi dış dünyaya yönelmelerini sağlayacak kadar iyi yaşanmadığı için annelerini bırakamamış olan çocuklardır. Çocuk yürüme döneminde doğal olarak düşüp, çarpıp canı yandığında ruhsal olarak altüst oluyorsa, dakikalarca ağlıyorsa, bir daha denemeye cesaret edemiyor ve çekingenleşiyorsa, ruhsal enerjisi öfkeli bir yapıda kalmış demektir. Bu durumda çocuğun iç dünyasında bulunan, doğum deneyiminden kaynaklanan yok olma korkusu her acı verici deneyimden sonra tekrar ortaya çıkar ve çocuk dış dünyaya yönelmekten vazgeçer. Tekrar anneye yönelir ve fantazi dünyasına sığınır.

Böyle bir erkek çocuk çok harika ve çok güçlü olduğuna, ona bir şey olmayacağına dair bir fantazi dünyası kurar ve buna inanmayı sürdürerek yaşamaya çalışır. Bu koşullarda, belirgin özelliği çekingenlik, hayalcilik olan, her istediğini yaptırmaya çalışan veya günümüzde olduğu gibi kendi kendine bilgisayar oyunları ile oyalanan, vurdulu kırdılı, öldürmeye dayanan oyunlara ilgisi fazla, canı çokça sıkılan bir erkek çocuk yapısı oluşur.


Oğlum olmasan sana âşık olurdum…
Toplumumuzda annenin özgürleşmesine, çocuğun kendisinden kopmasına izin vermediği erkek kişilik özelliği çok yaygındır. Bu erkeklerin annelerinin sevgisini alabilmiş olanları suçluluk duymaya yatkındır ve öfkeli, hoyrat dönemlerden sonra fazla yumuşak ve annelik yapmaya yatkın bir hale gelirler. Annenin daha donuk ve sevgisiz olduğu durumlardaysa erkeğe suçluluk duygusundan çok bırakılma korkusu hâkimdir ve hoyratlıklar pişmanlıkla geri alınmaya çalışılır.

Annenin erkek çocuğuna düşkün olmasının daha dürtüsel içerikli olduğu ağır durumlar da vardır. Bazı annelerin erkek çocuğuna “oğlum olmasan sana âşık olurdum, senin karın olmak isterdim” içerikli bir mesaj verdiklerini görürüz. Bu durumda erkek çocuk babasını nereye oturtacağını bilemez, aslında baba yerine koyamaz. Baba, çocuğun hayatında ancak anne yedeği olarak veya dost olarak yer bulabilir. Erkek çocuğun anneden, “sen benim eşim olabilirsin” mesajını alması çocuğun ruhsal ve dürtüsel gelişimini durdurur çünkü bir erkek çocuğun annesine yeterli olduğunu düşünmesi, onun gelişme isteğinin ve arzusunun doymasına yol açarak ruhsal gelişmeyi durdurur.

Annenin oğlunu dürtüsel yöneliminin hedefi haline getirmesi çocuğun çok yeterli olduğuna inanmasına, hiçbir şey için bir bedel ödemek zorunda olmadığını sanmasına yol açar. Çocuk, annesinin dürtülerinin kendisine yöneldiğini hissettiği dönemdeki dürtüsel gelişme düzeyine saplanıp kalır. Bunun anlamı, çocuksu dürtüsel eğilimlerin sürmesidir. Örneğin çocuğun, döneminde doğal gelişiminin bir parçası olan fakat geride bırakılması gereken teşhir etme, röntgenleme merakı, ayaklara olan düşkünlüğü bu insanlarda sürer. Erkek çocuğun babasını baba yerine oturtamaması bir erkek kimliği oluşturmasını engeller. Bu insanların öfke düzeyleri yüksekse sadizm, mazoşizm gibi özellikleri oluşur. Bu özelliklere sapkınlık denir.

Annenin erkek çocuğa dürtüsel bir biçimde yönelmiş olması, annenin bilinçli isteği şeklinde olmayabilir. Anne, çocuk küçükken oğlunun cinsel organına hayranlık duyma, devamlı pipisiyle oynama, pipisini tutma gibi özel bir eğilim duyabilir. Bu annelerin çocuklarına “sevgilim”, “aşkım” şeklinde hitap ettiği sık rastlanan bir durumdur. Çocukları büyüdüğünde, ergenlik çağına geldiğinde bile bu kadınlar çocuklarının yanında çok rahat soyunur, çocuk banyodayken veya çıplakken yanına gitmekte bir sakınca görmezler. Yani anneyle oğul arasında mahremiyet sınırları oluşmamıştır. Farkında olmadan, kocalarının yanında nasıl olacaklarsa oğullarının yanında da öyle olurlar. Bu durumu da, “ne olacak, o benim oğlum,” şeklinde izah ederler.

Çoğu zaman bu kadınlar ağır öfkeli, kıskanç, kendilerini denetlemekle ilgili sorunları olan, dürtüleriyle her zaman baş edememiş yapıdadırlar. Özel hayatlarında kalıcı bir sevgi ilişkisi kuramamışlardır ve kocalarıyla doyumlu bir hayatları olmamıştır. Dürtülerinin öfke içeriği yüksektir. Cinsel hayatlarında veya cinsel fantazilerinde sadistik (eziyet etmekten haz duyan) veya mazoşistik (kendine eziyet etmekten haz duyan) içerikler belirgindir. Sanki hayatlarındaki bütün mutsuzluğu oğullarıyla gidermek ister gibidirler.

Çok ağır narsisistik sorunları olan, bir varlığı ancak kendi parçası olarak gördüğünde sevebilecek nitelikteki bazı annelerse oğullarına olan yönelimlerinin dürtüsel olduğunu bildikleri halde bunu sürdürürler. Bu çocukların ruhen hastalanma riskleri yüksektir.


Gelininde kusur arayan kaynana
Kadın bir yandan oğluna duyduğu sevgiyle onun başka bir kadınla hayat kurmasını ister, diğer yandan da, sahip olduğu bu çok değerli varlıktan vazgeçemez; bu, kadında bir rahatsızlık duygusu oluşturur. Aslında ortalama bir kadın için oğlunu başka bir kadına vermiş olmak, katlanmak zorunda kaldığı acı bir gerçektir.

Kadınların, özellikle erkek çocuklarının kendilerini eşlerinden daha fazla sevdiğinden emin olma ihtiyacı ister geleneksel sistemde, ister daha modern ailelerde olsun, çok yaygındır. Geleneksel sistemde annelere erkek çocuklarının esas sahibi olma hakkı zaten tanındığı için, bu duygu açık olarak görülür. Bu sistemde kayınvalidenin öfkesi çok belirgindir, modern ailedeyse üstü örtülüdür.

Modern aile sisteminde anneyle oğlun bildiği ve buna uygun davrandığı ama açığa çıkmaması için mutabık kaldıkları durum şudur: Oğlanın esas sahibi annesidir ama bu açıkça söylenemeyeceği için, oğlanın sahibi karısıymış gibi yapılacaktır. Bu yüzden, erkek anneleri gelinlerinde kusur aramaya müsaittir; oğullarının hak ettiği gibi bir hayat kuramadığına inanma eğilimi gösterirler. Oğullarını kendinde tutma eğilimindeki annelerin bir kısmı gelinlerinden yeterince ilgi, yardım, ihtimam, sevgi alabiliyorlarsa, gelinlerini sevebilirler. Hatta kadın dayanışması içine girip gelinle beraber oğlun problemli taraflarına karşı birlikte mücadele bile edebilirler.

Erkek çocuk kendisine bir hayat kuramadıysa, annesine karşı çok öfkeli olacaktır ve anne oğul, beraberce kaçınılmaz bir mutsuzluk yaşarlar. Oğluna çok düşkün olup da yaşlılığında huzurlu bir hayat yaşayabilmiş kadın yoktur. Kadınlık söz konusu olduğunda, erkek çocuğa yapılan ruhsal yatırımın büyük olması hayatın yanlış kurulduğunun çok tipik ve bilinen örneğini oluşturur.