Çocuk omnipotan fantezilerini annesine aktardıktan ve ona yaşamsal bir ihtiyacı olduğunu kabullendikten sonra annesiz yaşayamayacağını, bütün ihtiyaçlarının anne tarafından karşılandığını idrak etmiştir; artık annesinin yanında tamamen güven içinde hissetmekte ve korkuları geçmektedir. Başka bir ifadeyle çocuk, anneye güçlü bir biçimde bağlanabilmiştir. Annesinin kendisine bu kadar iyi geldiğini kabul ettikçe de onu kaybetmekten korkmaya başlar. Annesine bir şey olmayacağına göre, çünkü o Tanrı mertebesindedir, ancak annesi onu bırakırsa annesiz kalacağını idrak eder. Fakat bir yandan da çocuğun, annenin kendisini devamlı koruyabileceğinden emin olamadığı bir dönemdir bu çünkü çocuk annenin sevgisinin içeriğini anlayamamaktadır ve bırakılmaktan korkmaktadır.
Çocuğun bu koşullar içinde oluşan korkusuna, anne tarafından sevilmeme korkusu demek uygun olacaktır. Bu dönemde çocuk, bu koşullar içinde bir yandan annesi için sevilebilir olmaya çalışırken, diğer yandan da “yeterliliğini” artırma ve annesi olmadan da varlığını sürdürebilmeyi öğrenme çabası içindedir.
Bir çocuğun sevilmemekten korkması için, her şeyden önce sevilmiş veya en azından benimsenmiş olması gerekir. Sevilmemeyi ve dışlanmayı korkulacak bir şey olarak algılaması ancak bu durumda mümkündür. Sözgelimi sevgiyi hiç tanımamış, psikopatik özellikler gösteren insanların hem sevgi duygusuna sahip olamadıklarını hem de sevilmemekten korkmadıklarını görürüz. İnsan ancak sahip olabildiği bir şeyi tanır ve sonra da kaybetmekten korkar.
Sevilmeme korkusunu iki ana başlık halinde sınıflamak mümkündür. İlkinde, aslında ruhsal bir ihtiyaç söz konusudur. Çocuk en temelde, annenin kendisini bırakmasından, dışlamasından, kendisine olan ilgisini kaybetmesinden, annenin duyarlılığının azalmasından korkar çünkü kendisiyle ilişki kurabilen bir varlığa olan ruhsal ihtiyacı hayati ölçüdedir. Bu aşamada çocuk sağlıklı bir kendilik duygusu geliştirebilmek için bir aynaya ihtiyaç duyar. Annesinin ona verdiği değeri, ona karşı hissettiği sevgiyi o da kendisine verecek; annesinin bu şekilde tuttuğu aynada kendisini değerli, sevilebilir bir varlık olarak görme imkânına kavuşacaktır. Böylece çocuk, kendi değerini ve sevilebilirliğini annesinin gözlerini kullanarak oluşturur. Eğer çocuğun böyle bir aynalama yapma şansı olmazsa, değersizlik duygusundan kendisini harika birisi olarak tahayyül ederek kaçınmaya çalışacaktır. Gerçek bir değerlilik duygusunun yerini kendini fazla önemseyen bir insan alacaktır.
Sevilmeme korkusunun ikinci ana unsuru ise çocuğun kendi başına yaşayamayacağını hissetmesidir; yok olma korkusudur. Bu nedenle, bu dönemde çocuk, annesinin sevgisine çok güvense bile kendisini geliştirme, yeterliliğini artırma çabası içinde olacaktır. Bu çabayı iki temel sebep üzerinden ifade edebiliriz. Öncelikle, çocuk omnipotansını aktararak annesini Allah, kendisini kul yaptığında bile bu fanteziden tümüyle vazgeçmiş değildir; içinde yeniden omnipotan olma arzusu bulunmaktadır. Dolayısıyla annesine aktarmak zorunda kaldığını bir gün ondan geri alabilmek için “yeterli olmaya çalışmak” zorundadır; bildiği tek yol da anneye benzemek, onun yapabildiği her şeyi yapacak hale gelmektir.
Çocuğun yeterliliğini artırmak için uğraşmasının ikinci önemli nedeniyse, annesine karşı duyduğu güvensizliktir. Çocuk, normal bir aile ortamında annesine hiçbir zaman tam anlamıyla güvenemez. Bu güvensizlik, çocuğun anneyi kendisinden kalkarak anlamak zorunda olmasının bir sonucudur, dolayısıyla onu da kendisi gibi öfkeli zanneder; bu, sevilmemekten duyduğu korkunun büyük olmasının en önemli sebebidir.
Çocuk aynı zamanda iç dünyasında bulunan, henüz yok edici vasfından sıyrılmamış öfkesini de bir tehlike olarak algıladığı için, öfkesinin annesiyle ilişkisine zarar vermesinden de korkmaya başlar. Bunun yanında bir de dış dünyada tanıdığı insanlar çoğaldıkça, dünya karşısında duyduğu korku artar; çocuk, annesiyle kendisini karıştırdığı gibi, onlarla da karıştırmaktadır. Bütün bunlar, çocuğun sevilmeme korkusunu ve yeterli olma ihtiyacını artıran etkenlerdir.
Fakat diğer yandan, merkezde korku ve öfkenin olduğu bu durum aynı zamanda, normal koşullarda çocuğun içindeki gelişme ve büyüme arzularını canlı tutan unsurdur; onu büyüten bir motor gibi çalışır. Çocuğun büyüme ortamında, normal koşullardaki bir ailede bu motorun en verimli şekilde ve çocuğu da aşırı derecede yıpratmadan çalışmasının garantisi anne babanın birbirlerini sevmeleri, birbirlerine güçlü bir dürtüsel yatırımla bağlı olmaları ve çocuğu da birbirlerine duydukları sevginin ürünü olarak sevmeleridir. Bu koşullarda her şey kendiliğinden doğru ve ölçülü olacaktır.
Çocuğun omnipotansını anneye aktarabildiği durumlarda sevilmeme korkusu çok güçlü bir dinamik oluşturur. Bu durumda çocuk, onu hayatta tutan varlığın kendisine yaptığı yatırımı, onun sevgisini muhafaza etmeye çalışır. Çocuğun karakteri bu korkunun etkisiyle şekillenmeye başlar; bunda, reaksiyon formasyon (karşıt oluşum) denen, bir eğilimi karşıt bir eğilim geliştirerek dengeleme savunma mekanizması önemli bir yer tutar.
Daha önce annesine her istediğini yaptırmaya çalışan çocuğun bu dönemde annesinin sözünü dinlemeye başladığını (2 yaş), “hayır”dan anladığını, daha önce her şeyi kendisine isterken en sevdiği şeyleri bile annesiyle paylaşmaya (2,5 yaş) yöneldiğini gözleriz. Çocuğun tuvalet terbiyesiyle başlayan kendini denetleme becerisi karakter oluşumunda çok önemli bir yer tutar. Annenin sevdiklerini sevme ve anneyle çatışmayı en aza indirme ihtiyacı çocuğun kardeşlerini sevmesini sağlar. Kardeş sevgisi, çocuğun edindiği bir kapasite olarak, onun hayatı boyunca dostluk yapabilen bir insana dönüşmesine katkıda bulunur. Kardeşleriyle sevgi ve dayanışma ilişkisi kurabilmiş insanların kıskançlıkları ve hasetleri azalır veya geride kalır, bu ise sağlam dostluklara zemin hazırlar.
Temizlik, düzen içinde yaşamayı sevmek, kardeş sevgisi, bencilliğinden kurtulma çabası, kıskançlıkla kardeşlere zarar vermekten kaçınmak, öfkenin, kıskançlığın, açgözlülüğün denetim altına alınması hep bu dönemin özellikleridir. Böylece çocuk, kendisi ve çevresi için zararlı olabilecek, sevilebilirliğini bozacak özelliklerini önce denetim altına almaya, sonra da bunlardan kurtulmaya yönelir. Bu yüzden, bu döneme “karakterin şekillenme dönemi” denir.
Görüldüğü gibi, sevilmeme korkusu insanı bir yandan sevilebilir bir varlık olmaya, öte yandan da sevgi ilişkisi oluşturabilecek bir insan olmaya hazırlar. Annenin sevdiği yiyecekleri onunla paylaşmak, çocuğun anneyi sevmeye başlamasının ilk ipucudur. Çocuk aynı zamanda kendi yapabildiklerini, kendisinden beklentilerini etrafındaki diğer çocuklardan da beklemeye başlar. Yapamayanlardan uzaklaşır, onları “sevmez”. Giderek çocuğun kendisine sevgi duyma kapasitesi oluşur. Bu şekilde gelişmiş bir çocuk için kendisini sevebilmek, sevilebilir olmakla doğrudan ilişkilidir; o yüzden, çocukta sevilebilir olma ihtiyacı oluşur. Çocuk herhangi bir nedenle sevilebilir bir varlık olmaktan uzaklaştığında suçluluk hisseder. Bu duygu vicdanlı bir insan olmanın ilk basamağıdır.
Çocuğun gelişimini annesiyle ilişkisinde yaşadığı değişime bakarak takip etmek mümkündür. Çocuk omnipotansını annesine aktardıktan sonra önceleri onu kızdırmaktan korkar. Annesinin kendisine kızmasına neden olduğunda ağlamaya başlar. Daha sonra, annenin sevgisini muhafaza edebilmek için onun beklentilerine uygun özellikler geliştirdiğini, dağıttığı oyuncakları toplamaya çalıştığını, annesinin sözünü dinlediğini gözleriz. Bir önceki dönemin aksine, artık annenin sevgisini muhafaza etmek her istediğinin olması fantezisinden daha önemli hale gelmiştir. Bu aşamada çocuk, yaptığı her şeyde annesini hesaba katmaya başlar; istediği her şeyde annesi de vardır; biri ona kurabiye veriyorsa, annesine de ister. Sonraki dönemdeyse artık annesinin neleri sevdiğini bilir, onun söylediği hiçbir şeyi unutmaz; oyuncaklarıyla oynarken onlara annesinin kendisine davrandığı gibi davrandığını, aynı sözleri tekrarladığını görürüz.
Bu aşamada çocuk, annesinin de ihtiyaçları olduğunu fark etmeye başlar ve bu konuda bir duyarlılık geliştirir. Daha ileri gelişme düzeyinde ise annenin ruh halini anlayabilmeye ve buna uygun davranmaya başlar. Annesi üzgünken onu teskin etmeye, neşelendirmeye çalışır. Gelinen aşama, artık çocuğun annesi için üzülebildiği, onun iyiliğini isteyebildiği bir noktadır. Çocuk bu aşamaya 3 yaş civarında gelir.
Görüldüğü gibi, çocuk süreç içinde anneyi Allah yerine koymaktan insan yerine koymaya yönelmiştir. Annenin de ihtiyaçları olduğunu, acı çekebildiğini, her zaman her şeyin altından kalkamadığını anlamaktadır. Öte yandan, onunla ilişkisi hayranlıktan sevgiye yönelmiştir. Çocuk, annesini sevebildikçe onunla beraber kendisini de sevebilmeye başlar. Oysa annesine bağlılığı hayranlık düzeyinde kalmış olsaydı, kendisinden de hayran olunacak mükemmellikte bir varlık olmayı bekleyecekti. Bu durumda, her aksamada kendisiyle ilgili hayal kırıklıkları yaşayacak ve kendisine çok kolay öfkelenecekti. Çocuğun annesini hayran olma ihtiyacı hissetmeden gerçek bir insan olarak sevmeye başlaması, onu “gerçeklik sevgisi” aşamasına hazırlar. Bir varlığı allayıp pullamadan, şişirmeden, abartmadan, bütün çıplaklığı içinde kusurlarıyla beraber sevebildiğimizde, gerçekliği sevebilecek hale geliriz.
Annesini sevme aşamasına gelmiş çocuk bu sefer, ister kız olsun ister erkek, omnipotansını aktaracak yeni bir sevgi nesnesi arar. Çocuk sağlıklı aile koşullarına sahipse, bu yeni nesne baba olacaktır. Bu, çocuğun hayatında yeni bir dönemdir. Kişiliğin örgütlenme düzeyi, bir sonraki bölümün konusu olan, ruhsal gelişmenin son aşamasına, “gerçeklik sevgisi” aşamasına gelmiş demektir.