Nevroz terimi ödipal sorunların çözülememesinin ortaya çıkardığı sorunları ifade etmek için kullanılır. Bu anlamda, ruhsal sorunların en hafifini içeren kategoridir. Zaten “gerçeklik sevgisi” en yukarı düzeyi temsil ettiği için, böyle olması beklenir. Bu düzeyin altında, omnipotansın yeterince aktarılamamasının oluşturduğu sorunları taşıyan karakter bozuklukları yer alır. En alt düzeyi veya en ağır sorunları ise psikozlar oluşturur.
Nevroz terimi 19. yüzyılda ortaya çıktı. Bu yüzyılda esas olarak histerinin yaygınlığı ve tıbbın bu sorun karşısındaki çaresizliği dikkatleri ruhsal sorunlar üzerine çekmişti. 1800’lü yıllarda önce Fransa’da, sonra bütün Avrupa’da ruhsal sorunlar üzerine birçok eser kaleme alındı. Freud, yüzyılının bu birikimini kendi gözlemleriyle birleştirerek nevrozların, özellikle de histerinin anlaşılmasını sağladı. Ortaya, insanı farkında olduğu özellikleri ve bilmediği yanlarıyla anlamaya çalışan, “psikanaliz” denen bir teori ve insanın gelişme düzeyini ve sürecini tanımlamaya çalışan bir dil çıktı. Bu kavrayış bir bilim haline gelemediyse de, psikoterapi uygulamalarında, sanatta, edebiyatta, felsefede, genel olarak insan bilimlerinin gelişmesinde etkili bir bakış açısı oldu.
Histeri bütün 19. yüzyıl boyunca yaygın bir bozuklukken, bugün çok seyrekleşmiştir. Yerini genel olarak kişilik bozuklukları ve daha özel olarak da narsisistik bozukluklar almıştır. Bu durum her çağın kendi sorunlarını getirdiğini ve ruhsal sorunların kültürel etkilere çok açık olduğunu gösterir. Aslında bu etkiler kendini aile sistemi üzerinden gerçekleştirir çünkü aile, dış dünyanın değişimine paralel olarak devamlı değişir. Kadın erkek ilişkisi, bebeklik anneliğinin nitelikleri, ebeveynlerin çocuklarla ilişkisi, çocukların aile içerisindeki yeri, onlara yapılan ruhsal yatırım ve onlardan beklenenler çağlar içinde devamlı değişmiştir. Bu değişim de kendisini, ruhsal sorunların her çağda farklı biçimler alması olarak gösterir.
Psikanalizin insanın ruhsal sorunlarını anlamak üzere bir teori haline getirildiği dönemin aile sisteminde, burjuva ailelerinde çocuklara çok yüksek ruhsal yatırım yapılıyordu. Anne baba, adeta çocuk sahibi olmak ve onları mükemmel bir biçimde yetiştirmek için evleniyorlardı. Annelerin erkek çocuklarına ve erkek çocukların annelerine, babaların kızlarına ve kız çocukların babalarına düşkün oldukları aile sistemleri yaygındı. Çocuklara olan bu düşkünlük genellikle dürtülerini ebeveynlerden çekememelerine ve bastırmalarına yol açıyordu. Çoğu ailede ebeveynler hayatlarının en büyük yakınlığını çocuklarıyla yaşıyor, en büyük ruhsal yatırımlarını çocuklarına yapıyorlardı. Histeri çağının temel karakteristiği, bu aile yapılanmasıdır.