Hastalanma korkusu da yine narsisistik kişilik özellikleri gösteren insanlarda görülür. Bazen o kadar şiddetli olur ki, bütün hayat olası hastalıklardan kaçınmak üzerine kurulur. Bu korkunun şiddeti kişiyi başka hiçbir şeye yoğunlaşamayacak, çalışamayacak düzeye vardırabilir. Bu kişilerin ruhsal enerjilerinde büyük miktarda ayrışmamış öfke vardır ve ruhsal yatırım yaptıkları her nesneye, doğal olarak bu öfkeli malzeme de yatırılmış olur. Sadece kendileriyle ilgili değil, çocukları ve eşleriyle ilgili olarak da endişelidirler. Elbette kendilerinde tuttukları ruhsal yatırım büyük olduğu için, en büyük endişeleri kendi benlikleri ve vücutlarıyla ilgilidir. Sanki bu kadar öfkeli oldukları ve “iyi” olmadıkları için “kötü” olanı, yani hastalığı hak ediyorlarmış gibi bir hissediş içindedirler. Çok ağır narsisistik sorunları olan bazı hastalarda “hastalık korkusu” bir savunma olarak kullanılır. Bu kişiler genel bir gerginlik, korku ve öfke içinde olmak yerine adı konmuş bir korku sayesinde sorunlarını sınırlandırmış olurlar. Böylece çok şiddetli bir “kendini kötü hissetme” durumu yaşayacaklarına, somut bir hastalık korkusu yaşarlar.
Bu kişilerde hastalanma korkusunu tetikleyen en önemli sebep, hasetlerinin uyanmasıdır. Kişinin hasedinin uyanması hem kendini kötü hissetme durumuna yol açar hem de ortaya öfke çıkmış olur. Bu öfke kişinin kendisine yönelir ve bu durum, kendine bir hastalık yakıştırmak şeklinde görünür hale gelir. Bu anlamda hastalık hastalığı çok kısa süren sınırlı bir hastalanma anıdır.
Bu hastalarda dikkati çeken bir diğer özellik, “kendilerine bir şey olmayacağına” inanma arzularıdır. Hastanın bir tarafı buna inanmak isterken, başka bir tarafı da hastalanabileceğini söylemektedir. Böylece ortaya, kabul edilemeyen bir gerçeklikle rahatlatıcı bir fantezi arasındaki çatışmadan kaynaklanan takıntılı bir düşünce biçimi çıkar. Hastanın bu takıntılı düşünce içeriğinde omnipotan fantezilerini muhafaza etme isteğiyle ölümlü olduğunu kabul etmeye çalışan daha sağlıklı tarafı arasında bir savaş olduğunu görürüz.
Sağlıklı taraf diye tanımladığımız, “ölümlü olma” gerçeğini kabul eden taraf hastada çok da sağlıklı biçimde çalışmıyor olabilir. Hastanın kendisine yönelik öfkesi çok fazla olduğu ve kendisine zulüm etmeye de müsait olduğu için, “ölümlü olma gerçeği”nin cezalandırıcı bir anlam taşıması ihtimali vardır. Böyle olunca, hastanın korunma refleksi her seferinde “bana bir şey olmaz”a inanmaya çalışmak olmakta, çevresinden de böyle bir telkin beklemektedir. Öyle ki, hasta kendisine böyle rahatlatıcı telkinler veren insanlara bağımlı olma tehlikesi içindedir. Ölümlü olma gerçeğini kabul edebilmiş olsa hastalık korkusu takıntılı düşünceye dönüşmeyecek, bir hastalık olasılığı doğal olarak hastayı endişelendirecek ve gerekenleri yapmasına yol açacaktır. Dolayısıyla tutumu her fırsatta kendisine hastalık yakıştırmaktan farklı olacaktır.
Hastalık hastalığı sayesinde kişi kendisini devamlı kötü hissedeceğine, belli bir şeyden korkmaya yönelmiş olur. Böylece aslında kendisini kötü hissetmekten kaçınma üzerine kurulmuş alt kişilik organizasyonundan, daha yukarıda olan hayatta kalma organizasyonuna çıkmaya çalışmaktadır. Ancak hastanın öfkesinin yok edici içeriği, korkusunun da yok olma korkusuna doğru dönmesine yol açar. Yok olma korkusu ise tehlikeler karşısında duyulan korkudan farklı olarak kişiyi tekrar bebeksi kendini kötü hissetmekten kaçınma düzeyine indirir.
İlişki kurma biçimi bütünleşme şeklinde olan insanlarda ise, bazen, bütünleştikleri kişinin bir hastalığı, aynı hastalığın kendisinde de olduğu biçiminde ısrarlı bir hastalık korkusuna yol açar. Bunu daha çok ebeveynlerinin veya çocuklarının hastalıklarını kendilerine yakıştıran kişilerde görürüz. Fakat genel anlamda hastalık korkusu, narsisistik dengenin bozulduğunu gösteren bir belirtidir. Bunun yanında, zorlukla kontrol altında tutulmaya çalışılan hastalık korkusu başkalarının hastalandığının öğrenilmesiyle de uyanır. Başkalarının hastalanması demek, “bana bir şey olmaz” içerikli omnipotan fantezinin sorgulanması ve sarsılması demektir.