Hâkim duygunun oluşmasında ailenin rolü

İnsanın ruhsal gerçekliği, içinde büyüdüğü ortamın bir ürünüdür; bu ortamın gerçekliğinin bütün unsurları kişiliğin bir parçası olacaktır. Ancak, büyüme ortamının özelliklerinin bir insanın oluşmasına ne gibi yansımaları olduğunu görmek bir uzmanlık işidir. Bir insanın özelliklerinden kalkarak onun nasıl bir annelik ve babalık aldığı, annesi ve babası arasındaki ilişkinin karakteristikleri, kardeşler arasında nasıl bir ilişki olduğu kestirilebilir. Örneğin bir insanın sahip olduğu özelliklere bakarak, bebeklik döneminde anne babası arasında yakın bir işbirliği varmış veya anne babası birbirinden kopukmuş denebilir. Hatta bir insanın bebeklikte annesiyle babası arasındaki ilişkisi “a” iken daha sonra ilişki “b”ye dönüşmüş gibi bir tahminin bile tutma oranı yüksektir.
Anne ve babanın kişilik özelliklerinin etkisi çocuğun çeşitli gelişim dönemlerinde kendini gösterir. Çocuğun gelişiminin bazı aşamaları belli özelliklere duyarlılık gösterir. Örneğin annenin ilişki kurma kapasitesinin yüksek olması, bebeklik döneminde bebeğin ruhsal gelişiminde çok etkilidir ya da annenin kuralcılığı ve titizliği, etkisini en fazla 1,5-2 yaş arasında gösterir. Ayrıca çocuğun özelliklerinin de anne babayı etkilediğini ve anne babanın her bir çocuğa yaklaşımının aynı olmayacağını hesaba katmak gerekir.
Çocuk, içinde büyüdüğü gerçekliğin bir parçasıdır, ancak kendisinden kaynaklanan etkiler de bu ortamın oluşmasında ciddi pay sahibidir. Bu anlamda, her insanın büyüme ortamı kendine özgüdür. Aynı ailede büyümüş de olsa, çocukların her birinin büyüme ortamı farklıdır; her çocuk anne babada aynı duyguları ve ruhsal yatırımı uyandırmaz. Burada çocuğun kaçıncı çocuk olduğu, cinsiyeti, fiziksel görünüşü, anne babanın o sıradaki ilişkisinin vasıfları çocuğa yapılan ruhsal yatırımı ve yatırımın içeriğini etkiler. Ayrıca karıkoca arasındaki ilişki de sürekli değişim gösterir, her zaman aynı karakteristiklerde değildir.
İnsanlık tarihi boyunca aile, çocuk yetiştirmenin temel ortamını oluşturmuştur. Ancak aile, çağlar içerisinde devamlı değişim göstermiştir. Hem ailenin boyutları, bununla beraber aile üyeleri hem de ilişkilerin niteliği değişmiştir. İnsanların beraber yaşamaya başladıkları ilk çağlarda aile, klanın kendisiydi. Zaman içerisinde aile küçüldü ve büyük babanın aile reisliğini sürdürdüğü yapı, yerini anne, baba ve çocukların oluşturduğu çekirdek aileye bıraktı. Aile içi ilişkilerde de aile üyelerinin aile reisine kesin itaatinin yerini daha çok işbirliği aldı. Çocuklarla kurulan ilişki ise, onlardan aile ekonomisine katkı yapmasını bekleyen yapıdan, onlara duygusal yatırım yapma yönünde değişti. İlk çağların ailesiyle, hatta bundan yüz yıl öncesinin ailesiyle bugünkü aile arasında büyük farklar var.
Her çağın ailesi farklı özellikler taşıdığı için, farklı bir büyüme ortamı oluşturur. Böyle olunca, elbette her çağın insanı farklı özellikler gösterir. Örneğin eski çağların insanları şiddete çok daha fazla yatkınken, günümüzün insanının öfkesini kontrol altında tutması ve şiddete başvurmaması beklenir. Günümüz ailesinde, çocuk yetiştirilirken çocuğa kendisini denetlemesi öğretilir. Buradan anlaşılan, aile sisteminin özellikleriyle yaşanan çağın özellikleri arasında çok yakın bir ilişki olduğudur. Aslında aile, toplumun kültürünün ve özellikle ebeveynlik anlayışının taşıyıcısı ve çocuklara aktarıldığı alandır. Gelecek kuşakların nasıl birer ebeveyn olacakları, ebeveynlerin tutumlarıyla aile içinde öğretilir.
Aile insanın kişilik yapılanmasında bu kadar önemli bir yer tuttuğu için, ailenin ve aile ortamının etraflıca ele alınması gerekecektir. Hiçbir toplum yekpare olarak ve aynı hızla dönüşmez. Eski ile yeni her zaman beraber, yan yana olur. Özellikle geçiş toplumlarında, toplumun değişik kesimleri arasındaki farklar daha da derin olur; eski, yeni ve çok yeni bile bir arada bulunabilir.
Her aile sisteminin farklı bir büyüme ortamı oluşturması hâkim duygunun akıbetini de etkilemektedir. Normal bir ruhsal gelişmede hâkim duygu en bebeksi seviye olan kendini kötü hissetmekten kaçınmaktan, en gelişkin seviye olan gerçeklik sevgisine doğru seyreder. Kişiliğin daha yukarıdaki örgütlenme düzeyine çıkabilmesi, yani hâkim duygunun ve bütün kişilik sisteminin değişmesi, ancak aile içerisindeki koşulların bu dönüşümü sağlayabilmesi halinde gerçekleşir. Örneğin geleneksel ataerkil aile sistemi tamamen hayatta kalabilmeyi sağlamak üzerine kurulmuştur ve bu sisteme uygun şekilde yapılanmış bir anne babanın çocuğunun bu düzeyin üzerine çıkabilmesi, ancak istisnai durumlarda mümkün olabilir. Bu sisteme uygun yapılanmamış, örneğin gerçeklik sevgisi seviyesine erişmiş bir insan için bu sistemin kurallarına uymak mümkün olmaz. Bu aile sisteminin eşlerden beklentileri, uyulması gereken kurallar gerçeklik sevgisine erişmiş bir kişi tarafından sevgisizlik, şekilcilik, baskıcılık, ikiyüzlülük olarak algılanacaktır. Bu sisteme uyum sağlamak, bu kişi için ruhsal gelişiminden vazgeçmek veya korkuya yenik düşmek anlamına gelecektir.
Ruhsal gelişme ve kişilik örgütlenme düzeyinin, bununla beraber hâkim duygunun büyüme ortamının özelliklerine böylesine endeksli olması, kişinin içine doğduğu aile tipinin de ne derece önemli olduğunu gösteriyor. Aynı zaman dilimi içinde değişik aile sistemleri bir arada olabilirse de, her çağın hâkim bir aile sistemi ve her çağın insanının da kendine özgü nitelikleri vardır. Bu da bize, insanoğlunu ve onun ruhsal yapılanmasını tam anlayabilmek için, diğer niteliklerin yanı sıra tarihsel bir perspektife de ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Böyle bir perspektifin olmaması bizi anakronik bir yanlışa götürür. İnsanı kendi koşullarında ve içinde yetiştiği sistemin gerçeğiyle birlikte anlayamazsak ister istemez çok kolay yargılar ve normatif bir bakış açısına kayarız. İnsanoğlunun öfkesinin zaman içindeki dönüşümüne ve aile sistemlerine ilişkin ileriki sayfalarda bir tarihsel perspektif oluşturmaya çalışacağım ama önce, bebeğin insanlaşma sürecini, üç hâkim duyguyu ayrıntılı olarak ele almak gerekiyor.