Bilinmeyen karşısında duyulan korku

Bilinmeyen karşısında duyulan korku, genellikle tekinsizlik duygusuyla kol koladır. Tekinsizlik duygusu ise hemen her zaman yansıtılmış öfkeyle ilgilidir. Bu öfkenin içeriğindeki yok edici unsur, insanın yok edilme tehlikesi altında olduğu şeklinde bir algıya yol açar. Böyle olunca, bilinmeyene yansıtılan yok edici öfke bilinmeyenden zarar görme, bilinmeyen tarafından cezalandırılma endişesine yol açmış olur. Bu korkunun büyüklüğü insanı yalnız kalamaz, karanlıkta dışarı çıkamaz hale getirebilir.
Bilinmeyen karşısında duyulan korku, ölümden sonra ne olacağını bilememe korkusu olarak birçok insanda ölüm korkusuna eklenir. Bazı insanların “Allah korkusu” olarak tanımladıkları, aslında bilinmeyen karşısında duydukları korkudur. Bu korku da, yansıtılmak zorunda kalınan yok edici öfke ruhsal alandan tamamen temizlendiğinde ortadan kalkar.
Bilinmeyen karşısında duyulan korku, belirsizlik korkusunda olduğu gibi çaresizlik duygusu uyandırır; çaresizlik duygusuysa her zaman omnipotan olma ihtiyacını harekete geçirir. Ancak bilinmeyen karşısında duyulan korkunun büyüklüğü omnipotansın Allah’a aktarılmasına ve bütün çarenin Allah’ın affediciliğinde ve sevgisinde aranmasına yol açar. Korkunun büyüklüğü nispetinde somut, elle tutulur bir sevgi nesnesine duyulan ihtiyaç artar; kişi Allah’ı somutlaştırır ve insanlaştırır, onu memnun etmek ve kızdırmamak için daha şekilci olmaya başlar. Bu durumda, kişinin korkusu ne kadar büyükse dini kurallara harfiyen uyma, her türlü dini uygulamayı eksiksiz ve kusursuz yerine getirme ihtiyacı o kadar yüksek olacaktır. Böyle bir ruhsal gerçekliğin oluşturduğu dindarlık fazla biçimci olmaya kayar. Korkunun büyük olduğu durumda Allah’ın insanlaştırılması, insan olma gerçekliğinin bir parçasıdır.
Ölümlü olmayı kabullenmek, zaten omnipotan olunamayacağını da kabullenmek anlamına geldiği için, bilinmeyen karşısında duyulan korku, kaçınılamayan ve savunmaların işlemediği bir alan yaratır. Bu korkunun, “bana bir şey olmaz” içerikli fantezilere sığınmak yerine Allah’a sığınmaya yol açması, ruhsal gelişmenin önünü açan bir seçimdir. İnanç sistemlerimiz tamamen ruhsal gerçekliğimize uygun olarak oluşur ve var oluşumuzun doğal bir parçasıdır.