SON SÖZ

Okur, kitapta yer alan kimi ifadeleri fazla sert veya umutsuz bulmuş olabilir. Doğduğundan itibaren yetimhanede büyümüş bir insanın aile kuramayacağı ya da annelik almamış birisinin anne olamayacağı, şiddet ortamında büyüyen insanların, ortaya koymasalar bile bu şiddeti içlerinde taşıyacakları gibi ifadeler okura acımasızca gelmiş olabilir. Biz insanlar, iyi niyetle çaba göstermenin, çok istediğimiz bir şey için mücadele vermenin, yüce bir amacı gerçekleştirmek için yüksek bir disiplin edinmenin veya bir konuyu iyice bilmenin mutlaka bir sonuç vermesini bekliyoruz. İyi ama irademizin ve çabamızın, iyi niyetimizin veya bilgimizin bu kadar dönüştürücü bir etkisi olduğuna inanmaya neden ihtiyaç duyuyoruz? Belki de bunun cevabı, insan olarak çaresizliğimizi, güçsüzlüğümüzü, acizliğimizi kabul etmek istemediğimizdir.


Son yüzyılda insanlara bir şeyi çok isteyerek, beyin güçlerini kullanarak, çok dua ve ibadet ederek veya çok bilimsel olarak mutlu olabileceklerini anlatan sayısız öğreti ve akım oluştu. Kimi meleklerle nasıl ilişki kurulacağını, kimisi evrenin isteklerimizi nasıl yerine getireceğini anlatıyor. Çoğunluk, istekleri karşılanırsa mutlu olacağına inanıyor. İnsanoğlu kendisine, arkasına iradeyi, disiplini veya bilimi alarak bütün isteklerini gerçekleştirebilme gücünü atfetmeyi seviyor; çok güçlü olma veya istediklerini yapabilen bir varlık olma fantazilerinden vazgeçmek istemiyor.

Ben, maddenin fizik kanunlarına uygun davranmasının Allah’ın emirlerine uymak olduğuna inanan bir insanım. Madde her zaman emirlere harfiyen uyuyor. Aynı şekilde, insan dünyasının da “nizam” dediğimiz bir sisteme göre işlediğine inanıyorum. Bence, maddenin fizik kanunlarına uyması gibi, insan dünyası da nizama uygun davranıyor. Nasıl ki tahta çelik gibi davranmazsa, her malzeme kendine uygun özelliklere sahipse, insanın malzemesi de, doğduğu andan itibaren onu oluşturan insanların malzemesine benzer. İstese de istemese de, insan, malzemesine mahkûmdur; ancak bize verilenlere sahip olabiliriz. Bunlar nizamın birçok kuralından bazılarıdır.

“İnsan, malzemesinin sınırları içinde var olur, buna mahkûmdur,” dediğimizde, malzemenin değişmesinin mümkün olup olmadığı gibi bir soru oluşacaktır ister istemez. Evet, çok zor da olsa insanın malzemesi değişebilir. Tarih boyunca birçok kurum zaten bunu yapmaya çalışmıştır. Ordular ve okullar çok bilinen, resmi insan şekillendirme kurumlarıdır. Cemiyetler, birçok inanç sistemi, birçok ruhsal gelişim öğretisi de bunu yapmaya çalışır ama görünen o ki, bu yollarla oluşan değişim yüzeyde ve biçimde kalıyor. Bu kurumlar insana birçok özellik katabilir ama özde değişen fazla bir şey olmaz. Aynı şekilde, insanın okuyarak, öğrenerek kendini geliştirebildiğini ama büyütemediğini biliyoruz.

Kural, insanın ruhsal malzemesinin bir büyütme ilişkisi içinde oluşmasıdır. Büyüten kişinin ruhsal malzemesi daha fazla sevgi içermektedir ve bu sevgi, ilişki içinde karşı tarafa onu dinlerken, onunla konuşurken, bir şey anlatırken, onun bir şeyi anlaması için uğraşırken ya da sözgelimi ona kendisini korumasını öğretirken, kendisi gibi olmasının yollarını açmaya çalışırken, velhasıl, binlerce yol üstünden büyütülene aktarılır. Bir yandan da büyütülen varlığa sorumluluk vermek, onu çalışkan, güvenilir, düşünceli, adaletli birisi olması için zorlamak, verilen sevgiyi doğru kullanmasını ve sevebilen bir insan yapısı oluşturmasını sağlar. Bu ilişkinin orijinali, ebeveyn çocuk ilişkisidir ama bazen ağabey kardeş, abla kardeş veya usta çırak ya da şeyh mürit ilişkileri de aynı vasıfları taşıyabilir.

Bazen de başımıza önemli bir şey gelir; genellikle insanı çok sarsan, travmatik etkisi olan bir deneyimdir bu. O zaman insanın bütün ruhsal seçimleri değişir. İnsan seçimlerini aklıyla, iradesiyle ya da isteyerek değiştirmez; seçimlerini değiştirmek de bir ruhsal seçimdir. Karar vermeden, kendiliğinden başlayan bu dönüşüm genellikle bir hakikatin görülmesi sonucunda oluşur. Bu belki insanın ölümlü olduğu ya da belki sadece bir insan olduğu ve ne kadar aciz olduğu, belki de vazgeçilebilir biri olduğu hakikati olabilir. Bu durumlardaki büyük yüzleşme bazı insanları başka bir yola sokar ve kişi o yolu yürüyebiliyorsa, o yolun üstünde dönüşür. Bu insanlara sanki ikinci bir şans verilmiştir.

İnsanın dönüşümünün, bana kalırsa tetikleyicisi, hakikat sevgisidir. Hakikat sevgisi aslında Allah sevgisidir ama kendi hakikatini sevmeden hakikat sevgisine varılmaz; sırat köprüsü kendini kabul edebilmek, sana verilene rıza gösterebilmektir. Bu yüzden insanın kendisini anlaması, kendisinden gerçekçi beklentilerinin olması, mükemmel olma isteğini terk etmesi çok önemli bir mertebedir. Hakikat sevgisi mucize beklentilerinden, masallara, fantazilere inanmaktan, oynamaktan, yapaylıktan, gelip geçici olandan kurtulabilmeyi gerektirir. Kandırmak, ister kendimizi ister başkalarını olsun, bizi hakikatten uzaklaştırır ve çıkmaza sokar. Unutmamak gerekir ki, kutsal kitaplarda “Şeytan”, “kandıran” olarak geçer ve insan kadar kendisini kolay kandırabilen başka bir varlık yoktur.

Kitap boyunca anlatılanlar aslında insanın kendisini doğru idare edebilmesine yardımcı olacak bilgilerdir. Bir tavsiye, akıl verme ve nasihat değil, okurun kendisini ve içinde bulunduğu dünyayı daha iyi anlaması için kullanabileceği bilgilerdir. Genel olarak, içinde yaşadığımız koşullardan bağımsız bir doğruluğun ve düzgün bir hayatın olamayacağı anlatılmaktadır. İnsanın doğru bir hayat kurmadan doğru bir insan, doğru bir anne, doğru bir baba olamayacağının vurgulanmasıdır.

Erdoğan Çalak