Omnipotansını annesine aktaran çocuk (bebek katmanı “büyümeye hazır bebek” niteliğinde olan çocuk) annesini Allah, kendisini de onun kulu olarak tanımladığında, “çocuk” olmuştur. Omnipotansını aktaramayan çocuk (bebek katmanı “kendisini koruyan bebek” niteliğinde olan çocuk) ise, dışarıdan çocuk olarak görünse bile, kendisini çocuk olarak algılamamaktadır.
Bu çocuk her istediğini yapabileceğine inanmakta, annesini yapmak istediği şeyler için bir engel olarak algılamaktadır. Annesine öfkelidir ve dış dünyadan da çok korkmaktadır. Böylece, 18. aydan sonra belirgin bir biçimde kimi çocuklar kendilerini çocuk ve anneleri olmadan yaşayamayacak bir varlık olarak tanımlarken (büyümeye hazır çocuk), kimi çocuklar da kimsenin onları yenemeyeceğine, her istediklerini yapabileceklerine ve yaptırabileceklerine inanmayı sürdürürler (fantezilerine inanan çocuk). Bu sonuncular, çocuk olduklarını kabullenememişlerdir.
Çocukluk dönemi ergenlik çağının başına kadar sürer. Ancak 1 yaşına kadar olan dönemi bebeklik, 1 yaşından 3 yaşına kadar olan dönemi erken çocukluk, 3-6 yaş arasını çocukluk, 6-12 yaş arasını da okul çağı çocukluğu olarak adlandırmak, her dönem farklı özellikler taşıdığı için, uygun olacaktır.
“Büyümeye hazır çocuklar” bir yandan annelerinin bakımına ve sevgisine ihtiyaçları olduğunu anlamışlardır, öte yandan da fantezi dünyalarında ve oyunlarda insanüstü olma arzularını sürdürürler. Özellikle erkek çocuklar için fizik kanunların bir hükmü yoktur, çok güçlüdürler, çok hızlıdırlar, uçabilirler, onların canı acımaz ve onlara bir şey olmaz, oynadıkları oyunlarda her şey onlarındır. Kısacası, fantezi dünyasında omnipotan olma isteği sürmektedir. Yaşı ilerledikçe (okul çağı çocukluğu içerisinde) erkek çocuğun fantezi dünyası omnipotan içeriğini kaybedecek, onun yerini kurtarıcı olma, kahraman olma fantezileri alacaktır. Kız çocuklara ise herkes hayrandır, herkes onlarla meşguldür. Her istediklerini olabilmektedirler, sihirli güçleri vardır, sihir sayesinde her istediklerini elde edebilmektedirler.
“Büyümeye hazır çocuk” bu fantezilerine rağmen annesine olan ihtiyacını kabullenmiştir. Yani çocuk fantezi ile gerçeği birbirinden ayırt edebilmekte, fanteziyi sadece kendisini rahatlatmak için kullanmaktadır. Canı yandığı zaman “anne” diye ağlamakta, teskin edilmeyi, onarılmayı, karnının doyurulmasını beklemektedir. Başlangıçta tamamen anneye bağlı olan, kendini iyi hissedebilmeyi annesinden bekleyen çocuğun içindeki bebek için, çocuk büyüdükçe, daha önce içselleştirilmiş olan bebek annesi devreye girmeye başlar. Çocuk, önüne konan yemeği kendi başına yemeyi, üşüdüğünde üzerine bir şey almayı, terlediğinde üzerindekileri çıkarmayı becermeye başlar.
Daha önemlisi, çocuğun anneye olan ruhsal ihtiyacı da azalmaya başlar ve çocuk kendi kendine olduğu zamanlarda, başlangıçta bir süreliğine, kendisini iyi ve güven içerisinde hissedebilecek hale gelir. Böylece, bu donanımdaki bir çocuğun kendi içindeki bebeğe bir süreliğine de olsa annelik yapabildiğini, kendisiyle güçlü bir ilişki kurabildiğini görürüz. Sadece, bu çocukların ruhsal enerjilerinin miktarı kendilerine devamlı annelik yapmalarını sağlayacak kadar fazla değildir. Bir süre sonra yorulurlar ve kendilerini annelerine devrederler. Bir bakarsınız çocuk annesinin kucağına tırmanmış, ona sarılmış, “hadi artık, içimdeki bebekle sen ilgilen, ben yoruldum,” demektedir.
Çocuğun kız ya da erkek olması, annelik kapasitesiyle ilgili herhangi bir fark oluşturmaz. İnsanlar arasındaki annelik kapasitesi farkını oluşturan tek etken, gerçek anneden öğrenilen annelikle ilgilidir. Cinsiyet farkı, kadınla erkek arasında annelik kapasitesiyle ilgili olarak değil, anne olma isteğiyle ilgili bir fark oluşturur. Sadece kız çocuklar anne olmak isterler ve aslında birçok kadın, özellikle loğusalık döneminde, bebeklerine yaptıkları anneliğin kalitesini düşürmeden sürdürebilmek için eşlerinden çok yoğun olarak annelik bekleyeceklerdir.
“Fantezilerine inanmış çocuklar” ise o kadar muazzam ve harikadırlar ki, kimseye ihtiyaçları yoktur. Anneleri onlara borçlu ve mecbur olduğu için bakmaktadır, zaten onların her istediği olmalıdır. Bu çocukların annelerine olan ihtiyaçlarını inkâr etmeleri aslında içlerindeki bebekle ilişkilerinin çok zayıf olmasından, onun ihtiyaçlarını hissedememekten kaynaklanır. Bebekliklerinde alabildikleri annelik yeterince duyarlılık taşımadığı için, böyle bir duyarlılığı ve ilişki kurma becerisini edinememişlerdir. Gelişmesini bu yoldan sürdürmek zorunda kalan çocuk, ilerde içindeki bebekle ilişkisini acıktığında karnını doyurmak, fiziksel ihtiyaçlarını gidermek şeklinde sürdürmek, yani kendisine çok kaba bir annelik yaparak yaşamak zorunda kalacaktır. Kız çocuğu anne olduğunda da kendi bebeğiyle ancak kendi içindeki bebekle kurabildiği ölçüde ilişki oluşturabilecektir.
Böylece, “büyümeye hazır çocuk” kategorisindeki çocuklar içlerindeki bebeksi özle daha yakın ilişki içinde, kendilerine daha duyarlı, kendilerini daha iyi anlayan, daha doğru idare eden bebek ve çocuk katmanlı bir var oluş geliştirirler. Bir yandan bebek katmanı anneyle bağını sürdürürken ve ona olan ihtiyacını kabullenirken, bir yandan da çocuk katmanı kendisine annelik yapmayı sürdürür. Giderek yaşı ve kapasitesi arttıkça, çocuk annelik işlevini annesinden devralır. Çocuk tarafı ise oyunlar oynayarak, fantezilerini bu oyunlara dökerek kendisini gelişmeye, öğrenmeye, diğer çocuklarla bir dünya kurmaya adayarak ve giderek kendi sorumluluğunu daha fazla almayı becererek yaşamaktadır.
Çocukluk dönemi annesinin çocuğun oyun oynamasına izin vermesi, onun çocuk olmasından rahatsız olmaması, çocuktan büyük insan gibi olmasını beklememesi son derece önemlidir. Anne, çocuğun çocuk olduğunu kabullenebiliyorsa, erişkin olduğunda bu çocuk kendi içindeki çocuk tarafı kabullenen ve ona da var olma şansı tanıyan bir insan olacaktır. İnsanın çocuk tarafı normal koşullarda hobilerinde, tatil dönemlerinde ya da eğlenirken kolaylıkla ortaya çıkar, dinlenmenin, eğlenmenin keyifle yaşanabilmesini sağlar. Hayat içerisinde bir aksamaya yol açmadan çocuksu olabilme kapasitesine, “adaptif regresyon” denmiştir. Bu insanlar canlı, neşeli, şakacı, duygu dünyaları zenginleşmiş insanlar olurlar. İçlerindeki çocuksu tarafın varlığını sürdürmekte olması onları sıkıcı, mantıklı, çıkarcı olmaktan korur. İnsan halinden anlarlar. Çocuk olduğunu kabullenebilmiş çocuklar bir amaca, bir konuya, bir insana kolaylıkla bağlanabilir, ebeveynlerini, kardeşlerini, arkadaşlarını sevebilirler.
Çocukluk döneminde, çocuğun hayatına baba da eklenmiştir. Baba, her iki cins çocukta da aslında üçüncü tarafı, anne olmayanı ve çocuk büyüdükçe de dış dünyayı temsil eder. Zaten babanın çocuğun hayatındaki asıl işlevi çocuğu dış dünyaya hazırlamak, onun orada kalabilmesini, orada kendisine bir dünya kurmasını desteklemektir. Baba bu işlevini önce aile içerisinde çocuğun ailenin gerçeğine uygun davranmasını sağlayacak kurallar koyarak yapmaya başlar. Örneğin “annenin sözünü dinle,” “bardağı yere atamazsın,” “masanın örtüsünü çekme,” gibi, kurallardan yana bir tavır koymaya başlar. Daha sonra da, çocuktan kendisine gösterilen sevgiyi hak etmesini bekler. Çocuğa, “Benim lafımı dinlersen, benim kurallarıma uyarsan bu ailenin parçası olabilirsin,” mesajını verir.
Çocuğun yaşı büyüdükçe, güvenilmek istiyorsa yalan söylememesi gerektiğini, takdir edilmek istiyorsa bunun için çaba göstermesinin şart olduğunu, sevilmek istiyorsa sevilecek birisi olması gerektiğini öğretir. Annenin koşulsuz olmaya yatkın sevgisinin yanında babanın sevgisi koşulludur; çocuktan verilen emeğin karşılığını bekler. Bu tutum, dış dünyada çocuğun karşılaşacağı gerçeğe uygundur. Dışarıda da çocuk, ne oluşturabiliyorsa onu yaşayacaktır. Çocuğun dış dünyaya yönelimi arttıkça, babanın dış dünyanın tehlikeleri karşısında çocuğa şemsiye olma işlevi de öne çıkar. Çocuk, babası sayesinde, kimsenin onu yok etmeye yönelemeyeceğini, gerçek bir tehlike karşısında babasının kendisini ortaya atarak onu koruyacağını düşünmeye başlar.
“Büyümeye hazır çocuk” kategorisindeki çocuklar zaten belirli bir ilişki kurma kapasitesine sahip oldukları için, babanın onlara ruhsal yatırımı varsa, ister kız ister erkek çocuk olsun, babalarıyla kolayca ilişki kurarlar. Babanın, çocukları dış dünyanın gerçeğine hazırlamaya çalışan tutumu bu çocuklar tarafından içselleştirilir. Bu çocuklar herhangi bir sorunla karşılaştıklarında önce kendilerine bakarlar. Kendi hatalarını görmeye çalışırlar. Kendilerinden, karşılaştıkları sorunları çözebilmeyi beklerler. Ayrıca dış dünyanın tehlikelerini algılamayı, tehlikeleri artıracak şekilde davranmamayı ve tedbirli olmayı da babalarından öğrenirler. Babalık, büyütme ve gerçeğe uygun hale getirme unsuru çok ön planda olan bir sevme biçimi içerir. Böylece, bu çocukların içinde bir de içselleştirilmiş baba imgesi oluşur ve çocuklar, babalarının yanında olmasalar bile, kendilerini büyütebilecek bir iç ses oluştururlar. Bu kapasite, ilerde çocuklarına baba olma veya eşinden çocuklara babalık yapmalarını bekleme gibi bir donanım olarak gelecek kuşaklar için kullanılacaktır.
“Fantezilerine inanmış çocuklar” kategorisinde ise çocuklar içlerindeki bebeksi tarafı yok saymakta ve onunla ilişki kuramamaktadır, fakat anneleriyle olan ilişkileri de kopuktur. Bu kopukluk hem annenin ilişki kurma kapasitesindeki sorunlardan, hem de çocuğun çocuk olduğunu ve ebeveynine ihtiyacı olduğunu kabullenmek istememesinden kaynaklanır. Bu durum, bu çocukların ruhen büyüyebilmelerini imkânsız hale getirir. Fantezi dünyalarında bir küçülme olmaz; gerçeği kabullenmek ve sevmek istemezler. Kendilerini dünyanın merkezi ve çok önemli varlıklar olarak tanımlama eğilimini sürdürürler.
Zamanla bu iç gerçekliği dışarıya göstermenin, bunu belli etmenin bir dezavantaj yarattığını, diğer çocukların ve erişkinlerin fantezilerine inanmadığını anlarlar ve oyun dışında fantezi dünyalarını ortaya koymamayı, bunun yadırganacağını öğrenirler. Bu, ancak dış gerçeklikle bir ilişki oluşturabilmiş olmaları halinde mümkündür. Böylece bu çocuklarda, dış gerçekliğe adaptasyonu sağlayan ve iç gerçekliği dışarıdan gizleyen ince bir kabuk oluşur. Ruhen erken çocukluk dönemlerine takılıp kalmışlardır ama dış dünya ile yeterince ilişki kurabilmiş olanları, bu içerideki çocuğun kendini çok önemseyen, bencil, kendi merkezli, hayalci, kendini beğenmiş, rahatına düşkün, kimseyi sevemeyen, korkuları çok fazla olan yapısının dışarıdan algılanmasını engelleyen, güya mantıklı ve akıllı bir taraf oluşturmuş olurlar.
“Fantezilerine inanmış çocukların” babalarıyla ilişkileri sorunludur. Dış gerçekliğe yönelimleri çok sınırlı olduğu gibi, dış gerçeği temsil eden babalarıyla ilişkileri de sınırlı ve genellikle de çok yüzeysel olacaktır. Çocuk zaten ilişki kurmakta zorlanmaktadır, baba ise, kendisine direnen bir çocukla karşı karşıyadır. Çocukla ilişki kurabilmek için onun fantezilerine uygun davranmak mecburiyetinde kalmak babayı babalıktan çok annelik yapmaya mecbur eder. Bu durumda çocukla bir ilişki oluşur ama bu baba-çocuk ilişkisi, bir büyütme ilişkisi olmaz. Hatta babanın çocuğun problemlerine uyum sağlaması, çocuğun herkesten aynı şeyi beklemesine yol açabilir. Bu durumda çocuk babayı baba işleviyle içselleştiremeyecektir.
“Fantezilerine inanmış çocuklar” kendi kendilerine babalık yapamayacakları, kendilerini büyütemeyecekleri gibi, gelecekte bir hayat kurmayı becerebilirlerse kendi çocuklarına babalık yapmak ya da eşinden çocuğa babalık yapmasını beklemek gibi bir kapasiteleri de olmayacaktır.