Başlarken

Geçmişin mirası, günümüzde her alanda müthiş bir biçimde yeniden irdeleniyor. Yüzyıllardır geçerli sayılan kalıplar, yüz yıl önce kutsal sayılan birçok kavram bugün sorgulanıyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna ilişkin bütün düşünceler tartışmaya açık bir durumda. Bu çağ bir yandan bütün sınırlamaları ve kısıtlamaları paramparça edip özgürleştirici bir etki oluşturuyor, diğer yandan da insanlığın geleceği açısından kalıcı olması gereken, geleneğin içindeki değerleri bozabiliyor. Elbette bu kaçınılmaz çünkü insanlık kültürü büyük bir dönüşümden geçiyor. Tarih boyunca bütün büyük dönüşümler sırasında kafalar karışmış, taşlar yerine oturana kadar dönüşümün bedelleri ödenmiştir.

Çağlar boyu gelen doğruların değişmesi ya da bilim ve teknolojideki ilerlemeler ne kadar kökten dönüşümlere yol açsa da, insan dediğimiz varlık için bu böyle değildir. Bundan binlerce yıl önceki insan yavrusunun özellikleriyle günümüzün bebeği arasında büyük bir fark yoktur. Her iki çağın bebeği de ancak duyarlı bir annenin verdiği emekle hayatta kalabilir ve toplumunun parçası olabilecek birisi haline gelebilir.

İnsanın bir kültür varlığı olabilmesi, aile dediğimiz sistemle mümkün olmuştur. Fakat insanlık kültürünün başlangıcındaki aile sistemi bugünün ailesine benzemiyordu. Klanın, yani topluluğun kendisi büyük bir aile gibiydi ama kuşkusuz insan yetiştiren ve insanlığın devamlılığını sağlayan kurum ailedir. Her kurumun ve kavramın sorgulandığı günümüzde “aile” ve bununla beraber “annelik” ve “babalık” da yeniden tanımlanmaktadır. İnsanların zihniyet dünyasındaki değişim; rolleri, ihtiyaçları, hayatı anlamlandırma biçimlerini, ruhsal yatırımları etkilemekte ve yeniden yapılandırmaktadır.

Televizyon, internet, facebook, twitter gibi sosyal ağlar eski çağlarda kültürler arasında yüzlerce yılda oluşan etkileşimi birkaç yıla sığdırmakla birlikte gerginliği, korkuları, kafa karışıklığını artırıyor, uyum sağlamayı zorlaştırıyor.

Biz kendi alanımızda -psikoterapi alanında- özellikle çocuk tedaviciliği uygulamasında, ailelerin kafalarının çok karışık olduğunu görüyoruz. Karıkocanın birbirinden, anne babaların çocuk karşısında kendilerinden beklentileri çoğu zaman sağlıklı bir çocuk yetiştirmeye uygun değil. Sağlıklı çocuk derken ebeveynini, kardeşlerini ve arkadaşlarını sevebilmeyi, öğrenmeye, yeterlilik artırmaya, çalışmaya ve yaşına uygun sorumluluk almaya uygun bir ruhsal malzemeye sahip olmayı kastediyoruz.

Günümüzde genç çiftlerin ilişkilerinin daha çok “iyi bir ortaklık” tanımına uyduğunu, kadın ve erkek farkının ortadan kalkmaya başladığını gözlüyoruz. Kadınlar kendilerinden beklediklerini kocalarından, aynı şekilde, erkekler de kendilerinden beklediklerini karılarından bekliyorlar. Birbirini tamamlamak yerine birbirlerine benzemeye başlıyorlar. Bu ilişki biçimi kadın erkek sevgisinden çok arkadaş, dost ilişkisi modelini oluşturur ve eşler arasındaki cinsel çekim azalır, ki bu da kadın erkek ilişkisinin temel vasfıdır. Diğer yandan, anne babalar çocuklarının ebeveyni değil, arkadaşı olmaya çalışıyorlar. İnsanın, hayatının çeşitli dönemlerinde pek çok arkadaşı olabilir ama sadece bir anne ve babamız vardır.

Daha trajik bir değişimse, annelik alanında görülüyor. Anneler, anneliğin ev işi yapmak gibi düşük kalitede bir emek gerektirdiğini düşünüyor, çocuk bakmayı küçümsüyorlar. Onlara göre eğitim isteyen işler daha yüksek bir statüyü ifade ediyor, eğitim istemeyen faaliyetlerse okuma yazması olmayanların da yapabileceği düşük kalitede bir emek anlamına geliyor. Öyle olunca, bebekleriyle üç dört aylık bir meşguliyetten sonra eğitimini aldıkları işlerine dönmeye ve bebeklerini bakıcılara bırakmaya eğilimli oluyorlar.

Halbuki annelik, bir hayvan yavrusundan farkı sadece genetik potansiyeli olan insan yavrusundan ruhsal bir varlık oluşturma işlevidir. Özellikle bebek anneliği dünyadaki en kalifiye emektir ve bu emeği ancak bebeği karnında büyüten kadın üretebilir. Bebek anneliğindeki ciddi aksamaların kişinin gelecekte çeşitli akıl hastalıklarına yatkın olmasına veya ağır korkuları olan bir insan oluşmasına neden olabileceğini de biliyoruz. Biz, kıymetli herhangi bir eşyalarını emanet etmeyecekleri insanlara bebeklerini, çocuklarını emanet eden annelere şaşkınlıkla bakıyoruz. Böylesi bir sağduyu eksikliğine ne tür etkenlerin sebep olabileceği önemli bir merak konusudur.

Bu kitap, bu büyük dönüşüm döneminde kadın erkek arasındaki sevginin, cinselliğin, anneliğin ve babalığın önemine tekrar dikkat çekme ihtiyacıyla yazılmıştır.