Ergenlik çağı

Çocukluk dönemi, ergenlik çağında sona erer. Çocuğun bedensel olarak hızlı bir gelişme dönemine girmesi, özellikle cinsel organları geliştiren ve cinsel dürtünün ruhsal alana girmesine neden olan hormon düzeylerindeki yükselme, ergenlik çağının biyolojik zeminini oluşturur. Hormon artışı, cinsel dürtünün deşarjının bedensel bir ihtiyaca dönüşmesine yol açar. Ruhsal planda ise, bir yandan bebeklik ve çocukluk döneminde ayrışmış ve haz kapasitesi içeren dürtü bedenin hizmetine girer, bir yandan da ruhsal alana, daha önce bu alanın dışında kalmış olan ve kullanılmayan, ayrışmamış bir kısım dürtü daha girer. Bu, öfke ve dürtü karışımı olan ayrışmamış orijinal enerjidir ve narsisistik içeriktedir.
Ruhsal alana dahil olan bu yeni enerji iki temel etki oluşturur. İlkin, artık genç olmaya yönelen çocuğun ruhsal enerjisi artmıştır. İkinci olarak da, bir anlamda bebeklik dönemine özgü olan öfke içeriği yüksek enerjinin gencin ruhsal alanını kaplaması sonucunda gençte, bebeklik ve çocukluk dönemlerine ait bütün problemler yeniden görülür. Bütün gençlerde, ne kadar problemsiz bir bebeklik ve çocukluk yaşamış da olsalar, daha öfkeli ve daha narsist yönde bir değişim olur. Bu yüzden, ergenlik çağı insanın en fazla zorlandığı hayat dönemlerinden biridir ve başını derde sokmanın neredeyse kural olduğu, akıl hastalıklarının, özellikle şizofreninin en sık açığa çıktığı dönemdir.
Çocuk, ergenlik çağına girmesiyle birlikte daha önce neredeyse idealize ettiği ebeveynlerinde kusurlar bulmaya ve onları beğenmemeye başlar. Bu durum, aslında ergenin aileden kopma çabasının bir sonucudur. Çocuk farkında olmadan, dürtülerinin aile içerisine yönelmesinden korkmaktadır ve “uzanmaması gereken ciğere mundar demektedir”. Bu korku ve bunu gidermek için bulduğu çözüm ergenin ailesinden uzaklaşmasına ve kendisine arkadaşlarından oluşan bir dünya kurmasına yol açar. Gencin aileden uzaklaşacak ve kendisine yeni bir dünya kuracak gücü ve donanımı yoksa, dürtüleri aile içinde kalır ve depresyondan hastalığa kadar uzanan bir skalada birçok tehlikeye açık hale gelir.
Dış dünyaya açılmaya gücü olmayan genç, zaten artmış olan dürtülerinin aile içine yönelmesinden dolayı kendisini büyük bir baskı altında hisseder ve ebeveynlerine, özellikle karşı cinsten ebeveynine büyük bir öfke duymaya başlar. Aslında bu öfkenin nedenlerinden biri, gencin, bütünleşme ihtiyacı oluşturan, ebeveynine yönelik dürtüsel çekime direnmeye çalışmasıdır. Dolayısıyla uzaklaştırıcı ve bütünleşmeyi bozan bir duygu olan öfkeyi harekete geçirerek bu dürtüsel çekimden kaçınmaya çalışır. Diğer bir sebep de gencin, kendisinde dürtüsel çekim oluşturan ebeveynini dış dünyaya yönelememesinin sebebi olarak görmesidir.
Gencin dış dünyaya yöneliminin ilk içeriğini, o zamana kadar uygulamaya sokamadığı fantezilerini gerçekleştirme çabası oluşturur. Kızlar bütün dünyanın onlara hayran olacağını sanır; erkekler dünyayı kurtarmak ister, çok özel ve ilgi çekici olma fantezileri kurarlar. Ergenler dış dünyanın tehlikelerini küçümser, kendilerini birçok durumun altından kalkabilecek güçte insanlar olarak tahayyül ederler.
Genç dış dünyaya yönelebilmişse, orada var olmaya ve kendisini kabul ettirmeye çalışır. Bu durum aslında güçlenmesine ve yeniden pek çok özellik geliştirmesine de yol açar. Soyut düşüncelere, felsefeye, sosyal ve politik konulara ilgisi artar. Anne ve babasını beğenmediği gibi, kendisinden önceki kuşağın oluşturduğu dünyayı da beğenmemektedir. Kendi kuşağının daha iyi bir dünya kuracağına inanır. Kendisine yeni özdeşim nesneleri bulmuştur. Politik ve düşünsel liderlerle veya çevresindeki yeni kişilerle özdeşleşir. Bütün bunlar onun haddini unutmasına sebep olur. Çelimsizdir, deneyimsizdir; henüz kendi bedenini bile doğru dürüst tanımaz ama dünyayı avucunda tutabileceğini zanneder. Bu haliyle kendisini pek çok tehlikeye açık durumda bırakırken, bir yandan da kimliğinin gelişmesine ve zenginleşmesine yol açacak acı verici deneyimler yaşar. Girdiği yeni ortamlarda deneyimler yaşadıkça ve yakınlık oluşturduğu insanları bu deneyimler içinde tanıdıkça, kendisini diğer insanlardan ayrıştırma süreci de (diferansiasyon) hızlanır.
Bütün bu deneyimler de çoğu zaman hayal kırıklıkları, kandırılmışlık, korku ve öfke içeren yaşantılar sonucunda edinilir. Genç kime yakın olacağını, kiminle arasına mesafe koyacağını, ruhsal yatırımını doğru idare etmeyi hep bu deneyimler içinde öğrenir. Hemen küsen, hemen yatırım yapan ama hemen de çekiveren yapıdaki bir insandan, daha kalıcı dostluklar oluşturmayı beceren bir insana dönüşür. Ayrıştırma, kişinin diğer insanlardan ne tür farklılıkları olduğunu algılama sürecidir ve insanın, kendi anne babasını diğer anne babalardan ayrıştırmasını da içerir.
Genç, gerek kendisinin, gerek ebeveynlerinin farklılıklarını ve bununla beraber benzerliklerini de zaman geçtikçe ve hayat deneyimi içinde kaldıkça daha iyi görmeye başlar. Bu süreç içinde kendisini ve diğer insanları doğru bir yere oturtmayı öğrenir, insanlık durumlarını fark etmeye başlar. Ayrıştırma süreci, ergenlik çağına özgü olan, başkalarını gözünde büyütürken insanın kendisini ve ailesini küçük görme dönemini sona erdirir. Tekrar anne babasının değerlerini görmeye başlayan ergen, artık onları gözünde büyütmeden veya küçültmeden gerçek halleriyle sevecek duruma gelir.
Karşı cinsle kendi cinsini ayırt etme süreciyse, insan hayatının en zor ayırt etme konusudur çünkü insanın kendisine benzemeyeni anlaması, kabul etmesi ve sevmesi en gelişkin sevme biçimidir. Bu ayrıştırma çabası erişkinlik çağı boyunca sürer. Genç, anne babasını gerçekçi bir yere oturtmayı becerdiğinde karşı cinsle bir ilişki oluşturabilecek özellikleri de geliştirmiş olur. Bir insanı küçümsemeden ya da gözünde büyütmeden ilişki kurabilecek olgunluktadır. Sıra en zor ilişkiye, kendine benzemeyenle kalıcı bir sevgi ve işbirliği ilişkisi yaşamaya gelmiştir.
Ebeveynlerin gencin yaşının gerektirdiği deneyimleri yaşamasını engellemeye çalışması, korumacı tutumları veya çocuklarını kendilerinde tutma eğilimleri çocuğun onlara karşı olan öfkesinin artmasına yol açar ve genç ile ailesi arasındaki çatışma çok şiddetlenir. Aile çocuğu kendinde tutmakta ısrar eder ve amacına erişirse, genç hiçbir zaman erişkin haline gelemez. Genellikle korkuları çok fazla olan ve bu korkular tarafından yönetilen bir insan olur. Ergenlik çağında ailesinden kopup kendisine arkadaşlarından oluşan bir dünya kuramayan gençlerin ayrılma kapasiteleri oluşmaz; mutsuz oldukları sistemlerden kopmaya cesaret edemezler.